Unutulanlar dışında yeni bir şey yok

Herkese, dost düşman herkese, üniformanızın adamı olduğunuzu göstereceksiniz. Anadolu topraklarının en derin köşesi olan Hakkâri'de baykuş istemiyorum. Size ilk, tek ve son emrim budur.Bunun dışında kalan her şey size verdiğim asıl emrin bir teferruatı olacaktır. Çünkü kahramanlara emir verilmez!


Paylaşın:

Bütüne götüren hikâyeler

Hayat, kısa kısa anılar, mutlu şen kahkahalar ve elem verici ızdırapların bütünüdür. Bu bütünün anlaşılması için muhakkak paylaşılması gerekir. Görünmez bağlar ile birbirimize bağlı olduğumuz bu dünyada bir kişinin yaptığı iyi veya kötü bir şey dolaylı yollarla bütünü de etkiler. Bu etkileşimin adı da hikâyedir. Hikâyenin anlatılması duyguların, dolaylı geçmesinden ziyade doğrudan geçmesini tetikler. Böylece parça parça olan hikâyeler bir bütün hâline gelerek hayatın kendisini oluşturur. Sevinç, mutluluk, öfke, acı, elem, keder, hayal ve umut…

Millet de bir bütündür ve onun parçalarından birisi de işte bu hikâyelerdir. Milletin bütünleşmesi için gerekli olan dil, kültür, aynı ortak tarih ve duygular gibi değerlerdir. İşte hayat dediğimiz bütünün parçası olan hikâyeler, millet dediğimiz bütünün bir parçası olan duygularının tâ kendisidir. Bu sayede ortak duyguları yaşar, farklı olan hayatlara ortak olur acı, sevinç ve kederde buluşarak bütünleşiriz. Böylece bir arada kardeşçe yaşayabilir, duygu ve düşünce dünyamızdaki farklılıkları bir bütünün parçası içerisinde kolayca çözebiliriz. Geçmiş ile geleceğin harmanlanması ve unutulmaması için anlatmak bu yüzden çok önemlidir.

Acıya götüren ihmal ve hatalar

Bir bütünün parçası olan o acıları hatırlamak için kısaca bir geçmişine bakmak gerekir. 1984 yılında Kürdistan İşçi Partisi olarak kurulan PKK, kuruluşu ve ideolojik yapılanmasının sonunda eylemlerine başlamıştır. İlk eylemlerini Siirt’in Eruh ilçesi ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde gerçekleştirmiştir. Bu saldırılar sonrası haberi yemek masasında alan Özal “Üç beş çapulcunun marifeti.” diyerek devlet reflekslerinin çalışmasını yavaşlatmıştır. Hâlbuki verilen şehitler ortalığı ayağa kaldırmaya ve derhal gerekli tedbirleri alarak çalışmalara başlamaya, nedenini araştırmaya götürmesi gerekecek önemdedir. Devlet adamlığı bunu gerektirir. İşte halkın huzur ve refahını yıllarca kaçıran, türlü acılara neden olan büyük bir milleti birbirine düşürmeye çalışan bu bölücü örgüt, o günden itibaren eylemlerini artırarak 36 yıl boyunca kanlı eylemlerine devam etmiştir.

Hatadan döndüren acılar

Terör ve terörün insan zihninde açtığı tahribat sonucu, devletin güvenlik dendiğinde asli görevleri arasında sayılan güç ve otoritesi bu bölgede yıllarca zafiyete uğratılmıştır. Klasik ve konvansiyonel şekilde tertiplenerek; gayri nizamı harp teknikleri uygulayan PKK’ya karşı mücadele edilmiştir.  Bu süreç için bugün hâlâ sorulması gereken ve cevap alınması gereken sayısız soru vardır. Bunlardan birisi de alan hâkimiyetinin PKK’ya örtülü olarak bırakılmasıdır. Türk çocuklarını kurbanlık koç gibi, ölüm kusan pusuların, yalçın dağlarının ortasına mahkûm eden düşüncedir. Dağların dibine (sözde) kaçakçılığı engelleyeceği düşünülerek kurulan karakolların inşa edilme emrini kim neden vermiştir? Bu hatadan ve yapılan yanlışlardan 2008 yılında 300 PKK’lının Aktütün karakolunu basmasına kadar gelen süre zarfında neden dönülmemiştir? Aktütün, Dağlıca vb. karakol baskınları ise eylemin planlanması, yapılışı, gündüz gözü ile dokuz saat devam eden çatışmalara hiçbir müdahale yapıl(a)maması ve eylem sonrası teröristlerin çekilmesi konuları açısında ayrı bir yazı konusudur.

Askerlik bir sanattır

Düşmanla mücadele edebilmek için evvela düşmanı tanımak, harekât planlarını bu doğrultuda belirlemek verilecek olan mücadelede başarıyı getirecek önemli etkenlerdendir. İşte bu uygulamaların yapılmaması ve mücadelede sonuç vermeyen uygulamalardaki ısrar neticesinde kınalı kuzular birer birer toprağa düşmüştür. Her gün haince saldırılara maruz kalınan, devlet otoritesinin delik deşik edildiği, halkın ızdırap içinde korku ve endişeyle kaldığı böyle bir dönemde bölgeye tayin edilen bir komutan önemli bir görev üstlenmiştir. Kendisine Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay komutanlıklarınca sorulan gider misin sorusuna “Komutanım ben askerim. Derhal giderim.” diyerek çelik gibi bir irade ile cevap veren bu komutan Osman Pamukoğlu’dur.

Bölgeye gider gitmez çalışmalarına başlayan Kurmay Albay Osman Pamukoğlu birliklerini devralıncaya kadar misafir komutan olarak gözlemlerde bulunmuştur. Yapılan çalışmalar, coğrafyanın durumu, halkın moral ve motivasyonu, örgütün amacının iyi analiz edilmesi ve yapılan eylemlerin ortaya konularak hangi düşünceye dayanarak yapıldığının tespiti ve nihayet teröristlerin geliş ve gidiş güzergâhları üzerinde çalışmıştır. Tugay komutanlığını devraldığında çiçeği burnunda Tuğgeneral olarak resmen göreve başlamıştır.

Unutulanlar dışında yeni bir şey yok

1993 tarihinden itibaren terörle mücadelede seyir değiştirmiştir. Çünkü alan hâkimiyeti TSK’ya geçmiştir. Bu da düşünen ve kalıp düşüncelerin dışına çıkarak “Askerime leş toplatmam!” kararlılığında ve gayri nizami harbin bütün gerekliliklerini kavrayarak uygulamaya koyan bir komutan sayesinde gerçekleşmiştir.

Göreve başladığı 1993-1995 yılları arasında, Hakkâri Dağ ve Komando Tugayı ve Güvenlik Komutanlığı’nda Tuğgeneral olarak görev yapmıştır. Bu görevi sırasında yaşadıklarını, tecrübelerini aktardığı anılarından oluşan kitabı “Unutulanlar dışında yeni bir şey yok” emekli olduktan sonra 2002 yılında yayımlanmıştır.

Bu kitabın okunması, okuyucuda geçmişle bugün arasında daha kuvvetli bağlar kurarak mücadele azim ve kararlığını artırmaktadır. Yaşanılan acıların temelindeki ayrılıkçı düşüncelere fırsat vermeyecek ve askerlik sanatına olan saygısını, bilgisini pekiştirecektir.

Bu kapsamda paylaşacağım iki husus var. Bunlardan ilki kitapta konusu geçen ve hâlâ daha bilinmezliğini koruyan PKK’nın 5. Kongresinin MİT tarafından gün gün takip edilerek bütün kuvvet komutanlarına bildirilmesine rağmen sınırın 20 km ötesinde yapılan bu kongreye neden müdahale edilmediğidir. O gün müdahale edilseydi 700 kişiden oluşan ve örgütün bütün üst düzey sözde yöneticilerinin bir arada bulunduğu kamp yerle bir edilebilirdi. Bu neden sümen altı edildi? Neden müdahale edilmedi?  Bunun cevabını bulmak, bugünkü yaşadıklarımıza da ışık tutacaktır. Bu gelişmelerin izini sürmek açısından yapılan en hafif ifade ile “hatalar” için sorumlu bulmak kolaydır. Ancak bunu kim yapacaktır? Nasıl yapacaktır? Cevap ortadır. Tarih bize göstermiştir ki ne siyasi partiler ne kurumlar ne kuruluşlar… Hepsini kendi iradesi ile yönlendiren, baskı altına alan, sorgulayan, okuyan, soran, sormaktan korkmayan ve hesabını soran millettir! Şayet biz bunun cevaplarını almak için organize olmaz, kendi bütünlüğümüzü yani kendi hikâyemizi başkasına anlatırsak çöl kumunda patinaj çekeriz. Bu yüzden bu sorulara cevap bulunması ve aynı hataların tekrar edilmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Bu da özgür düşünen beyinlerin ürünü olacaktır. Tıpkı, çözüm süreci adı altında toz pembe hayaller çizerek sözde aydınlarca parlatılan ve bizi hendeklere götüren o sürecin, bugün Türksüz anayasa yapma çalışmaları için yeniden nabız yoklayanlara fırsat vermemek adına, dinç ve teyakkuzda kalmamız gerektiğini haykıran beyinler gibi…

İsimleriyle güneşi yükseltenler

İkinci bir konu ise kalptir. Anadolu’nun kadim kültüründe biz buna gönül de deriz. Bütün duyguların, orada yaşadığıdır. Oraya dokunmadan yapılacak her şey eksik kalacak veya amacına tam hizmet etmeyecektir. Geçmiş ile gelecek arasında köprü kuracak olan bu bağı ise inşa etmek, unutma hastalığımızın önüne geçmeye de imkân verecektir. Bunlardan birisi Hüseyin Nihal Atsız’ın “Ölmezler Yolu” teklifidir. Atsız, bu teklifin içeriğini şöyle açıklamıştır. “Mühim bir nokta da Türkiye’nin uygun bir yerinde bir ‘Ölmezler Yolu’nun yapılmasıdır. Ölmezler Yolu, Türk tarihinin ulu kişilerinin heykel ve anıtlarıyla süslü, en heybetli ağaçların gölgelediği bir tarih yoludur. Şimdilik Alp Er Tunga ile başlayıp Atatürk’le bitecek ve ilerde de yetişecek büyüklerin heykel ve anıtlarının eklenebileceği uzun ve gösterişli bir yol…” (Ötüken 92, Ağustos 1971: 5). düşüncesidir.  Türkiye’nin ölmezleri için yapılan bu çalışmanın bir diğeri ise âdeta ileride yetişecek büyüklerin müjdecisi görevini yerine getiren Osman Pamukoğlu tarafından hayata geçirilen “İsimleriyle Güneşi Yükseltenler Anıtı”dır. 1984 yılı ile 1995 yılı arasında 28 subay, 21 astsubay, 574 erbaş ve erin rütbesi, adı, baba adı, doğum tarihi, memleketi, şehit olduğu yer ve zamanın yer aldığı anıttır. Oradan hiç kaybolmayacak ve hayat dediğimiz bütünü oluşturan destanî hikâyeyi kahramanca yazan kahramanların isimlerinin hiç unutulmadan ve her daim bize bu hayatın ne bedeller ödenerek verildiğinin gösterilmesidir. Bize kendi kahramanlarımızın, hikâyelerimizin sembolik olarak en güzel anlatımıdır.

İsimleriyle güneşi yükseltenler anıtı

Aslanlarını çakallara yem eden milletlerin bedel olarak, o çakallar tarafından parçalanması, tarihin bize anlattığı bir başka acıklı hikâyedir. Bu yüzden bu bedelleri ödeyerek isimleriyle güneşi yükseltenleri anmak, o kahramanların aziz hatıralarına sahip çıkmak demektir. Anılarına sahip çıkmak, çok okumak, yazmak ve bunu her fırsatta anlatmak her birimizin görevidir. Biz anlatmaz, zamanında anlatılanlara kulak vermezsek hikâyelerimiz hep acıdan ibaret kalacaktır.

İsimleriyle güneşi yükseltenler, millet olmanın ortak paydasını bize gösterenler, acı ve kederin; mutluluk ve huzur için fedakârca çekildiğini göstermişlerdir. Bunu anlatarak gelecek nesilleri dinç tutanların aziz hatıralarını saygı ile selamlıyorum.

Seni çelik pençemle ezerim

Hayat hikâyelerinin derlendiği, kardeşliğin et ve kemik bulduğu aşağıdaki video ile sizleri baş başa bırakırken, bizi millet yapan asli değerlere zarar vermeye çalışan her türlü müdahalenin karşısında, hiçbir engel tanımayan, Türk milletinin bir ferdi olarak son nefesimize kadar mücadele edeceğimizi tekrar hatırlatıyorum.

Yazar

Mehmet Onur Karadayı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar