Üretmek veya üretmemek, işte asıl mesele bu!

Başarı denize düşmemektir. Asıl başarı, tükettiğimizden çok üretmektir. Daha da somutlaştırayım: Asıl başarı cari fazla vermektir. Yani harcadığımızdan çok kazanmaktır asıl mesele.


Paylaşın:

Borç bulur muyuz, bulamaz mıyız? Bulursak kaça buluruz? Sıcak para gelir mi? Sıcak para gelsin diye faizleri ne kadar yükseltmeliyiz? Yaklaşan ödemeleri nasıl döndüreceğiz?

Televizyonlarda, gazetelerde bunlar konuşulur. Bunlardan da önemlisi, asgari ücret zammı. Emekli maaşları  zammı. Ne kadar, yüzde kaç, seyyaneni de var mı, cumhurbaşkanı hepsinin üstüne bir şeyler daha koyar mı? Sonra emeklilikte yaşa takılanlar. Galiba artık takılmıyorlar. Yoksa hâlâ takılanlar mı var? Biraz daha erken emekli olsalar. Biraz daha az pirim ödeseler… 

Sık sık tekrarladığım bir anayasa değişikliği teklifim var. Hani torba anayasa değişikliği yapacağız ya, cumhurbaşkanı istediği kadar çok seçilebilir, vs… Bir de bunu ekleyiversek: “Her Türk vatandaşına,doğumunda, kimlik kartı ile birlikte bir emekli cüzdanı ve ana-babasının seçeceği bir üniversite diploması verilir.” Böylelikle biz dünyanın en eğitimli ulusu oluveririz. 

Para sayan eller dert görmesin

Gerçek dünyaya dönersek: Bu televizyon “haber”lerinin ve yorumlarının en hoşuma giden tarafı, emekli maaşından enflasyon rakamlarına kadar ortasından, kıyısından, köşesinden ekonomiyi ilgilendiren her haberde ekranda hep aynı görüntüler dönüyor: Hızlı hızlı banknot sayan eller. Herhâlde eller yeterince çarpıcı değil diye para sayma makinaları. Takır takır para sayıyorlar. Bir de banknot matbaasından para basma manzaraları. Ebat kâğıtların üstünde yüzlerce banknot basılmış, herhâlde giyotine gidiyor. (Telaşlanmayın. Matbaacılıkta ebat kâğıt veya kitap kenarlarını kesen bıçaklara giyotin denir. Bu giyotinlerin Fransız ihtilalindekilerle ilişkisi yok.) Sonra başka bir kanalda başka bir ekonomi haberi ve yine paralar sayılıyor. Ne yaratıcılık değil mi? Yıllardır bu hızlı para sayan elleri seyrediyoruz ve galiba bıkmıyoruz; gece araba farına takılan tavşan gibi hipnotize oluyor, dalıp gidiyoruz. Acaba, itiraf etmesek de o paralar bizim ve biz sayıyoruz hayaline mi kapılıyoruz ?   

Türkiye ekonomisi dendiğinde, bizim problemlerimiz bunlardan ibaret mi? Diyelim borç bulduk. Diyelim uygun faizle bulduk, diyelim sıcak para geldi… Başarılı mıyız? İç siyasetin propaganda bombardımanına bir an kulağımızı tıkarsak, dünyanın bizi kıskandığı veya yakında aya gideceğimiz hikâyelerini bir an duymazdan gelirsek şu gerçek karşımızda: Kişi başına gayrisafi yurtiçi hasılada dünyada 64. sıradayız! 

Asıl başarı

Yukarıda saydığım borç, sıcak para, faiz işleri denize düşmüş adamın boğulmamak için tutunmaya çalıştığı enkaz parçaları gibidir. Onlara tutunmak başarı değildir. 

Başarı denize düşmemektir. Asıl başarı, tükettiğimizden çok üretmektir. Daha da somutlaştırayım: Asıl başarı cari fazla vermektir. Yani harcadığımızdan çok kazanmaktır asıl mesele. Bu bir şahsın, bir evin ekonomisi için de doğrudur, bir şirketin de bir ülkenin de. Ne yazık ki on yıllardır bunu beceremiyoruz. Üretemiyoruz. Ürettiklerimiz de yükte ağır, pahada hafif şeyler. Düşük teknoloji, orta teknoloji ürünleri. İşte bu çıkmazı aşamazsak hep çırpınacağız, hep borç, hep sıcak para arayacağız. 

Erbakan’dan, Necip Fazıl’dan miras, akıl almaz bir “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur.” vecizesi ile ekonomimizi kayalıklara oturttuk. Fakirleştik. Nesilleri harcadık. Geleceğimizi borçlandırdık. Şimdi, ilk hedefimiz dezenflasyondur, diyoruz. Yani fiyat artışlarının sınırlandırılması. Çok anormal bir hâlden daha az anormal bir hâle dönüşü, ideal edinmişiz. 

Dezenflasyon acı reçetedir. Piyasada dönüp dolaşan parayı sıkarsınız. Kredi muslukları kapanır. Yatırımlar yavaşlar veya durur. Paranın bol olduğu ve kolay bulunduğu ortamlarda yeşeren teşebbüsler batar. İşten çıkarmalar olur, işsizlik artar. Acı ilaçtır ama enflasyona göre ehveni şerdir. Aslında iktidara bir ipucu vereyim. Böyle zamanlarda IMF’nin, borç vermekten başka bir yararı da vardır. Vatandaşın canı yandıkça, “Kahrolsun IMF!” propagandası yaparsınız. Siz aradan sıyrılırsınız. IMF’nin ille de İhale Kanunu isterim diye tutturacağına da takmayın. Sonunda IMF gider ve siz ihale kanununu tekrar bugünkü gibi “cancağazımın istediğine veririm, istemediğime vermem” hâline döndürürsünüz. 

Üretmeye mecbursunuz

Diyelim başardık. Fiyat artışları durdu veya yavaşladı. Ya cari denge? Ya tükettiğimizden fazla üretmemiz? Ya ürettiklerimizin içinde yüksek teknolojinin, yeniliğin payı? Asıl hedef fiyat artışlarının frenlenmesiyken bunlara bakamazsınız. Parayı sıkılaştırır, yatırımları durdururken üretim artışına zor gidersiniz. 

Ama eninde sonunda tükettiğinizden çok üretmeye, iyi üretmeye, başkalarının üretemediklerini üretmeye veya onların ürettiğini onlardan kaliteli ve/veya ucuza üretmeye mecbursunuz. Mecbursunuz! Asıl uçma kaçma, yabancıları kıskandırma böyle olur. Gerisi yalandır, palavradır, göz boyamadır.

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar