Yükleniyor...
Bir yanımız güneş, bir yanımız rüzgâr, zihnimizde düşünceler dolaşırken hayatımızın bir köşesine iz bırakacak serüvene eşlik edeceğiz. Yüzü gülerken kırışan, beliren çizgileri gerçekleriyle seven kadınlar, yolcuğa çıkmaya hazır mısınız? Derin bir nefes alın. Başlıyoruz.
Lev Tolstoy’un en güçlü romanlarından olan Anna Karenina kitabına doğru birlikte yolculuğa çıkmaya.
Tolstoy, Anna Karenina kitabını,
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; Mutsuz aileler ise ayrı ayrı bakımlardan mutsuzdurlar.”
diyerek başlar yazmaya. Bu düşüncesini geliştirerek romanında, mutlu bir ailenin yanı sıra mutsuz bir ailenin tablosunu çizmiştir. Böylece, Anna Karenina’nın bir kişinin macerası değil, ailenin romanı olduğunu belirtmiştir. Toplumun canlı çekirdeğinin fert değil de, aile olduğunu vurgulamıştır. Toplumu aile olarak ele alan Tolstoy, Anna Karenina’da çağın renkli çerçevesi içinde portreler çizmiş, unutulmaz tipler yaratmıştır. Anna mutsuz bir kadın, Kiti mutlu bir kadındır. Romanda bunları birbirine zıt, böyle olduğu için de birbirinin değerini ortaya çıkaran iki ayrı renk olarak tanımlayabiliriz. Bu iki kadının çeşitli maceralar, felaketler, facialar içinde gelişen hayatı esere bir yüzeyden ibaret bir tablo değil, kabartma güzelliği vermiştir.
Anna Karenina, yazarın ahlâki sorgulama için kitapta kullandığı karakteridir. Bu romanında unutulmaz bir kadın tipi yaratmış, bu kadının acı macerasını, meraklı olaylar örgüsü içinde tasvir ederek anlatmıştır. Anna Karenina’da, kadının toplumdaki yerini ve durumunu göstermeye çalışmaktadır. Toplum ahlâkını eleştirmek için Anna Karenina, onun yüzüne tutulan aynadır. Günümüzde devam eden ve kitabında da üzerinde durduğu konulardan biri de; erkek ahlâka aykırı hareketlerde bulunduğunda toplum tarafından suçlanmadan hayatına devam ederken, kadının ahlâka aykırı en ufak bir tutumu toplum tarafından kabul edilmez ve kadın ahlâksız sıfatlandırmalarla toplumdan aforoz edilmektedir. Bunun sonucunda Anna Karenina intihara sürükleniyor. Erkeğin aşkı hayatının bir parçası, kadının aşkı ise tüm varlığıdır.
Kitabında, kökenini ilahi bir sevgiden almayan hiçbir evliliğin, ilişkinin yürüyemeyeceğini anlatmıştır. Anna’nın çektiklerini gösteren Tolstoy’un yaşadığı dönemde beklenmeyecek açıklıkta bir görüş alanından kadın, erkek ilişkilerine ve kadınların toplumdaki konumuna bir bakış atabilmekte, Anna’yı yargılayan toplumu yargılayabilmektedir.
Çağının ekonomik, sosyal ve düşünce hayatının sorunlarını oldukça derinlemesine kaleme almış, karakterlerin kişisel hayatlarını mercek altına yatırmıştır. Tolstoy, çağının çok renkli günleri içinde canlı somut portreler çizmiştir. Evlilik dışı bir aşk ilişkisi içinde olan bir kadının hikâyesini anlatırken, Levin’i katarak toplum, kültür, felsefe ve tarım üzerine düşüncelerini yansıtmıştır. Tarım üzerine teorilerini, mutlu aile yaşamını ve idealize ettiği Hristiyanlık yorumunu aktarmak için anlattığı Levin, kitabın en dengeli ve sağlam karakteridir. Üst tabakadan insanların ve işçi sınıfının on dokuzuncu yüzyıldaki konumlarını, kendi içlerindeki ilişkilerini ve birbirleri hakkındaki düşüncelerini, önyargılarını anlatırken, kast sistemi içindeki çekişmeleri okurları için yorumlamaktadır.
Karakterlerin fazla olması okuyucuyu biraz yorsa da, bu karakterlerin özellikleri esere çok iyi yansıtılmıştır. Karakterlerin ve özelliklerin gerçek hayattan alınmış olması esere ayrı bir güç katmıştır.
Tolstoy romanında birey ve toplumun hikâyesini, aralarındaki bağı göz önünde bulundurarak ele almaktadır. Anna gibi sıra dışı karakterler toplumda oluşan kırılma dönüşümünü başlatır. Okur Anna’nın yaşadığı yasak aşk ve intiharla sonlanan yaşamı üzerinde dursa da, roman devrim öncesi Rus toplumu konusu üzerinde de duruyor.
Sophie Marceau’nun başrolünde oynadığı 1997 yapımı filmi izlediğimde en önemli ayrıntı, kitabı okuduğumda zihnimde çizdiğim insanları canlı olarak bir karede görmemi sağlamasıydı. Romanın gücü, hayat akışının, büyümenin, değişmenin, temel temaların insan ruhunda yarattığı muazzam etkiyi konuşturuyor. Bir jest, bakış, küçük birkaç kelime, duruş gibi edebî olarak minimal araçlarla anlatmasından geçiyor.
Anna toplumun katı kurallarına karşı duran bir savaşçıdır. Anna’yı güçlü kılan sadece başkaldırısı değil, yaşadığı, inandığı hayatı yaşamasıdır. Anna’nın yaşamı, düşünceleri, hayata bakışı belki de bugün kitabı okunur kılan en önemli etkenlerdendir. Anna, toplumun her dönem değişen ve doğruluğu tartışılan ahlâk kurallarıyla girdiği savaşı, bugün olduğu gibi, o gün de kazanmalıydı.