Türkiye’de engizisyon kurulmak üzere

Taassubun da çeşitleri veya kaynağı var. En önemli üçü: tembellik, cehalet ve menfaat. Ve fakat her üçünün de temelinde siyaset var. Siyaset, yani, hâkim olma, egemenlik ve gücü elde tutma mücâdelesi.


Paylaşın:

Tarihte, din konusundaki tartışmalar çoğunlukla kavgayla bitmiş. Kavga dediysem dikkatli davranmaya çalıştım, savaşlar da diyebiliriz.

Tartışmanın temelinde taassup yatıyor. Taassup deyince önce din akla geliyor. Ancak sıkça yaptığımız gibi yine sözlüğe müracaat ettiğimizde: “Bağnazlık; (Bağnazlık) Bir kimseye veya bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlılık, bağnazca davranış, taassup, mutaassıplık, fanatiklik, fanatizm. (TDK Sözlük), Bir kimseye veya bir şeye karşı aşırı taraftarlık gösterme, aşırı derecede tutma (Kubbealtı Lugatı)görülüyor.

Taassubun da çeşitleri veya kaynağı var. En önemli üçü: tembellik, cehalet ve menfaat. Ve fakat her üçünün de temelinde siyaset var. Siyaset, yani, hâkim olma, egemenlik ve gücü elde tutma mücâdelesi. Buradan hareketle taassubun içinde, aynı zamanda, korku da barınıyor. Gücü elinde tutan, elindekini kaybetme korkusuyla yaşıyor. Bu da onu daha fazla taassuba götürüyor. Bir kısır döngü, taassup korkuyu, korku taassubu besler hâle geliyor. Galiba bizler artık olaylara bakmaya alıştığımızdan, sebeplerin temeline inmekte biraz tembel davranıyoruz.

Bir âlimin yalnızlığı

Geçtiğimiz hafta Marmara İlahiyat Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün yıllar önce çekilmiş bir videosu, özellikle birkaç dakikası öne çıkarılarak servis edildi. Bu kısım seyredenlerin çoğunluğu tamamı üzerinde durmadı. Sosyal medyada başlatılan kampanya karşısında yalnız kalan Öztürk, emekliliğe başvurduğunu açıkladı.

Karşı çıkanlara bakıldığında, eski Diyanet İşleri başkanlarının da adını zikrederek, bunlar da böyle, nasıl olur da bu düşüncedeki kişilere ilahiyatlarda ders verdirilir. Diyanet İşleri Başkanlığı buna niçin müdahale etmez? Peygamberimize ve dinimize karşı bu saldırıdır, bunlara karşı devletin tedbir alması gerekir mealinde sözler sarf ediliyor. İmam hatiplerde ve ilahiyatlarda tedbirler alınmalı diyerek de yol gösteriliyor.

Bütün dünyanın ilmi üzerinde mutabık olduğu Prof. Dr. Zeki Velidi Togan Hatıralar’ında, “’Kur’an bir insana telkin ve vahy edilmiş talimat olmak itibarıyla Allah’ın sözü; fakat bir insan tarafından bir milletin dilinde onun folklorunu ve kültür seviyesini aksettiren edebi bir eser olmak itibarıyla Peygamberimizin sözü’ dediğimde babam hiçbir infial ve taassup eseri göstermedi” der. (Türk Diyanet Vakfı Yayınları, 4. Baskı, s. 84)

Zeki Velidi Togan’ın, babasının huzurunda dayısı ile sohbetinde söylediği bu sözler, Mustafa Öztürk’ün konuşmasından cımbızlanan bölümün neredeyse aynısı. Bugün, 21’inci yüzyılda bilgiye ve kaynağa ulaşmanın saniyelerle ölçülmeye başladığı dönemde gösterilen tepki de ortada. Ama Zeki Velidi Bey’in babası etrafına, “O artık kendi içtihadı ile hareket ediyor.” diyecektir.

Hürriyetler dini İslâm…

Geçtiğimiz günlerde Korona Virüsü’ne kurban verdiğimiz merhum âlim Prof. Dr. Hasan Onat’ın, “İslâm dini öyle bir hürriyetler dinidir ki, ona inananların cehenneme gitmeyi tercih etme hürriyeti vardır” sözleri karanlığı aydınlatan bir ışık gibiydi.

Bakara Suresi’nin “Doğrusu biz seni Hak ile müjdeleyici ve uyarıcı gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.” diyen 119. Ayetinde, iradelerini kullanan insan iradesine müdahalenin sınırı da çizilmekte. Öztürk’ün sözlerine “Din elden gidiyor” ile karşı çıkanlar, aslında insanın iradesine ipotek koymaya çalışmaktalar.

Cehaletin taassubu da, menfaatin taassubu da çok tehlikeli. İkisi de imha gücü çok yüksek bomba gibiler. Siyasî menfaat de devreye girip, dinle birlikte bunları kullanmaya başlayınca, bir milleti neredeyse yok edecek seviyeye geliyor. Bunun örnekleri batı tarihinde de, Arap tarihinin Müslümanlıktan sonraki döneminde de var. Hem de Müslümanların bugün dahi çözülemeyen problemleri olarak devam eden bir yaşanmışlık.

Tarihteki örnekler 

Sıffîn Savaşı daha dördüncü halife döneminde yaşanmıştır. Halife Hz. Ali’dir. Muaviye ona bey’at etmez. İki tarafın ordusu Sıffîn’de karşı karşıya gelir. Durumun kötüye gittiğini gören Muaviye, Mushafları askerlerinin mızraklarının ucuna bağlattırarak, ”Allah’ın Kitabı sizinle bizim aramızda hakem olsun!” diye bağırırlar. Halifenin askerleri bunun karşısında duraklar ve Muaviye’nin ordusu hezimetten kurtulurlar. Sonrasında Muaviye’nin hakeminin kurnazlığı, halifenin ordusundaki bir grubun Haricîler diye tarihe geçmesi hep bu savaşın sonucudur. (Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, İmam Ali, TDVY 8. Baskı, 1995)

Bir tarafta Peygamberimizin damadı, amcasının oğlu ve ilk dört Müslümandan birisi olan Hz. Ali, diğeri Ebu Süfyan’ın oğlu ve Peygamberimizin kayınbiraderi Muaviye. Ümeyyeoğulları’ndandır ve 630 yılında Mekke’nin fethiyle birlikte Müslüman olmuştur. Bu savaştan sonra Ümeyyeoğulları’nın (Emevîler) saltanatı başlar. Muaviye’den sonra yerine oğlu Yezit geçer. Kerbelâ katliamında Hz. Hüseyin ve beraberindeki 72 kişi şehit edilirler. Emevîler döneminde Arap olmayan Müslümanların (Mevalî) arkalarında namaz kılınmaz, camilerini ayırırlar. Onlarla aynı hizada yürümez, aynı sofraya oturmazlar. Farklı vergiler yüklerler. Sonra, Abbasoğulları (Abbasîler) iktidarı ele geçirdiğinde, Emevîler’in mezarlarını dağıttılar. İkisi de Kureyş’tendi.

Taassup, din ve siyaset ilişkisinin nerelere vardığının batıda da benzer örnekleri var. 16. yüzyılda Avrupa’da Katolik hâkimiyetine karşı önlenemeyen çıkışlar sürmektedir. Martin Luther ve Calvin öncülüğünde Protestan mezhebi de kurulmuştur. Ama zamanla onlar da kendi kilise hegemonyalarını oluştururlar.

Yıl 1761’dir. Dünyayı değiştiren Fransız İhtilâli’ne daha 28 yıl vardır. Toulouse (Tuluz) şehri çok dindar bir şehirdir. Hiçbir Protestan’ın şehirde ticaret ile uğraşmasına, doktorluk, avukatlık, kitapçılık, ebelik yapmasına izin verilmez. Buna rağmen burada yaşayan, kendi hâlinde bir Protestan aile vardır ve oğlu da koyu Calvinisttir ve bunun yüzünden hukuk okumak istemesine rağmen gidememiştir. Psikolojisi bozulur ve intihar eder. Aile cinayetle suçlanır. Mahkemeye göre aile oğullarını, Katolik olmak istediği için öldürmüşlerdir. Hâkimlerden birisi konuşacak olur, derhal susturulur. Ve nihayetinde baba itiraf etmesi için işkenceye alınır. Bütün uzuvları yerinden çıkıncaya kadar tekerlekte gerilir. Kolları bacakları parçalanır. Sorgu, can çekişirken de sürer ama sonuç alamayınca öldürülür. Yetmez. Mallarına el konulur ve anne ile kızları inzivaya çekilerek açlıktan ölümü beklemeye mahkûm edilir. Başka şehirlerde dinî bir alayı selamlamadığı için suçlu bulunup, ölüme mahkûm edilen kâfirler(!) de vardır. (Kaynak: Hendrik Willem Van Loon, İnsanlığın Kurtuluşu, İstanbul Üniversite Kitabevi, 1945)

Taassup dinin düşmanıdır, insanlığın da. Ve korku da taassubu besler. Korku ve taassup oldukça da ne gelişme ne de çağdaş medeniyete ulaşmaktan söz edilebilir.

Yazar

Hakan Paksoy

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar