TÜRK MİLLETİ, İSLAM ÜMMETİ VE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ

  Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir. Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Mustafa Kemal Paşa Amasya Genelgesi (1 ve 3. Maddeler)   Türk Milleti olarak 10 Ağustos 2014’de, 12. Cumhurbaşkanı’nı seçmek üzere sandığa gideceğiz. Bu seçim bir ilk olacak ve oldukça sancılı bir dönemde yapılacak. Her cumhurbaşkanlığı seçimi sancılı olur denilebilir ama yaşadığımız […]


 

Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir.

Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

Mustafa Kemal Paşa

Amasya Genelgesi

(1 ve 3. Maddeler)

 

Türk Milleti olarak 10 Ağustos 2014’de, 12. Cumhurbaşkanı’nı seçmek üzere sandığa gideceğiz. Bu seçim bir ilk olacak ve oldukça sancılı bir dönemde yapılacak. Her cumhurbaşkanlığı seçimi sancılı olur denilebilir ama yaşadığımız tarih dilimine bakmak ve şartları ortaya koymak elzemdir. Türk Milleti nasıl bir dönemi yaşadığını bütün boyutları ile bilmelidir.

Türk Milleti; gerek Ülkenin içinde bulunduğu şartları gerek dâhil olduğu medeniyet dairelerinin şartları ve komşuları ile ilişkileri ve gerekse coğrafyanın yeniden şekillendiği dönemi değerlendirerek oyunu belirlemelidir. Bu bilgilerin ortaya konulması; hem insanların bizatihi kendilerinin ve sorumlu olduklarının gelecekleri için hem de Türk Milletinin topyekün istikbali için zaruridir.

Anayasal sistem açısından iç şartlar

Aslında iç şartlar ifadesi oldukça geniş bir kavramı içermektedir. Çok kapsamlıdır, genel bir çerçeve verilerek incelemek daha doğru olacaktır.

Öncelikle, 12. Cumhurbaşkanı ilk defa Millet tarafından seçilecektir. Hafızalar yoklandığında, 27 Nisan’dan sonra çıkan 367 krizinde Başbakanın “madem böyle diyorsunuz, o halde hodri meydan, Cumhurbaşkanını halk seçsin” demesiyle hiçbir hazırlık yapılmadan, altyapısı hazırlanmadan sistem değiştirilmiştir. %51’i ilk ya da ikinci turda bulan aday Cumhurbaşkanı olacak dolayısıyla siyaseten çok güçlü bir figür ortaya çıkacaktır.

Medyada seçilecek cumhurbaşkanının fiili olarak başkanlık yapacağına dair yorumlar oldukça fazladır. Hatta, Başbakanın aday olacağı, seçildiğinde de yetkilerini tam olarak kullanan bir cumhurbaşkanı olacağı, bunun bir nevi başkanlık ya da yarı başkanlık olarak hayata geçeceği çeşitli zamanlarda kendisi tarafından ifade edildiği yazılmaktadır. Hem de gölge kabine kurulacağı, bu gölge kabinenin üyeleri için yürütülen tahminler kamuoyunun bilgisindedir.

Anayasamız, hükümetin meclisten çıktığı parlamenter sistemi hükme bağlamaktadır ve cumhurbaşkanı yetkilerinin fazlalılığı tartışılmakla birlikte sorumsuzdur. Kullanacağı yetkilerin sonuçları itibarı ile görev yaptığı süre içindeki kararlarından ötürü bırakın yargılanmayı sorgulanmasını önleyen bir zırhı vardır.

10 Ağustos seçimleri, cumhurbaşkanının Türk Milletine fiili başkanlık yapacağı bir sonuç getirdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti, devlet olarak tercih ettiği sistemin dışına çıkan, yazılı kuralları ile fiili durumun birbirine örtüşmediği, hatta bu durumu tercih etmiş devlet halini alacaktır.

Sistemini değiştirmeden böyle bir yöntemi tercih ederek devleti değiştirmek ve milletin hayatını yönlendirmek büyük bir tehlikeyi de beraberinde taşımaktadır.

Öncelikle bu durum bir kaos yaratabilir ve hiçbir devlet ve millet böyle bir süreci taşıyamaz. Kaosun sonu kargaşa ve bilinmezliktir.

Egemenlik ve milli bünye açısından iç şartlar

Türkiye, anayasasında “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. (M 66)” hükmü ile her ferdini Milletin bütünlüğü içinde ve eşit bir birey olarak tanımlayan bir ülkedir. Ancak son 12 yılda tercih edilen siyaset, Türk milletinin bütününün içinden bir etnik bir unsuru farklı kabul ederek bütünün içinden bir parçayı ayırmak üzeredir. Bütün bunların sebebi bu süreci yönetenlerin millet algısı ve devlet anlayışının Türk Milletinin millet ve devlet anlayışı ile farklı olmasıdır.

Bu cümlelerin anlamı Türk Milletinin egemenliğinin paylaşılarak daraltılacağıdır. Bu daralma hem nüfus hem de toprak küçülmesini ifade etmektedir.

Oslo’da yapılmış olan müzakereler, İmralı’da mutabakat haline getirilmiş ve bu mutabakat hayata geçirilmektedir.

Türkiye, tıpkı 20. Yüzyılın başındaki gibi bir toplumsal kargaşayı yaşamaktadır. Milletin bütünlüğünün harcı dağılmak tehlikesi ile karşı karşıyadır, dolayısıyla Türk Milletinin milli bütünlüğü tehdit altındadır. Başka bir deyişle Türk Milleti yüz yıl yani Osmanlı’nın dağılma dönemindeki şartlara dönmüş, yeniden toparlanmak için bir hayli gayret sarf etmek gerekmektedir.

Sistemdeki sıkıntının yanında egemenlik paylaşımı talepleri ve bu taleplerin Ankara’da bulduğu karşılık, kaosun ağırlığını arttırmaktadır. Bu gidişin 10 Ağustos’tan sonraki yönü Türk seçmeninin yapacağı tercihle doğrudan alakalı olacaktır.

Müslüman coğrafya açısından dış şartlar

İslam Coğrafyası da çok zorlu şartları yaşamaktadır. Yüce Dinimizin tehvid akidesi terk edilmiş, bırakın mezhep zeminini aynı mezhebin zihniyet ve anlayış farklılıkları dahi savaş ve katliam sebebi olarak ortaya çıkmıştır.

Komşularımız Irak ve Suriye ile geçmişteki topraklarımız olan Libya’da iç savaş yaşanmakta, Mısır iç savaşın sınırlarında dolaşmaktadır. Sudan ise yaşadığı iç savaş sonucunda bölünmüştür. Cezayir, Tunus çok sancılı ve hareketli bir süreci zar zor atlatmışlar, kıpırdayamaz durumdadırlar.

Irak’taki ve Suriye’deki Türkler çok zor durumdadır. Bu satırlar kaleme alındığı sıralarda (18 Haziran 2014) Telafer, Tuzhurmatu ve Tazehurmatu’da Türkler katliama uğramaktadırlar. Ölü sayısı her an artmaktadır.

2003 yılında bir oldubitti ile işgal edilen, tapu ve nüfus kayıtları imha edildiğinde “hiç merak etmeyin kayıt asılları Türkiye’de” denilen Kerkük’ün adı bile anılmaz olmuş, Lozan’da verildi(!) diye yıllarca kızdığımız Musul’a katiller sürüsü IŞİD girmiş, soykırım yapmaktadır. Ancak, bugüne kadar Lozan için İsmet Paşa’ya kızanlardan hiç kimse, bırakın Musul’u ağzına almayı, bölgede Türkler hiç yokmuş gibi davranmaktadır.

Türkiye’nin Mısır’la ilişkileri maslahatgüzarlık seviyesine indirilmiş, Suriye ile neredeyse savaş çıkacak bir haldedir. Irak Devleti ile çok ciddi sorunlar yaşadığımız bir gerçektir.

Başbakan Gazze’ye gideceğim dediğinde, Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas “gelme” diyerek ziyareti engellemiştir.

Bütün bunların sebebi nedir diye bakıldığında cevaplardan birisi ve hatta en önemlisi Türk Devletini yönetenlerin, millet birliğine inanmadıklarından ötürü, ümmetin içinden bir parça ile birlikte hareket etme arzusudur. Bu parça İhvan-ı Müslimin ya da Türkçe adıyla Müslüman Kardeşler’dir.

İhvan hareketi, zaman zaman, iç karışıklıklara yol açabilecek metotları tercih edebilen bir siyasi harekettir. Türkiye, yaşanan bu süreçte başat rol oynamaya çalışmış, ancak hiçbir ülke iç işlerine karışılmasına sessiz kalmamış ve karşılık vermiştir.

Batı dünyası nerede?

Türkiye’nin rotasını belirleyenlerin yetiştikleri fikri zemin, aslında, Batıya şeytan olarak bakmakla birlikte, strateji değişikliğine gidilerek, hedeflerine ulaşmak açısından Batıyla işbirliğine girmişlerdir.

Bu işbirliği, 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılmış olan saldırılardan sonra ABD Başkanı George W. Bush’un “haçlı seferini başlatıyorum” ifadesi ile birlikte değerlendirildiğinde Batının hedefi daha anlaşılır hale gelecektir.

Başlarda, AB Tam Üyeliği yolculuğu ile başlayan ve asıl hedefi oldukça başarı ile örtüleyen bir rota izlenmiştir. Fakat baştaki proje ortakları öncelikle İhvan’la ilgili düşüncelerin vücut bulması ve IŞİD, Nusra, El Kaide gibi acımasızca katliam yapan teröristlerin varlığı karşısında Türkiye’yi yalnız bırakmışlardır.

Bu durumda Türkiye, İslam Coğrafyasında bir başına kalmış, fırtınada dümeni bozulmuş gemi misali savrulmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, kurulmuş olan kumpas neticesinde, Türk Ordusu’nun İslam Coğrafyası’nı huzur içinde yaşatan gölgesi neredeyse kaybolma derecesine gelmiştir. Bu husus gerek Türk Milleti gerekse İslam Ümmeti için çok büyük bir tehdittir.

Bu durumun düzeltilmesi çok zor olmakla birlikte imkânsız değildir.

Öncelikle, Türk Milleti bilgilendirilerek 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir de bu açıdan bakması temin edilmeli, kullanacakları oyun ne anlama geleceği anlatılmalıdır.

Özellikle, cumhurbaşkanlığı seçiminin bir iç siyasi rekabet konusu yapılmasından şiddetle kaçınılmalı ya da genel seçim havasına sokulup parti yarışı haline getirilmeden Türk milletinin rahat nefes alabileceği bir sonuç elde edilmeli ve sonuçta toplumsal mutabakat sağlanmalıdır.

***

Aslında her bir başlık ayrı bir inceleme ve yazı konusu olmakla birlikte, fotoğrafın bütününün görülebilmesi için böyle yazmayı tercih ettim. Tamamı da Türk Milleti ve Devletini ilgilendiren konulara aynı anda dikkat çekmeye çalıştım.

Türk Milleti; gerek kendi tarihini gerekse yakın ve uzak komşularının siyasi ve kültür tarihini bilen bir cumhurbaşkanı ile komşuları ve diğer devletlerle ilişkilerini yeniden düzenleme imkânına kavuşabilecektir.

Cumhurbaşkanlığı seçimi bunun için çok önemli bir fırsattır. 

 

Yazar

Hakan Paksoy

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar