Yükleniyor...
Türkiye’ye Suudi Arabistan’daki süper kupa meselesi üzerinden baktığımızda hâli pür melalimiz net görünüyor. Devlet ve dışişleri bürokrasisi bir maçı organize edemedi. Türk Milleti tıpkı depremde olduğu gibi yine imdada yetişti. Sosyal medya üzerinden Galatasaray ve Fenerbahçe’ye destek oldu. Millet, değerlerine ve büyük lideri Atatürk’e sahip çıktı.
Neredeyse dakikalar içinde gerçekleşen bu sahip çıkış muhteşem olmakla birlikte başka bir gerçeği de ortaya koyuyor. Türkiye yeni yıla her türlü psikolojik harekât operasyonuna açık hâle getirilmiş bir ülke olarak giriyor. Çok karamsar bir cümle gibi görünüyor değil mi? Öyle görünmekle birlikte gerçeği ortaya koyuyor.
Durumumuzun en net göstergesi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın görevleri arasında kendini gösteriyor. “Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yürütülen psikolojik harekât, propaganda ve algı operasyonu faaliyetlerini belirleyerek her tür manipülasyon ve dezenformasyona karşı faaliyette bulunmak” da var.
T.C. İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi de kurulmuş. Resmî X hesabında doğrusu verilen yanlış bilgiler yer alıyor. Mesela son olarak, maç krizinden hemen sonra Suudi Arabistan’ın Türk hacı adaylarına kapıyı kapattığına dair söylentileri yalanlıyor.
Bu merkez dezenformasyon bülteni de yayınlıyor. İnternet sayfasında var. Son bültende baktığımızda “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde ‘Faiz almak da vermek de haram olmaktan çıkarılmıştır’ ibaresi yer aldı’ iddiası doğru değildir.” diye açıklama bile yapılmış. Son birkaç aydır yapılan açıklamalar Hamas ve İsrail üzerine. Ancak İsrail’in Hamas üzerine yaptığı psikolojik çalışmalar. Türk kamuoyuna yönelik değil. Ama düzeltme ya da yalanlama bizden olmuş.
Peki, bütün bunlar niçin oldu? Türkiye psikolojik harekâta bu kadar açık hâle niçin ve nasıl geldi?
Türkiye çok uzun zamandır kavga, dövüş, kan, gözyaşı, vesayet, dış güçler, emperyalist saldırı, geçmişteki tek parti faşizmi, teröristlerle iş birliği yapan muhalefet, zalimlerin zulmü ve benzeri kelimelerle yaşıyor. Cumhurbaşkanı, yıllardan beri, her gün bir yerde yaptığı konuşmada bu kelimeleri mutlaka kullanıyor.
Bu konuşmalar televizyonların neredeyse tamamından canlı yayınlanıyor. Konuşmanın bir bölümünde mutlaka muhalefetin beceriksizliği ya da yapılanlarla iş birliği mutlaka oluyor. Sanat ödülü verilirken, bilim ödülü verilirken, yargı mensuplarına konuşulurken, öğretmenlere hitap edilirken mutlaka bunlar oluyor. Öğrencilere ya da gençlere konuşulurken bile unutulmuyor.
Cumhurbaşkanının, Necip Fazıl Ödülleri toplantısının konuşmasında da benzer hususlar vardı. Ayasofya’nın ibadete açılmasını vurgularken “Tıpkı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi bu yüce mabedi açmayı başardık.” dedi. Anlaşılan Türkiye’deki gençler mukaddesatçılar ve diğerleri diye ayırt ediliyor. Fakat bu gençlerin kalpleri niye ve neye kapalıydı ki açılmıştı, üzerinde düşünmek gerek tabi. Nutuk açısından arka arkaya güzel cümleler ancak çok da düşündürücü doğrusu.
Yine aynı konuşmada “… Ezan-ı Muhammediye’lerin binlerce yılın yabancısı garip bir sesle değiştirilmesine tanık oldu.” ifadesi de vardı. Burada ezanın Türkçe okunması işaret ediliyor elbette. Ama incitici olanın Türkçe’ye “garip bir ses” denmesi. Ancak, “Yahya Kemal’in, ‘Ağzımda annemin ak sütü gibidir.’ dediği Türkçe” ifadesi de hemen arkasından geliyor. İkisini söyleyen de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı… Bir Türk olarak ilkinin metin yazarı kazası olmasını dilerim!
Cumhurbaşkanı, Necip Fazıl’ın mücadelesinin Türk Milleti’ni ruh köküyle yeniden buluşturmak olduğunu da vurguladı. Bu kök için de “milletimizi millet yapan kadim hasletlerin bütünüydü” dedi. Geçen haftaki “Piyade Okulundaki Değerler ve Kavramlar Çatışması “ başlıklı yazım, Türk Milleti’nin ruh kökünden neleri kastettikleriyle ilgiliydi. Millete din üzerinden anlam yükleyince, milletin ruh köküyle niçin yeniden kavuştuğu (!) açığa çıkıyor.
Bu sorunun cevabı, Türk Milleti’nin kimliğiyle yapılan, bitmek bilmeyen savaştır. Bu mücâdelenin kırılma anlarından birisi Şemdinli Davasıdır. Mart 2006’da mahkeme tarafından kabul edilen iddianamedeki, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve Cumhuriyet’in ilanında da kabul edilerek devam ettirilen modernlik projesi, Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal İslâm’ın devletin temel yaklaşımlarına hâkim olmasını temel tehdit unsurları olarak belirlemiştir.” düşüncesidir.
Bu düşüncenin bugün de zihinlere hâkim olduğu anlaşılıyor. Yaşanan bunca acıya, 15 Temmuz ihanetine rağmen zerrece değişmeden yola devam edildiği görülmektedir. İşte bu kimlik kavgası milleti içeride kutuplara ayrıştırmıştır. Dış politika içeride seçmeni zinde tutmak için kullanılınca ayrışma derinleşmektedir de.
Bunların sonucunda da Türkiye ve Türk Milleti psikolojik harekâtlara maruz kalmaktadır. Sorumluları Türkiye’yi bu kimlik kavgasına sokan yöneticilerdir. Tarih yönetenlerden ve yöneticilere yardım edenlerden başkasını sorumlu tutmayacaktır.
Yeni yılınızı kutluyorum. Türk Milletine huzur ve esenlik getirsin…
1 Yorum