Yükleniyor...
Üç büyük tehlike ile karşı karşıyayız. Üçü de ciddi, âcil ve önceliklidir.
Bu tehlikeyi yaratan, mevcut iktidardır. Üstelik hâlâ böyle bir tehlikenin varlığını kabul etmemekte, bunu umursamamakta ve dolayısıyla hiçbir tedbir de düşünmemektedir.
Bölücülük, mevcut iktidardan önce de vardı fakat hiç bu kadar açık, belirgin ve hatta azgın hâle gelmemişti.
Bütün bunlardan “daha elîm ve daha vahim olmak üzere” memleketin iki büyük partisi bu tehlikelerden birine veya birkaçına karşı kayıtsızdır, hatta kayıtsızlıktan da öte bir tutum içindedirler.
İktidar partisi, sığınmacı ve kaçak nüfusun bilfiil yaratıcısıdır; ensar – muhacir edebiyatıyla bu olguyu desteklemekte, benimsemekte, benimsetmeye çalışmaktadır. Yerel seçimlerde birinci çıkan parti de bu olgu karşısında yeteri kadar duyarlı değildir; konuyu Türk nüfusunun bozulması açısından değil yarattığı sosyal problemler açısından değerlendirmektedir.
Laiklik konusunda iktidar partisi zaten tescillidir. Kapatılmadığı için bu konudaki eylem ve söylemlerini artırarak sürdürmektedir. Ana muhalefet partisi evet, çağdaşlık ve laiklik konusunda son derece duyarlıdır fakat Atatürk’ün en önemli ilkesi olan milliyetçilik konusunda hiç duyarlı değildir.
Eskiden beri var olan bölücülük, mevcut iktidarın açılım / çözüm politikaları yüzünden hiç olmadığı kadar öne çıkmıştır. Mevcut iktidar şu anda kendi azdırdığı bölücülüğün terör yüzüyle mücadele etmekte ve bunun için milliyetçi eylem ve söylemlerde de bulunmaktadır. Ancak temelde siyasal ümmetçi bir anlayışa sahiptir.
Ana muhalefet partisi ise bölücü görüş, oluşum ve partilere yakın durmaktadır. Bölücülerin en önemli sloganlarından biri olan “yaşasın halkların kardeşliği” diyen Deniz Gezmiş’i devrimcilik adına yüceltmekte, bu konuda ancak marjinal partilerin takınabileceği bir tutum içinde bulunmaktadır. “Halkların kardeşliği” diyenlerin, PKK ve uzantılarının ana amacının Türkiye’yi bölmek olduğunu dünya âlem bilmektedir. Esasen bu oluşumlar da amaçlarını saklamamaktadırlar. O hâlde CHP yönetimi bu tutumuyla, Atatürk’ün partisi olma iddiasında bulunamaz.
Bu vahamet karşısında milliyetçiler / ülkücüler dikkatli ve hazırlıklı olmalıdırlar. Şu veya bu partiye oy verdi diye birbirlerini dışlamamalıdırlar. Hatalar, seçmenlerde değil, partilerin yönetimlerindedir. Bu “elîm ve vahim” durumdan ülkeyi “milletin azim ve kararı” kurtaracaktır. Hiç şüphesiz bu azim ve kararlılıkta milliyetçiler / ülkücüler en önde yer alacaklardır.