Yükleniyor...
Kur’an-ı Kerim (Hucurât, 49/13, TDV. İslâm Ans.)’de; “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” denilmektedir.
Ayetin kısa tefsiri de şöyle; “Müslümanların dünya görüşlerini ve değer ölçütlerini dayandırdıkları ayetlerden biri de budur. Fertler, gruplar, kavimler, ümmetler, milletler siyasi, kültürel, biyolojik, coğrafi vb. farklarla birbirinden ayrılır; bu farklara bağlı olarak farklı kimlik sahibi olur, bu kimlikle tanınır ve tanışır. Ayrıca her biri kendi farkını, özelliğini bir gurur, değer ve övünç vesilesi yapar. Ayet farklı yaratılmanın ‘kimlik edinme ve bu kimlikle tanınma, tanışma’ fonksiyon ve hikmetini onaylıyor; ancak farklı sosyal ve etnik gruplara mensup olmanın üstünlük vesilesi olarak kullanılmasını reddediyor.”
Bu ayetten anlıyoruz ki, Tanrı; insanları milletlere, boylara, kabilelere ayırmıştır. Ne için? “Tanışalım” diye…
Unutmayalım! Dünya bir milletler mücadelesidir ve bugün de bu mücadele devam etmektedir. Hatta bazen din ve mezhep savaşlarına dönüşmektedir.
Türklerin büyük çoğunluğu Müslümandır ama farklı din ve inançtan olan soydaşlarımız da vardır. Bu soydaşlarımızı ayırmamız, dışlamamız ya da dikkate almamamız olmaz/olamaz. Herkesin dini veya inancı kendinedir!
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, “Kavramları ayırmak” başlıklı (27.12.2020, Yeniçağ) yazısında; “Soy, ırk, millet kavramları son zamanlarda çok karıştırılmaktadır. Soy, ‘bir atadan gelen kimseler topluluğu’ anlamındadır. Dar anlamda, ‘sülale’ kavramını karşılar. Geniş anlamda aynı atadan geldiği kabul edilen millet fertleri için kullanılır.
Irk, ‘kalıtımsal olarak ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğu’ demektir. Bu anlamda siyah, beyaz, brakisefal, dolikosefal ırklardan söz edilebilir. Biyolojide canlı türlerinin alt bölümleri de ırk kelimesiyle ifade edilir.
Sözlüğünü 1900 yılında yazan Şemseddin Sami, ırk kelimesinin üçüncü anlamı olarak ‘nesil, sülale, zürriyet, nesep’ kelimelerini vermiştir.
Görüldüğü üzere 20. yüzyılın başlarında ırk kelimesinde ‘soy’ anlamı hâkimdir. İstiklâl Marşı’nda ve cumhuriyetin ilk yıllarında ırk, daha çok ‘soy’ anlamında kullanılmıştır; Türk ırkı sözleriyle ‘Türk soyu, Türk milleti’ kastedilmiştir.
Millet kavramı ise ‘soy’ ile ilgili olmakla birlikte soydan farklı bir kavramdır. Milletin çeşitli tarifleri arasında bence en kapsayıcı olanı ortak mensubiyet şuuruna bağlı olan tariftir.
Aynı milletten insanlar arasında soy, dil, tarih, vatan, kültür, din vb. ortaklıklar olabilir. Önemli olan insandaki mensubiyet şuurudur.”
“Türk adı nereden geliyor? Tarih sahnesine ne zaman çıktılar?” gibi konulara girmeyeceğim ama yine Ercilasun Hocanın “Türklük” başlıklı (04.01.2015, Yeniçağ) yazısından alıntı yapacağım: “Türklük, en az 2.500 yıllık tarihî bir gerçekliktir. Ve hiç şüphesiz Türk’ün belki de 5.000 yıl daha geriye giden bir tarih öncesi vardır. Tarihî dönemlerdeki Türk varlığı övünmemiz için yeterli, muhteşem bir varlıktır. Son 2.300 yıllık dünya tarihi, Türk olmadan yazılamaz. Çin, Kore, Hint, İran, Arap, Rus ve Avrupa tarihlerinin Türk’ten bahsedilmeden yazılması mümkün değildir…
Fakat ne olursa olsun Türklük, tarihin en büyük gerçekliklerinden biridir ve Türkler asırlarca dünyaya yön vermişleridir…” demektedir.
Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğünde “Türk” ün tanımı, geniş ve dar olmak üzere iki şekilde verilmiştir. Geniş tanımı: “Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse.” Dar tanımı ise: Türk (özel isim); “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse.”
Demek ki, Türk Dünyası veya Türk Birliği ile ilgili konularda geniş anlamıyla, Türkiye Türklüğü ile ilgili konularda ise dar anlamıyla bakacağız.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” diyen Atatürk; “Ne mutlu Türk’üm diyene!” şeklindeki veciz sözü ile Türk’ün tanımını da yapmıştır. O, her söylemine “Büyük Türk Milleti” diye başlıyor, yeri geldikçe “Türk milliyetçisi” olduğunu dile getiriyor ve icraatları ile de bunu ispatlıyordu.
Tarihçilerin kutbu Prof. Dr. Halil İnalcık’ın şu sözünü hatırlatmak isterim: Diyor ki; “Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkıp coşku ile ‘Büyük Türk Milleti’ diye ilk kez halka seslenince, ülkede ne büyük bir dalgalanma oldu, şimdi geriye dönük anlayamazsınız. Herkes birbirine bakıp taaccüp ediyordu (şaşmak, şaşkınlığa uğramak).
Bu topraklarda son 700 yılda bir tane yönetici yoktur ki, konuşmasına ‘Türk’ diyerek başlasın. Açın bakın fermanlar ‘Ey kullarım, buyruğumdur’ diye başlardı. Anadolu’nun taşı, toprağı, bitkisi buna alışkın değildi. Şaşkınlığı atmak, hiç kimse için kolay olmadı. Özellikle de asırlarca saray etrafından geçimini sağlayan devşirme tabaka kendini kapının önüne konulmuş hissetti. Bunların bir kısmı boyun eğdi kabullendi, etmeyenlerin kimi dinî, kimi etnik bir kimliğe bürünerek yeni kurulan devletle alttan alta uzun bir mücadeleye girişecekti.”
Anayasamızda (66.md.); “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” yazmaktadır. Dolayısıyla başka bir söze de gerek yoktur.
Şimdi de Ercilasun’un “Şaşmış değerler” başlıklı (24.11.2010, Yeniçağ) yazısından bahsedeceğim: “Son yıllarda Türkiye bir değerler sapmasına uğramıştır. Kutsal bildiğimiz birçok kavram çok hızlı bir şekilde, dehşet verici bir aşınma sürecine girmiştir. Üstelik siyasette, basında, kültür ve sanat dünyasında önde gelen birçok isim, toplumun değerlerindeki aşınmayı âdeta yüceltmektedir. Yüceltmeyenler de süreci tabii bir gelişim olarak görmekte ve kamuoyuna böyle sunmaktadır. Aşınmakta olan değerleri eski, geri ve ilkel gösterme çabaları da toplum üzerinde etkili olan bütün alanlarda kendini göstermektedir. Değerlere bağlı kalmak isteyen aydınlar âdeta sindirilmiştir. Halk ise bir yanda hâlâ önem verdiği değerler, bir yanda bu değerleri önemsizleştirmeye çalışan toplum önderleri arasında sıkışıp kalmış, ne yapacağını şaşırmıştır. Değerler şaşmış, insanların kafası karışmıştır.
Toplumun en büyük değerlerinden biri ‘Türklük’ tür. Türk olmakla övünür, Türk olmaktan mutluluk duyarız.” demektedir.
Maalesef! Bugün Ülkemizde bir kimliksizleştirme politikası yürütülmektedir. Kur’an ayetleri ve hadisler çarpıtılarak “İslâm’da ırkçılık yoktur!” laflarıyla kafalar karıştırılmaya, “Türklük” yok edilmeye ve insanlarımız kimlik bunalımına sokulmaya çalışılmaktadır.
Türkler, tarih boyunca birçok milletle savaşmıştır, ülkeler fethetmiştir ama hiçbir zaman ırkçılık yapmadıkları gibi ülkeleri de sömürmemişlerdir. “Hep veren el olmuşlardır.” Biliyorsunuz, övünerek hep şunu söyleriz: “Türkler fethettikleri yerlerdeki halkın diline, dinine, kültürüne karışmamıştır.” Aksine ve hazin tarafı; Türkler gittikleri veya bulundukları ülkelere uyum sağlayıp kaybolmuşlar, yok olmuşlardır. Tarihimizi biraz derinlemesine okursanız, dünyanın her yerinde “kayıp Türkleri” bulursunuz…
Bu sebeple, öncelikle kimliksizleştirme politikasına “dur!” denilmelidir!