Yükleniyor...
Ülkemiz topraklarında 450 bin Suriyeli çocuğun dünyaya geldiğini İçişleri Bakanı’nın dilinden öğrendik. Ki sayın bakan o çocukların yüzü suyu hürmetine 15 Temmuz felâketinden kurtulduğumuzun altıını çizdi. Cümleleri aynen şöyle: “Biz 15 Temmuz’da nasıl kurtulduğumuzu zannediyoruz? Biz nasıl kurtulduk? Kim ne derse desin, 450 bin çocukları doğdu bu ülkede. Allah o 450 bin çocuğun hayrına 15 Temmuz’da şu hainlere ezdirmedi. Ben onu bilirim.”
“Sabî sübyan” deriz. Evet, dünyanın neresinde doğarsa doğsunlar, çocuklar günahsızdır, masumdur, inanırız ki onların yüzü suyu hürmetine iyilikler, kurtuluşlar olabilir. Ama bu inanç Anadolu toprağının sabî sübyanları için de geçerlidir. Sayın bakanın cümlelerinde incitici bir soru işareti var. Vatanından kaçıp gelen Suriyeli ana babalardan doğan çocuklar Allah katında bu kadar makbul de, bu toprakları İslâm’ın son ordusu olarak yedi düvele karşı savunmak için can vermiş ve hâlâ veren bir milletin sabîlerinin bir kıymet-i harbiyesi yok mu? O yavrular “Kavm-i Necip”ten de, bizimkiler “Mevâlî”den mi?! Sayın bakan sözün ayarını kaçırmıştır!
Çocuklar günahsız, masum doğarlar sonra içinde yetiştikleri toplumda şekillenirler. 450 bin Suriyeli çocuk dünyaya gelmiş! Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde! Suriye’de doğup da kundakta gelenler, birkaç yaşında gelenler ile bu sayı bir milyonu bulur. Ortada her sene artmakta olan Suriyeli çocuk nüfusu var. Bu çocuklar artık Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyor ve yaşayacak. Geçici koruma statüsü filan hikâyedir. Bu gerçeği inkâr etmenin faydası yok!
Göçmen aileleri çadır kentlere, evlere yerleştirdik, nakdî yardım alıyorlar, sağlık hizmetlerinden faydalanıyorlar. Çocuklar için eğitim hizmeti de sağlıyoruz.
Sağlıyoruz da bu konuyu devletimizin daha ciddî bir program dailinde ele alması gerekir. Bu çocukları Türkiye Cumhuriyeti “vatandaşı” yapacak tek yol eğitimdir. Eğer bizim Millî Eğitim sistemimizden geçmezlerse kayıp bir nesil olarak yarın karşımıza çıkarlar. Sadece kayıp değil, tehlikeli bir nesil olarak.
Kendi çocuklarımızın eğitimini yeterince kaliteli sağlayamazken bu devletimize fazladan bir yüktür ama kapıları bir kere açtığımıza göre, gelenleri geri gönderemeyeceğimize göre bir şekilde bu yükün altından kalkmak zorundayız. Yoksa, işte o zaman “bekâ” meselesi olur.
Bu konuda en etkili eğitimin “yatılı okullar” olduğunu düşünüyorum. Suriyeli çocuklar ilkokula başlama yaşları geldiğinde yatılı bölge okullarına yerleştirilmelidir.
Aileler çocuklarını devletin yatılı okullarına teslim edecekler. Çocuklar isterlerse hafta sonları evci çıkacaklar.
Eğitimde birinci basamak elbette Türkçe’nin öğretilmesi.
ABD’nde bu iş nasıl yapılıyor? ABD’nde hatırı sayılır bir Latin Amerikan nüfus vardır ve anadilleri İspanyolca’dır, bir kısmı ülkeye kanunsuz girmiştir. Bu ailelerin çocuklarına İngilizce öğretmek için bazı metodlar geliştirilmiştir. Ama hangi metodun daha iyi sonuç verdiği konusunda hâlâ eğitimciler tartışır. Bugün eyalet idarelerinin tercihine göre -başka da var ama- başlıca iki metod uygulanmakta: Geçişli İki Dilli Eğitim ve Daldırma Usulü İki Dilli Eğitim.
Birinci metodu uygulayan göçmen nüfusun çok olduğu eyaletlerde çocuklara ilkokulda bir taraftan İngilizce öğretilirken esas dersler İspanyolca veriliyor. 1968’de Kongre’den geçen kanun ile başlayan bir uygulama bu. Zira o tarihlerde İspanyolca konuşan öğrenci nüfusunun yüzde 50’si okulu terkediyormuş. Dersleri anlayamadıklarından, uyum sağlamayamadıklarından ötürü. Bu gidişata çare bulunmak istenmiş. Kanun yapıcılar “Gayemiz ülkede bir sürü dil ortaya çıkarmak değil, İngilizce eğitimin kusursuz olmasına çalışıyoruz” diyerek işe başlamışlardı. Yani Geçişli İki Dilli eğitimin gayesi, İngilizce’den başka bir dile doğan çocukların mümkün olan en kısa sürede İngilizce eğitim alabilecek seviyeye gelip eşit eğitim almalarını, akranlarından geri kalmamalarını sağlamak. Bunun için de eğitim önce ana dilleriyle başlıyor; matematik, fen bilgisi, sosyal bilgiler ana dilde, bir yandan da ayrı bir sınıfta İngilizce dersleri. Bu geçiş üç yıl içinde tamamlanacak şekilde planlanıyor. Bu kanunun arkasındaki teoriye göre, öğrenci müfredatı takibe anadilinde başlarsa ve dersleri anlayacak kadar İngilizce öğrendiği zaman “sadece İngilizce” sınıflarına geçerse daha başarılı olmakta, akademik olarak geri kalmamaktadır. Ayrıca müfredata ana dilinde başlayan öğrencinin İngilizce’yi öğrenmesi de daha kolay olmaktadır.
Gelin görün ki, çok tartışılan bir uygulama bu. Meselâ, birçok Latin Amerikan veliler şikâyetçi. “Biz bu ülkeye daha iyi bir hayat kurmak için kalkıp geldik. Çocuklarımız İngilizce’yi iyi öğrenemezse bu ülkede başarılı olamaz. Biz çocuklarımıza İspanyolca’yı evde öğretiriz, bu program İngilizce öğrenmelerini geciktiriyor.” diyorlar.
Bazı eğitimciler de Geçişli İki Dilli eğitimin yarardan çok zarar getirdiği görüşünde. “Bu kanun geçmeden önce bu ülkeye gelenler, hiç böyle yardımlar almadıkları ve ilk zamanlar zorlandıkları halde İngilizce’yi çabucak öğrendiler, başarılı insanlar da oldular.” görüşünü dillendiren araştırmacılar hayli çok. Onlar doğru olan metodun Daldırma Usulü olduğunu söylüyor. İngilizce’nin içine daldırma. “Tıpkı yüzmeyi öğretmek için yapıldığı gibi, at çocuğu suya, batmamak için yüzecektir.” Yani İngilizce bilmeyen çocuğu koyun “sadece İngilizce” sınıfına, öğrenecektir! Bu metodun da birbirinden biraz farklılık gösteren çeşitleri var.
Hâlihazırda bazı eyaletlerde “sadece İngilizce” yani “daldırma” uygulaması kabul edilmiş durumda. Geçişli İki Dilli eğitimin devam etmekte olduğu eyaletlerde de programın durdurulması yönünde hararetli çalışmalar yapılıyor, “daldırma” sistemini teşvik var. Her hâl ü kârda hedef, en iyi şekilde İngilizce!
Eğitimcilerimiz bizim şartlarımıza en uygun olan dil öğretme metodu elbette bilirler.
Birinci basamak Türkçe eğitimi dedik. Ama bu yeterli değildir. Hayatlarını sürdürecek kadar Türkçe’yi yolda da öğreniyorlar. Mesele öyle veya böyle hayatlarını sürdürmeleri değildir. Bu çocukların Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı’nın eğitiminden geçmesi şarttır. Mecburî eğitim on iki sene; onlar da on iki sene, altı yaşından onsekiz yaşına kadar tarihiyle, coğrafyasıyla, edebiyatıyla, fen-sosyal bütün dersleri Türk öğrenciler gibi, Türk okullarında okurlarsa, ancak o zaman “Suriye asıllı Türk vatandaşları” olabilirler.
Şu anda Suriyeli ailelerin içinde bulunduğu maddî şartları da düşünürsek, ben yatılı okul eğitiminin, hiç değilse ilköğretim döneminde, -yani eski tabirle ilkokul ve ortaokul döneminde- bu çocuklar için en uygun, en etkili yol olduğunu düşünüyorum. Yoksa, bugün “yüzü suyu hürmetine hayatta olduğumuz sabîler” yarın öbür gün devletimizin bütünlüğüne göz dikmiş terör gruplarının içinde boy gösterebilir.