Yükleniyor...
Mağcan Cumabay Türk dünyasının kahramanlarından biridir. Şairliğinin yanı sıra inanmış ve adanmış bir Türkçüdür. Ömrü boyunca Türk birliğinin gerçek olacağından, Turan’ın kurulacağından bir an bile kuşku duymadan yaşamış ve bu uğurda can vermiştir. Yaşamı kahraman sözcüğünün ete kemiğe bürünmüş halidir. Sürgün, işkence, toplama kamplarında yapılan dayanılmaz zulümler onu doğru bildiği yoldan asla çevirememiştir. Ödün vermemiş, eğilmemiş, yılmamıştır. Namık Kemal’in “Vatan Şarkısı” şiirindeki “Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır” ifadesi ne kadar doğrudur! Tarih boyunca hem içeride hem dışarıda düşmanı bol olan Türk’ün yolbaşçısı da çok olmuştur ve hepsinin damarlarında destandaki öncü kurdun kanı dolaşır. Mağcan “Türkistan” şiirinde “Turan’da Türk ateş olup oynamış, Türk’ten gayri kimse oddan doğmamış” der çünkü bilir ki ancak ateş ile yoğrulmuş bir millet defalarca yok edilmenin eşiğine gelse de yok olmaz, küllerinden yeniden doğar, alev alır, büyür. Türk bu dünyanın sönmeyen ateşidir ve “İlelebet payidar kalacak”tır.
Mağcan Cumabay bir Kazakistan Türküdür. Ancak onun için Kazak, Kırgız, Başkurt, Özbek gibi ayrımlar yoktur. O bunların Sovyet rejiminin yapay ayırması olduğunu çok iyi bilmekte ve gerçek kurtuluşu, büyüklüğü Türk birliğinde görmektedir. Cumabay’ın “Türkistan” şiiri Türk birliği özlemini en güzel şekilde anlatmaktadır:
Bir adı Türkistan, bir adı Turan
Bu topraktır Türkoğlu’nu doğuran
Turan’ın takdiri hep fırtınalı
Yarısı tufandır, yarısı bayram
Turan’ın tarihi ateşli rüzgâr
Harlı alevleri semaya çıkar
Deniz gibi derin ilham kaynağı
Bu diyarın suları da efsunkâr
Mağcan Cumabay 25 Haziran 1893 tarihinde Kuzey Kazakistan’daki Sasıkköl’de doğdu. O sırada Kazakistan Çarlık Rusyasının egemenliği altındaydı. Nice nesiller boyu bağımsızlık özlemi ve mücadelesindeki bir milletin içine doğan Cumabay bu özlemi ve hürriyet aşkını kanında taşıyarak dünyaya geldi. Ailesi okumuş, aydın, bilgili kişilerdi. Onun eğitimi ile hem bizzat ilgilendiler, hem de iyi bir eğitim almasına özen gösterdiler. Cumabay’ın İlk öğretmeni Rus baskısından kaçarak Kazak Türklerine sığınan Başkurt Türkü Akiyet Akanov’du. 1905-1910 yıllarında Kızıljar’daki (Petropavlovsk) ceditci medreseye gitti. Burada da İstanbul’da eğitim gören Muhammed Begişov öğretmeni oldu. Mağcan böylece daha çocukken öğretmenleri aracılığıyla “Türk dünyası” gerçeği ile tanıştı. Türkiye’yi tanımış olan öğretmeninden dünyada bağımsız yaşayan Türkler olduğunu öğrendi ve bu bağımsızlığın bütün Türk dünyası için gerçekleşmesi isteği içinde daha da şiddetle yanmaya başladı. Cumabay 1910 yılında, on yedi yaşındayken Kazakistan’ın büyük şairi Abay Kunanbayoğlu’ya ithaf ettiği ilk şiirini yazdı. Böylece ozanlık hayatı başladı. Cumabay’ın ana dili Kazak Türkçesi ile yazdığı şiirleri gerek ifade bakımından gerekse dilin kulağa hoş gelen müzikal yapısı bakımından çok etkileyicidir. Örneğin:
Türkistan eki dünya esigi goy
Türkistan er Türüktin besigi goy
Temaşa Türkistanday Jerde tuwgan,
Türüktin Teniri bergen nesibi goy
1910-1913 yıllarında Ufa’daki Galiye Medresesi’nde eğitim gördü. Burada bilgisi ve yeteneği ile hocası Galimcan İbrahimov’un dikkatini çekti. Onun desteklemesi ile ilk kitabı Şolpan’ı yayınladı. Daha sonra Omsk Öğretmen Okulu’na girdi ve 1916 yılında buradan üstün başarı ile mezun oldu.
Mağcan Cumabay hem bir eğitimci, hem bir ozan hem de Türkçülüğün, Türk birliği ve bağımsızlığının aktif bir savunucusuydu. Şiirlerinde Türklerin uyanışını, bağımsızlığa kavuşacağı kutlu günleri anlatmış, Turan’dan, Türk birliğinden söz etmiştir. Rus zulmü altındaki Türklerin cesaretlenmesinde, davaya inanmasında ve harekete geçmesinde çok etkili olmuştur.
Cumabay 1917’de Türklerin bağımsızlığı için mücadele eden Alaş siyasi hareketine katıldı. Alaş Hükümeti Milli Meclisi Eğitim Komisyonu’nda çalıştı. Gerek edebi gücü, gerekse siyasi yaşamındaki aktif rolü Sovyet rejimini rahatsız ediyordu. 1918 yılında tutuklandı ve dört ay hapis yattı. 1919’da Alaş Orda hükümeti sona erdi. Cumabay 1923 yılına kadar süreli yayınlarda çalışarak fikirlerini Türk dünyasına duyurmaya çalıştı. Bostandık, Tuvı, Ak Jol gibi gazetelerde, Şolpan ve Sana gibi dergilerde yazılar yazdı. Bu arada şiir yazmaya da devam etti. 1923-1927 arasında Moskova Edebiyat ve Sanat Enstitüsü’nde eğitim gördüğü dönemde edebi hayatı çok verimli geçti. Ancak diğer yandan yalnızlaşıyordu da. Rejimin baskısı onun Türklük bilinci aşılayan şiirlerini, yazılarını ve hareketlerini dikkatle izliyor, etrafındakileri de kimi zaman tehdit, kimi zaman türlü vaatlerle ondan uzaklaştırıyordu. Ancak ne yalnız kalmak, ne de zulme uğramak onu yıldıracak, durduracak değildi.
1929’da rejim karşıtlığı ve Türk milliyetçiliği yaptığı gerekçesi ile tekrar tutuklandı ve 10 yıl hapis cezası verildi. Hapis hayatı çok korkunç koşullarda geçiyordu. Islah kampında ağır şartlarda çalıştırılıyordu. Ancak kendisinin de dediği gibi Türk oddan (ateşten) doğmuştu ve manevi gücü bu denli yüksek olan kişinin maddi varlığına verilen zarar onu korkutmuyor, yıldırmıyordu. Orada da şiirler yazmaya devam etti. 1935 yılında Rus yazar Maksim Gorki’nin desteği ile hapisten çıkması mümkün oldu. Gorki’nin bu desteği vermesinde Cumabay’ın üstün bir şair olması etkiliydi. Bu durumu Dr. Yakup Ömeroğlu, Cumabay’ın konu edildiği bir TV programında şu şekilde anlatmıştır: “Onun edebiyattaki büyüklüğü Gorki gibi dönemin Sovyet şairleri tarafından da takdir ediliyordu. Nitekim Mağcan Stalin rejimi tarafından tutuklandığında Gorki tavassut edip onun çalışma kampından kurtulmasına vesile oluyor. Gorki’nin Mağcan’a olan alakası, Mağcan’ın şiirdeki büyüklüğüne hürmetinden dolayı. Mağcan ayrıca politikası olan bir şair. Gorki Sovyet sistemi için bir edebiyat yaklaşımı, yazarların rolünü belirleyen bir bildiri hazırlıyor ve Sovyet dönemindeki edebiyat Gorki’nin bu tezine uygun olarak şekillendiriliyor. Gorki’nin bu metni yayınlanmadan Mağcan milli edebiyatın nasıl olması gerektiğine dair bir bildiri yayınlıyor ve Kazak yazarlarının, şairlerinin pek çoğu daha sonra bu bildiriyi desteklediklerini açıklıyorlar”. Bugün Türkiye’de pek çok kişi Gorki’yi tanımaktadır. Bununla birlikte onu toplum üzerinde meydana getirdiği güçlü etki ve edebi gücü ile etkileyen Mağcan hak ettiği kadar tanınmakta mıdır?
Cumabay hapisten çıkmıştır ancak hiçbir zaman tam anlamıyla hürriyetine kavuşamamış, ölüm onu adım adım izlemiştir. O zaten bunu bilerek yaşamıştır. Sovyet rejiminin onun Türk birliği ve Türk bağımsızlığını savunan güçlü kalemine tahammül etmesini beklemesi elbette mümkün değildir. Onun için önemli olan Türkçülük fikrinin, bağımsızlık ve Türk birliği fikrinin yaşaması ve yayılmasıdır. Bunun bir gün gerçek olacağını bilmekte, kendi yaşamını düşünmemektedir. Hapisten çıktıktan sonra 1937’ye kadar öğretmenlik yapar ancak bunun uzun sürmeyeceği bellidir. Stalin’in katliamları sırasında, 30 Aralık 1937 tarihinde tekrar tutuklanır. Bu kez artık dönüş olmayacaktır. Adaletsizlik örneği, insanlık tarihinin yüz karası bir yargılama ile idam cezası alır ve Türklüğe, Türk birliğine, Türk bağımsızlığına adadığı o kutlu ömrü kurşuna dizilerek son bulur. Tarih 19 Mart 1938’dir.
Mağcan Cumabay o kadar güçlü bir kalem, o kadar etkili bir kişidir ki düşman onun fiziki varlığını ortadan kaldırmakla onu öldüremeyeceğini bilmektedir. Akıllarda, gönüllerde yaktığı Türklük ateşi daha da yükselmesin diye kimsenin bilmediği yerlere defnedilmiştir. Değil şiirlerini okumak, kitaplarını bulundurmak, adını anmak bile yasak edilmiştir. Ancak tarih defalarca göstermiştir ki Türklük ateşi sönmez. Mağcan’ın adı da, şiirleri de asla unutulmadı. Saygıyla anılan sayısız Türk kahramanından biri olarak tarihteki ve gönüllerdeki ebedi yerini aldı.
Son olarak Türkiye Türklerine düşman işgali yıllarında destek olmak için, ayrı gayrı olmadığını, bir olduğumuzu bir kez daha dünyaya haykırmak için yazdığı “Uzaktaki Kardeşime” adlı muhteşem şiirini paylaşalım ve doğumunun 128. yılında uzaktaki kardeşimizi saygıyla hatırlayalım.
UZAKTAKİ KARDEŞİME
Uzaklarda azap çeken kardeşim
Lale gibi boyun büken kardeşim
Kuşatılmış zalim düşman içinde
Sel gibi gözyaşı döken kardeşim
Ufkuna karanlık çöken kardeşim
Ömür boyu cefa çeken kardeşim
Diri diri derinizi yüzerler
Ağır işkenceden bıkan kardeşim
Anamız değil miydi altın Altay
Oynaşır dururduk iki deli tay
Onun kucağında, yaylalarında
Aydınlık yüzümüz sanki dolunay
Boyalı altın aşık atmadık mı?
Bir döşekte tepişip yatmadık mı?
Altay adlı anamızın sütünden,
Birlikte emip birlikte tatmadık mı?
Dağların bağrından billur pınarlar
Şırıl şırıl bizim için akarlar
Sularından kuşlar, koyunlar içer
İstersek hazırdı Burak’la Tulpar
Altayların altın suyundan içtin
Zamanla bir yiğit parsa dönüştün
Akdeniz’le Karadeniz ardına
Kardeşini burada bırakıp göçtün
Ben kaldım burada yavru kuş gibi
Sanki kanadından vurulmuş gibi
Yol gösteren, kanat geren kalmadı
Avcılar peşimde kor ateş gibi
Yavru yüreğime bir ok saplandı
Yanım, yörem al kanımla sulandı
Kalmışım burada halsiz mecalsiz
Atıldım zindana kapı kapandı
Görmüyorum artık kırı obayı
Gündüz günü, gece gümüşten ayı
Kundaklayıp has ipeğe sarardı
Esirgeyen altın anam Altay’ı
Ayrıldık mı kuzu gibi sürüden
Yağmur gibi yağdın oktan, çeriden
Pars yüreği er Türkümün yüreği
Korkar olduk şimdi cinden periden
Hürriyete âşık olan Türk hani
Gerçekten hasta mı dondu mu kanı
İçindeki harlı ateş söndü mü?
Kim söndürür o ebedi volkanı
Sen orada, ben burada uzakta
Kaygımızdan kan kusarız uzakta
Layık mı kul olmak yekin gidelim
Ata mirasımız o altın tahta
KAYNAKLAR
Mağcan Cumabay, Uzaktaki Kardeşime, Çeviren: Ali Akbaş, Bengü Yayınları, 2018
Feyzullah Budak, Mağcan Ölümü Öldüren Ozan, Ata Yurt Yayınevi, 2020
Feyzullah Budak, Altay’daki Yüreğim: Mağcan Cumabay’a Cevap, Manas Yayıncılık, 2006