Türkiye kurulduğu günden bugüne bulunduğu stratejik konum dolayısıyla birçok iç ve dış tehditlere maruz kalmıştır. Son zamanlarda karşılaştığımız ve milletçe en çok canımızı yakan olay ise şüphesiz ki, terördür. Terörü önlemek için kısa, orta ve uzuan vadeli birçok aracı aynı anda devreye sokmak gerekmektedir. Terörün güvenlik, finans, asayiş, sosyal ve psikolojik önlemleri ile beraber uluslararası […]
Türkiye kurulduğu günden bugüne bulunduğu stratejik konum dolayısıyla birçok iç ve dış tehditlere maruz kalmıştır. Son zamanlarda karşılaştığımız ve milletçe en çok canımızı yakan olay ise şüphesiz ki, terördür. Terörü önlemek için kısa, orta ve uzuan vadeli birçok aracı aynı anda devreye sokmak gerekmektedir. Terörün güvenlik, finans, asayiş, sosyal ve psikolojik önlemleri ile beraber uluslararası boyutlarını da öğrenmek ve eşgüdüm içerisinde önlem almak durumundayız. Bu çerçevede Türkiye için Avrupa Birliği ülkelerinin terörle mücadelede samimi bir şekilde yanımızda yer alması son derece önemlidir.
Avrupa’nın her ne kadar IRA ve ETA terör örgütlerinden tecrübesi olsa da Türkiye’deki terör olaylarına, Amerika’daki 11 Eylül saldırıları kadar ilgi gösterilmediği söylenebilir. Terörün vahameti İstanbul, Madrid ve Londra’da gerçekleşen terör saldırılarından sonra bir ara dikkate alınmışsa da daha sonra AB ülkelerinin bu konudaki ikili standardı devam etmiştir.
Ayrıca Amerika’da 11 Eylül’de yaşanan İkiz Kuleler’e düzenlenen saldırı sonrasında terörün sadece gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşen azınlıkların bir nevi “özgürlük mücadelesi” olmaktan çıkıp bütün dünyayı tehdit edebilecek bir güce ulaştığı da görülmüştür.
Avrupa Birliği ülkeleri, Amerika ve Türkiye’nin teröre bakış açılarının da farkı göz ardı edilmemelidir. AB ülkeleri daha önceleri teröristleri “başka çareleri kalmamış özgürlük arayıcıları” olarak görmekteydi. Amerika ve Türkiye’nin ülkenin “terör”den anladıklarının farklı olması en başta belirtilmesi gereken mühim noktalardan birisidir. ABD, “hegemonyasını sürdürmek” için küresel terörü kullanırken Türkiye’nin terörle mücadelesindeki temel amacı “devletin bekası” olarak şekillenmektedir.[1]
Daha önceleri baskı altında yaşayan, sahip olmaları gereken hakları elde edememiş bir grubun isyanı olarak karşılanabilen bu eylemlerin ciddi boyutlara ulaşması ülkeleri birlik olup terör karşısında durmaya itmiştir.
Avrupa söz konusu olduğunda bu duruma verilebilecek en iyi örneklerden biri, Avrupa Parlamentosu’nun 11 Nisan 2008 tarihinde yaptığı oturumda ana günden maddelerinden birinin terör olması gösterilebilir. AP’nin bu konuyu gündem maddesi yapmasının iki nedeninden ilki New York’ta düzenlenen 11 Eylül saldırıları sonrası çoğu Avrupa Birliği ülkesinde bulunan “anti terör yasalarının” gündeme gelmesiyle birlikte özellikle liberal politikacıların temel hakların ihlali konusunu dillendirmeye başlamaları, ikinci olarak da terörle mücadelede AB üye ülkelerinin genellikle güvenlik güçlerine endeksli olması ve bununla sınırlı bir yaklaşım içerisinde olmaları olarak nitelendirilmektedir.[2]
Avrupa ülkelerinin terör konusuna yaklaşımlarının yetersiz olduğunu anlamaları olayların kendi vatandaşlarının yaşam özgürlüklerinin kısıtlanması ve ülke ekonomilerinin zarar görmesiyle doğru orantılı gerçekleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Teröre karşı önlemlerin erken alınmasının daha güçlü bir ülke için gerekli olduğunu, birçok ülke kendisi tecrübe ederek öğrenmiştir. Bu duruma ne yazık ki, Türkiye de dâhildir.
Ayrıca terör konusunun sadece tek bir ülkeyi veya sadece bir grup insanı ilgilendirmediği anlaşıldıkça, ülkelerin birbirleri ile güvenlik üzerine sağlam ilişkiler kurması ve bunları karşılıklı anlayış ve güven esasına dayandırmalarının da gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Türkiye her konuda olduğu gibi terör konusunda da hem Avrupa Birliği ülkeleri hem de doğudaki komşuları ile güvenilir ilişkiler kurmalıdır. Bunun için atılan en son adımlardan biri olarak 21 Ekim 2011’de Ankara’da yapılan toplantı örnek gösterilebilir. Toplantıda Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve İranlı meslektaşı Ali Ekber Salehi tarihinde yaptıkları açıklamalarda PKK’ya ve PJAK’a karşı birlik olduklarının altını çizmişlerdir. 19 Ekim 2011 tarihinde yaşanan terör 1990’lı yıllardan beri PKK’nın bir gecede gerçekleştirdiği eylem olarak tarihte yerini almıştır.
Bu olay sonrasında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Bundan sonra teröristleri tamamen ortadan kaldırmak için beraberce ortak bir hareket planı içinde çalışacağız.” demiştir. Aynı şekilde Irak Dışişleri Bakanı Zebari’de PKK ve PJAK’ın iki ülke için de “ortak sorun” oluşturduklarını ve “beraber hareket etmenin önemini” sözlerine eklemiştir.[3]
Avrupa ülkelerinin terör konusunda işbirliği yapmaya başlamaları terör ancak kendilerine zarar verdiğinde başladı demek yanlış olmayacaktır. Örneğin Belçika, İngiltere ve İspanya’da terör faaliyetlerinde bulanan IRA ve ETA örgütlerine mensup üyeleri vermemekte direndiği gibi, örgütlerin kendi toprakları içerisinde yürüttükleri siyasi eylemlere de göz yummaktaydı. Bu sebeplerle İngiltere ve İspanya’nın Belçika ile arasındaki gerginlik AB üyesi olduktan sonra da sürdüğü söylenmektedir.[4]
Belki de İspanya’ya özgü terör sorununa Belçika’nın da müdahil olmasının yarattığı sonuçlar göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin sorunu olan PKK ve DHKP-C terör örgütleri konusuna karışmak istememektedirler. Fransa ve Belçika, PKK terörünün Türkiye’nin sorunu olduğu düşüncesi ile konuya uzak kalmak istemiş olması mümkündür.
Bu olaya başka bir örnek olarak, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrasında İtalya ve Yunanistan’ın yaşadığı tereddütleri söyleyebiliriz. Ayrıca 8 Eylül 2011 tarihinde Fransa’da Kürt Dernekleri Federasyonu (FEYKA), Avrupa Sol Partisi ve Fransa Komünist Partisi’nin destek verdiği bir yürüyüş gerçekleşmiştir. Yürüyüşün ana başlığı “Öcalan’a Özgürlük Kürdistan’a Barış” olmuştur. Fransa’nın yanı sıra Belçika, İsviçre ve Hollanda’nın da yakın bölgelerinden binlerce kişi yürüyüşe katılmıştır. Avrupa ülkelerinin genel fikri her ne kadar Türkiye’deki terörün son bulması yönünde olsa da ülkelerinde azımsanmayacak derecede bir toplumsal ve siyasi bir yapılanma olduğu görülmektedir.[5]
Bu yürüyüşe Almanya’dan da katılım olmasına rağmen yine de diğer Avrupa ülkelerine göre daha duyarlı davranmıştır. Bunun sebebinin Almanya’nın Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak mı olduğu yoksa 1990’lı yıllarda PKK’nın Almanya’da yaptığı faaliyetler mi olduğu düşünülmelidir. Almanya PKK’nın üst düzey kadrosunu yakalamıştır fakat kısa süre sonra “pişmanlık yasasından” faydalanıp serbest bırakılmışlardır.[6]
Ancak İngiltere’deki Muhafazakâr Parti’nin Parlamento üyelerinin Kürdistan Bölgesi’ndeki gelişmekte olan demokrasiye atıf yapması ve Arap Baharı’nın etkilediği ülkelere ilham kaynağı olması gerektiğini dile getirmişlerdir.
Parlamento üyesi Robert Hafton “Demokrasi sadece seçimler demek değildir. Aynı zamanda hukukun üstünlüğü, mülkiyet hakları, serbest geçiş hakkı, kadınların ve azınlıkların korunması ve dinlere olan toleranstır.” demiştir. Buna ek olarak da Irak’ın diğer bölgelerinde yaşayan insanlara göre Kürdistan bölgesinde yaşamanın bir Hristiyan için çok daha rahat olduğunu vurgulamıştır.[7]
Değerlendirme
İnsan hakları, eşitlik ve özgürlük konusunda duyarlı olduğu bilinen Avrupa’nın Türkiye’deki azınlıklar konusunda da kati yargılardan kaçınması bir dereceye kadar anlaşılabilir. Ayrıca Avrupa’daki ülkelerin terör konusundaki duruşlarının kendi siyasi istikrarları için de çok ciddi anlamda önemi bulunmaktadır. Buna en yakın örnek olarak Fransa’nın 2012 seçimleri öncesinde Kürt Dernekleri Federasyonu (FEYKA), Avrupa Sol Partisi ve Fransa Komünist Partisi’nin ortaklaşa düzenlediği Öcalan’a özgürlük yürüyüşünde Sarkozy’ye karşı da bir tutum sergilemeleri gösterilebilir.
İngiltere, Belçika, Fransa gibi Avrupa ülkelerinin terör konusunda farklı tutumlara sahip olduğu söylenebilir. Ancak hangi koşulda olunursa olunsun, küreselleşen dünyanın kaçınılmaz bir getirisi olarak, duyarsız kalınan bir konuda tek bir tarafın canının yanmadığı, bir ülkede yaşanan olayın diğer ülkelere de sıçramasının an meselesi olduğu görülmektedir. Ülke ilişkilerinin bu kadar birbirine endeksli olduğu bu zamanlarda “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” gibi bir düşünce tarzının benimsenemeyeceği açıktır.
Sonuç olarak söz konusu durum olan terör, insan hakları ve özgürlükleri meselesinden çoktan çıkmıştır ve Türkiye’nin yıllardır kanayan yarası olmuştur. Terör yandaşlığı ile özgürlük savunuculuğu arasındaki derin uçurumu fark etmek içinse çok fazla çaba harcamak gerek yoktur.
[1]Ahmet Gencehan Babiş, ABD – Türkiye İlişkilerinin Zayıf Halkası: PKK Sorunu,http://turksam.org/tr/a2506.html, Erişim Tarihi: 23 Ekim 2011.