Yükleniyor...
Türk dünyası gerek tarih boyunca gerekse şimdiki zamanda yıkıcı, yok edici, kötücül isteklerin hedefi olmuştur. Türk’ün diline, Türk’ün tarihine, Türk’ün adına, kısaca içinde Türk olan her şeye bazı çevrelerde daima sistemli bir düşmanlık ve onu yok etme çabası var olagelmiştir. Türk’ün son raddeye kadar hareketsiz, durağan kalan yapısı bu düşmanları daha da cüretlendirmiştir. Her yönden ve içeriden saldıran, hastalık gibi yayılan, destek bulan Türk düşmanlığı Türk’ü tarihten silene kadar rahatlamayacaktır. Ancak şu bir gerçektir ki Türk’ü tarihten silmek asla mümkün olmamıştır, mümkün olmayacaktır.
Başlangıçta hareketsiz, uyuşmuş, gafil görünen Türk milleti, bıçak kemiğe dayanınca tabir yerindeyse çıldırır ve artık o kurtuluş yolunun dönüşü olmaz. Tarihimizde bunun pek çok örneği bulunmaktadır. Böyle zamanlarda ortaya çıkan önderler vardır. Yol gösterir. Türkleri derler, toparlar, öne düşerek Türk’ün cesaretine cesaret katar. Ebulfez Elçibey onlardan biridir.
Elçibey’i, davasını yakından tanıyan, bilen Hanım Halilova onun doğumu ile ilgili annesinden öğrendiği şu ilginç bilgiyi aktarmıştır: “Meyransa Hanım’ın aktardığına göre Elçibey Haliloba Yaylası’nda doğuyor. Bu Haliloba, Ulus Dağı’nın bir yaylasıdır. Elçibey’in doğumu sırasında bir kurdun gelip ulumaya başladığı söylenir. O zaman kurdu vurmak isteyenler olduğunda Elçibey’in babası, ‘dokunmayın bu bir elçidir’ diyor. Elçibey doğduktan sonra kurt uzaklaşır”.[1]
Annesi Meyransa Hanım’ın anlatımından yola çıkarak denilebilir ki, Elçibey’in Türk dünyası için yaşayacağı, sonuna kadar bu yolda yürüyeceği, Türk’ün bağımsızlığı ve yükselişi için mücadele edeceği daha doğumunda belli olmuştur.
Ebulfez Elçibey 24 Haziran 1938’de Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin Ordubad ilinin Keleki köyünde doğdu. Batı Türkistan Türklerinin SSCB yönetiminde olduğu dönemde dünyaya geldi. Yaşamı boyunca önce Azerbaycan’ın, sonra bütün Türk soylu toplulukların bağımsızlığına kavuşması, sonra giderek bütünleşmesi en büyük ideali oldu. İlkokul ve liseyi Nahçıvan’da okudu, 1957’de Azerbaycan Devlet Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi Arap Filolojisi Bölümünü kazandı. “Elçibey’in üniversite yılları hem ilmi yönden hem de siyasi yönden yetkinlik kazanıp, bu yönde kendini geliştirdiği yıllar olmuştur. Aynı zamanda bu dönemde (Yusuf Ziya) Şirvani, (Ziya) Bünyadov ve (Elesker) Mehmedov gibi Türkçülük davasına kendini adamış olan âlimlerle tanışmış, bu sayede Türkçülüğün tarihini, ilmini sağlam şekilde öğrenmiştir”.[2]
Elçibey artık gerçek anlamıyla bir Türkçüdür. Bu yolda hedefe ulaşmak üzere Azerbaycan’ın tarihi ve kökleri ile ilgili gençleri bilgilendirmek için dernekler kurdu, aktif olarak çalıştı. Sovyet rejiminin Azeri, Kazak, Kırgız, Özbek… diye bölüp ayrıştırdığı, uydurulmuş alfabelerle dillerini ayırıp birbiri ile anlaşamaz hâle getirdiği özü bir, soyu bir, dili bir Türk milletine özünü hatırlatmak ve diriltmek onun en büyük dileğiydi.
Mezun olduktan sonra Mısır’a gönderildi ve orada 1963-1964 yıllarında tercüman olarak görev yaptı. Mısır’da bulunduğu sırada Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, Ahmet Ağaoğlu gibi Türk dünyasının büyük kalemlerini okumuş, Türkçülük ile ilgili fikirleri daha da derinlik kazanmıştır. Ebulfez Elçibey Türk bağımsızlığı ve Türk birliği yolunun savaşçısıdır. Bunun için yaşayacak ve mücadele edecektir.
1965 yılında ülkesine dönen Elçibey Mısır’da kurulan bir Türk devleti olan Tolunoğulları Devleti’ni incelediği doktora tezini yazdı ve akademik hayata başladı. 1968-1975 yıllarında Azerbaycan Devlet Üniversitesi Asya ve Afrika Ülkeleri Tarihi Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Aynı zamanda SSCB yönetimindeki Azerbaycan’ın bağımsızlığı için mücadele ediyordu. Sevilen, saygı duyulan, öncü bir kişilikti. Sözleri etrafında etkili oluyordu. Gençlerde Türkçülük ve bağımsızlık duygusu uyandırmak istiyor ve başarılı oluyordu.
Elçibey, KGB tarafından takibe alınmıştı. 1976 yılında Sovyet rejimine karşı propaganda yaptığı, rejim aleyhtarı çalışmalar yürüttüğü gerekçesiyle tutuklandı ve 1 yıl 7 ay boyunca siyasi tutuklu olarak hapis yattı. 1978’de şartlı olarak serbest bırakıldı. Hapisle, işkenceyle ya da çıkar vaadiyle yolundan döndürülebilecek kişi değildi. Halkın ona olan güveni ve sevgisi artıyordu.
1988 yılında Azerbaycan Türkleri Sovyet rejimine karşı ayaklanmaya başladı. Karabağ bölgesinin Ermenistan’a verilmesi talepleri vardı. Azerbaycan’daki yerel komünist yönetim de Karabağ konusunda pasif tutum sergiliyordu. Sonunda halk duruma el koydu. Karabağ bölgesi hakkındaki tavrını ve bağımsız yaşamak isteğini bütün dünyaya yüksek sesle ilan etmeye başladı. Kitle halinde gösteriler yapıyorlardı. Elçibey, Sovyet rejimi aleyhtarı bu hareketin önderleri arasındaydı. O ilk defa ulusal düzeyde bir örgütlenme gerektiğini dile getirdi. Bu bağımsızlık hareketi 1989 yılında kurum kimliği kazanarak Azerbaycan Halk Cephesi (AHC) adını aldı. Elçibey AHC başkanı oldu ve mücadelesini politik mecrada sürdürmeye başladı.
Sovyet rejimi altında yıllarca yılmadan, yorulmadan yapılan mücadelenin sonunda o kutlu gün geldi. Özlemle beklenen bağımsızlık gerçek oldu. SSCB’nin dağılmasının ardından Türk dünyasının üyeleri 1991 yılı boyunca birer birer bağımsızlığını ilan etmeye başladılar. Azerbaycan, 18 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlığını resmen ilan etti. Ayaz Muttalibov’un kısa süren cumhurbaşkanlığının ardından 7 Haziran 1992’de yapılan seçimlerde Elçibey yüzde 60,9 oyla Azerbaycan Cumhurbaşkanı seçildi.
Elçibey bağımsız Azerbaycan’ı Türk olan özüne döndürmek için çalışmalara başladı. “Azerbaycan’da başlattıkları ‘yeniden kendine dönüş hareketinde esas olarak Azerbaycan halkının, kendi öz kökünü ve soyunu bilerek ve öğrenerek, Türk milletinin bir parçası olarak mücadelesini bilinçli bir şekilde sürdürmeye dayanan çalışmalara büyük önem verdiklerini kaydederek, Azerbaycan halkının nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu anlayarak hürriyet için mücadelesini devam ettireceğini söylüyordu”.[3]
Öncelikle ordu millî olmalıydı. Elçibey buna büyük önem ve öncelik veriyordu. İlk iş olarak Sovyet ordusunu devre dışı bıraktı. Ardından Azerbaycan’ın kendi parasını tedavüle soktu. Azerbaycan onun cumhurbaşkanlığı döneminde Kiril alfabesinden çıkarak Latin kökenli Türk alfabesine geçti ki bu Türk birliği için atılmış en önemli adımlardan biri oldu. Türkçeyi resmî dil olarak kabul etti. İdealist, kararlı bir dava adamıydı ve yolunda adım adım ilerliyordu.
Ebulfez Elçibey gerek eğitimci kimliği ile gerek devlet adamı kimliği ile hem yılmaz bir savaşçı, hem de bilge bir önder olarak yalnızca Azerbaycan Türklüğünün değil, bütün Türk dünyasının sevgi ve saygısını kazandı. Elçibey’in hayali bütün Türk soylu toplulukların birleşmesiydi. Ancak şu bir gerçek ki Türkiye’ye, Türkiye Türklerine sevgisi başkaydı. Turan’a giden yola Türkiye ve Azerbaycan’ın yakınlığı ile başlamak istiyordu (Onun temelini attığı ve dilediği Türkiye-Azerbaycan işbirliği 30 yıllık Karabağ esaretinin sonunu getirmiştir).
Kardeş Azerbaycan’ın bilge Cumhurbaşkanı, büyük devlet adamı Elçibey ilk yurt dışı ziyaretini Türkiye’ye yaptı (24-27 Haziran 1992). Hayatı boyunca ulu önder Atatürk’e büyük bir saygı ve sevgi duymuş olan Elçibey’in Anıtkabir özel defterine yazdığı şu sözler muhteşemdir:
“Ey büyük Türk’ün büyük komutanı, sizi ziyaret etmekle özüm ve milletim adına onur duydum. Senin askerin Elçibey”
Türkiye ziyareti sırasında TBMM’de yaptığı konuşmada da Atatürk’e olan sevgisini özellikle belirtmiş ve yolunun daima onun çizdiği yol olduğunu vurgulamıştır. Elçibey’in Atatürk sevgisinin bir diğer çarpıcı örneğini de Halilova[4] şu şekilde anlatmaktadır: “Elçibey, Mısır’dan dönünce bize iki önemli şey gösterdi. Birisi Kur’an-ı Kerim Kitabı. İlk defa o zaman kutsal kitabımızı gördüm. İkincisi Mustafa Kemâl Atatürk’ün rozeti idi. Bu rozeti Zeki Velidi Togan Elçibey’e hediye etmiş. 1975’te Elçibey KGB tarafından tutuklandığında bir şeye çok üzülmüştü. Diyordu ki: Beni işkenceler üzmedi. En çok üzen şey Atatürk’ün rozetini almaları oldu”.
Elçibey’in kızı Çilenay Aliyeva, babasının Atatürk hakkında “Kalemin gücü yetmiyor Atatürk’ü anlatmaya, ama besteci olsam belki bir senfoni ile anlatabilirdim. Belki bir tek müziğin gücü yeter onu anlatmaya”[5] şeklinde konuştuğunu dile getirmektedir.
Şahsi çıkar, makam, mevki ile hiç ilgilenmedi. Türkçülüğün doğal yapısında olan idealistlik, doğru bildiğinden hiçbir koşulda ödün vermemek, iklime göre yön değiştirmemek onun karakteriydi. Hem dava adamı hem de gönül adamıydı. “Politik olmak”, “Politik davranmak” deyimleri ile ifade edilen zemine göre renk değiştirme hâli onda asla olmadı. Türküm dedi, Türk olmakla gurur duydu ve bunu her yerde yüksek sesle söylemekten çekinmedi. Doğru bildiği yoldan asla dönmedi. Bu yüzden ideallerinin tamamını gerçekleştiremeden doğasına çok da uymayan siyaset dünyasından çekildi. Ancak gönüllerde samimi bir sevgi ve saygının haklı sahibi oldu. Adı anıldığı zaman yüzlerde beliren güzel ifade, gönüllerde uyanan güzel duygu ve düşünceler onun en büyük makamı oldu. Ardında onun izinden yürüyen nice nesiller bıraktı.
Ömrünü Azerbaycan’ın bağımsızlığı ve Türk birliğine adayan, bu yolda dönmeksizin, yılmaksızın mücadele eden Elçibey 22 Ağustos 2000 tarihinde, henüz 62 yaşındayken aramızdan ayrıldı. Kardeş Azerbaycan’ın bilge ve yiğit önderini vefatının 21. yılında saygıyla anıyoruz.
[1] Bey Ebulfez Elçibey Kitabı, Hanım Halilova, Söyleşi: Süleyman H. Arslan, Rıhtım Yayınları, Ankara, 2009, s.19
[2] T. Bilgin’den (2016) aktaran: Pınar Yiğit Türker, Türklüğe ve Bağımsızlığa Adanmış Bir Ömür: Ebulfez Elçibey (1938-2000), Er Kişi Elçibey’e Armağan kitabı (Berikan Yayınevi, Ankara 2018) içinde, s. 18.
[3] Dar Geçit-Azerbaycan’ın Demokrasi Yolundaki Çilesi, Dr. Ahmet Ali Arslan, Yeni Düşünce Yayınları, Ankara, 1991, s. 217
[4] Ebulfez Elçibey ile Bağımsızlığa Giden Yol, Prof. Dr. Hanım Halilova, Töre-Devlet Yayınları, İstanbul, 2017, s. 40
[5] Dilara Çimen, Aramızdan Ayrılışının 18. Yılı Adına Ebulfez Elçibey Anısına Kızı Çilenay Aliyeva ve Damadı Agil Semedbeyli ile Söyleşi, Er Kişi Ebulfez Elçibey’e Armağan kitabı (Berikan Yayınevi, Ankara 2018) içinde s. 97