Kategoriler: Genel

Afrika Türklerinin tarihî köklerine bakış: Mısır, Sudan, Cezayir

Mısır Türkleri

Osmanlı’nın en uzun süre yönettiği bölgelerden biri olan Mısır, büyük bir Türk nüfusuna ev sahipliği yapmıştır. Tolunoğulları (868-905), İhşîdîler (935-969), Memlûk (1250-1517) ve Osmanlı da dahil olmak üzere çeşitli Türk hanedanlarının yönetimi sırasında bölgeye gelen yerleşimcilerin torunları olan kısmi veya tam Türk kökenli Mısır vatandaşlarıdır. 11. yüzyılda, Mısır Bahri hanedanı tarafından ilk defa yönetilirken daha sonra Osmanlı Sultanı I. Selim tarafından yönetildi. 1517’da Ridaniye Muharebesi ile Mısır’ı fethetmesinden sonra başlayan Türk hakimiyeti ile bölgeye yerleşen Mısır Türkleri tarihsel süreçte çok büyük görevler üstlenmişlerdir. Haçlı ordularına karşı yaptıkları savaşlar yanında, günümüze değin işgal altında olan bölgelerde kutsal hac yollarının koruyucuları ve bölgelerinin savunucuları olmuşlardır.

Mısır Osmanlı yönetimi sırasında doğrudan Türkçe konuşan seçkinler tarafından yönetiliyordu. Sonuç olarak, Mısır Arapçasında Türkçenin etkisi, Levant Arapçasına göre daha fazla olmuştur. Bugün, birçok Türkçe sözcük öğesi (ve Türkçe aracılığıyla Farsçadan geçen kelimeler) Mısır Arapçasına sıkı sıkıya entegre edilmiştir.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kurduğu hanedan ile birlikte birçok Türk ailesi burada kalıcı olarak yerleşmiştir. Bugün Kahire ve İskenderiye’de Osmanlı-Türk kökenli birçok insan yaşamaktadır.

Türkiye Lozan’da kapitülasyonları kaldırmakta ısrar ederken Mısırlılar da kendi ülkelerinde  kapitülasyonların kaldırılmasını ve Mısır’ın da tam bağımsızlığının gündeme getirilmesi için Türk delegasyonuna bel bağlamıştı.

Sudan’daki Türkler

Sudan’da yaklaşık 1500 – 4500 civarında Türk bulunmaktadır. Türklerin Sudan’daki hâkimiyet ve idaresi oldukça eski tarihlere dayanmaktadır. İlk olarak Mısır’da kurulan Tolunoğulları ve Ihşîdîler üzerinden Sudan’a etki eden Türkler; Eyyubîler ve Memlûkler döneminde Sudan’ın bir kısmını hâkimiyetleri altına almışlardır. 1172’de Selahaddin Eyyûbî’nin kardeşi Turanşah ve Eyyubiler, Sudan’ın Nûbya bölgesine bir sefer düzenlenmiştir. Turan Şah, 1173’te Kasr-ı İbrim ele geçirilmiş ve buradaki Saint Mary Kilisesi de camiye çevrilmiştir. Eyyûbilerden sonra ise 1260’ta Memlûk Sultanı I. Baybars, Sudan topraklarına bir sefer düzenlemiştir. Sultan Baybars ayrıca 1266’da Sevakin’de bir askerî garnizon kurarak söz konusu bölgenin güvenliğini sağlamayı başarmış ve bu sayede Memlûklerin Kızıldeniz ve Sevakin’deki hâkimiyeti XIII. yüzyıl içerisinde başlamıştır.

Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’ı fethetmesiyle birlikte Sudan’da Osmanlı hâkimiyeti dönemi belirli bölgelerde başlamış ilerleyen yıllarda Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminde Sudan topraklarının tamamı Osmanlı hâkimiyeti altına alınmıştır. Osmanlı döneminde Sudan’a yerleşen Türkler, özellikle Hartum ve çevresinde küçük topluluklar hâlinde yaşamaktadır. Sudan’da “Türk” kelimesi Osmanlı kökenli kişileri tanımlamak için hâlâ kullanılmaktadır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti’nin Sudan’daki hâkimiyet dönemi Sudan literatürüne “Türk Dönemi” olarak girmiştir. Türkler çok uzun yıllar hâkimiyet sağladıkları Sudan’da çeşitli modernleşme hareketleri başlatmışlar ve günümüz Sudan’ın şekillenmesinde de oldukça önemli bir rol oynamışlardır.

Yine Sudan’a 1990’lı yıllarda eğitim faaliyetleri dolayısı ile gitmeye başlayan Türkler vardır. Türk girişimciler eğitim, sağlık, inşaat ve ticaret amaçlı yatırımlarda bulundular. Genellikle Türk firmalarının iş gücü ihtiyaçları nedeniyle giden Türk işçi ve mühendisler yaşamaktadır. Daha sonradan bu kişiler kalıcı olarak yerleşmeye başladı.

Bunların dışında başka etken de 17 Ağustos 1999 depremi ve 2001 ekonomik krizlerinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yeniden ucuz maliyetler ile iş kurmak, ekonomik refaha ulaşma amaçlarıdır. Özellikle Sudan’ın başkenti ve diğer şehirlerine oranla elektrik, su ve kanalizasyon altyapısı çok daha iyi durumda olan Hartum civarlarında Türk mahalleleri bulunmaktadır. Ayrıca Hartum’da Türklere ait birçok restoran, kafe, alışveriş merkezi ve esnaf dükkânları da bulunmaktadır.

Cezayir’deki Türkler

Cezayir Türkleri, Osmanlı döneminde Cezayir’e göç eden etnik Türkler ve muhaliflerdi. Önemli sayıda Türk yerli halkla evlendi ve bu evliliklerden doğan erkek çocuklarına karışık Türk ve Orta Mağrip mirasları nedeniyle Kuloğlu denilmiştir. Ancak, genel olarak, toplum “Türklüğünü” korumak için karma evliliklerden caydırıldı. Sonuç olarak, “Türkler” ve “Kuloğlu” terimleri geleneksel olarak tam ve kısmi Türk soyundan gelenleri ayırt etmek için kullanılmıştır.

Barbaros kardeşlerin İspanyol tehdidine karşı 1518’de Osmanlı’ya bağlılığını ilan etmesiyle Cezayir’de 1518’den 1830’a kadar sürecek olan Osmanlı hakimiyeti başlamıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534’te Barbaros Hayreddin Paşa’yı İstanbul’a davet edip Cezayir Beylerbeyi sıfatıyla Kaptan-ı Derya tayin etmesiyle birlikte ise Cezayir doğrudan doğruya bir Osmanlı beylerbeyliği hâline gelmiştir.

Cezayir’deki Osmanlı dönemi kısaca dört döneme ayrılabilir: Beylerbeyiler devri (1518-1587), Paşalar Devri (1587-1659), Ağalar Devri (1659-1671) ve Dayılar Devri (1671-1830).

1587’ye kadar Beylerbeyi yönetiminde olan Cezayir, 1587’den itibaren İstanbul tarafından üç yıllığına tayin edilen paşalar devrine girmiştir. Paşalar devrinde padişahın otoritesi kabul edilmekle beraber bu otorite etkisiz bir hâldeydi. Paşaların görevi birtakım protokolleri yerine getirilmesinden ibaretti. 1659’da paşa olarak tayin edilen Ali Paşa, Cezayir’de yetkilerini kullanmak isteyince Halil Ağa tarafından maiyetiyle beraber İzmir’e gönderilmiştir; bu olaydan sonra Cezayir’de ağalar devri başlamıştır. Devrin sadrazamı Köprülü Mehmed Paşa buna çok sinirlenerek geri dönen valiyi idam ettirmiş ve Cezayir ağasına da bir mektup göndererek artık vali gönderilmeyeceğini bildirmiştir. 1659-1671 arasındaki dönemde göreve gelen dört ağa idareyi bırakmak istemedikleri için öldürülmüştür. Bundan sonra ise denizcilerin duruma hâkim olmasıyla Cezayir’de 1830’a kadar sürecek olan Dayılar devri başlamıştır. Önceleri dayılar eyaletteki divan tarafından hayatı boyunca başta bulunmak şartıyla seçilirken sonraları ocağın ağırlığını koymasıyla Dayılar ocak tarafından seçilmeye başlanmıştır.

Seçimle başa gelen Dayılar Osmanlı’ya bağlı olmakla birlikte iç işleri ve dış işlerinde bağımsız hareket edebilmekteydi. Kendine özel bir eyalet idaresi bulunan Cezayir’de koyulan kural gereği Kuloğlu sınıfına mensup herhangi bir kimsenin beylik makamına ulaşması mümkün değildi.

Garp Ocakları içinde sahip oldukları hakların büyük kısmını ilk kaybedenler Cezayir Kuloğulları olmuştur. 1630’lu yıllarda bütün imtiyazlarını kaybetmeleri neticesinde milis gücünden çıkarılmalarının haricinde eyalet idaresini ele geçirme tehlikeleri yüzünden şehir merkezlerinden de uzaklaştırılmışlardır. Cezayir Eyaletinin kendi iradesiyle Osmanlı Devleti’ne bağlanması sayesinde sıkı bir merkeziyetçilik yerine daha serbest bir yönetim anlayışı uygulanmıştır. Osmanlı egemenliğine ilk giren eyalet olmasına rağmen bu sebepten ötürü ve Kuloğullarını yönetimden uzaklaştıran ilk eyalet olması yüzünden mahalli Kuloğlu Hanedanlarının tesis edildiği Tunus ve Libya’ya nazaran Osmanlı etkisi sınırlı kalmıştır. Bu yaşananlar da Cezayir Kuloğullarının toplumsal etkinliğinin diğer iki ülkedeki kardeş topluluklara kıyasla daha az olmasını açıklamaktadır.

Garp ocakları içinde en büyük donanmaya sahip olan Cezayir’de eyalet gelirlerinin büyük bir kısmı korsanlık yoluyla sağlanırdı. Akdeniz dışında da faaliyet gösteren korsanlar, Cebelitarık Boğazı’nı geçip Kanarya adaları, İngiltere, İrlanda, Hollanda, Danimarka, hatta İzlanda adasına kadar uzandılar. Korsanlık faaliyetleri kapsamında Danimarka ve ABD gibi ülkelerle savaşlara girilmiş ve bu devletlerle çeşitli anlaşmalar dahi imzalanmıştır. ABD ile Cezayir Eyaleti arasında 1796 yılında imzalanan Trablus Antlaşması buna bir örnek olarak gösterilebilir. Bu antlaşma, ABD tarihinde yabancı dilde yazılmış tek antlaşmadır ve yine ABD tarihinde yabancı bir devlete ilk ve tek sefer vergi ödenmesi kabul edilmiştir.

Libya’daki gibi eyalet merkezi ve etrafındaki sahil şeridi boyunca yerleşmiş bulunan Kuloğullarının Libya’daki Mısrata şehri gibi baskın güç olduğu şehirler Tlemsen ve Konstantindir.

Cezayir’in Osmanlı hakimiyetinden çıkıp 1830’da Fransa’nın işgaline girmesiyle beraber ülkedeki bekâr yeniçeriler gemilerle Anadolu’ya ve adalara gönderilirken Kuloğullarına mensup aileler ise çok farklı ülkelere göç etmeye başlamıştır. 1830’dan sonra verilen göçlerle oluşan Cezayirli diasporasında önemli bir yer teşkil eden Kuloğulları başta Osmanlı hakimiyetindeki çeşitli bölgelere yerleştirilirken Fas, Fransa ve İngiltere’ye de azımsanamayacak miktarda göç vermişlerdir. Bu göçler sayesinde Paris ve Londra’da oluşan Kuloğulları toplulukları hâlen varlık göstermektedirler.

2008 T.C. Cezayir Büyükelçiliği raporuna göre Osmanlı döneminde buraya gelip yerleşen 600-700 bin Türk kökenli kişinin yaşadığı bilinmektedir. Fransız Büyükelçiliği, kendi kayıtlarına göre bu rakamın 2 milyon civarında olduğunu açıklamaktadır.

Prof. Dr. Kamal el Korso’nun yaptığı açıklamaya göre Cezayir’de yapılan araştırmalar neticesinde Osmanlı egemenliğindeki üç asırda 175 bin Türk askerinin Cezayir’e geldiği sonucuna varılmıştır. “Cezayir’e gelen Türk askerleri kıyı şehirlerinde yerleştiler. Bugün de Cezayir Türkleri, Cezayir’in kıyı şehirlerinde yaşamaktadırlar.

Uğur Utkan

Yazar:
Uğur Utkan

Son Yazılar

Kıbrıs sorunu için doğal çözüm

Kıbrıs sorununa çözüm arayışı, hem Kıbrıs sorunundaki, hem Ada’daki olgulardan ve gerçeklerden hareket edilerek yapılmalıdır. Devamını Oku

24.10.2025

İsrail’in Stratejik Gerçekliği: Yayılmacı Politika, Hukuksuzluk ve Emelleri İçin Filistin’in Kullanılması

Devlet Planlama Teşkilâtı uzmanlarından ve Denizcilik Emekli Müsteşarı Sayın Dr. Mustafa Korçak'ın hazırladığı "İsrail'in Stratejik… Devamını Oku

20.10.2025

Geleceğin matematiksel modellemesi: İstatistik

İstatistiğin, bilimin hemen her sahasıyla ilişkili olması, onu gereksiz bir bilim dalı yapmaz. Aksine, her… Devamını Oku

20.10.2025

Nedir bu “Terörsüz(!) Türkiye”?

Bin yıllık Türk düşmanlığı tutkusuyla yetişen Batılı ülke yöneticileri, başından beri örtülü destekledikleri PKK ve… Devamını Oku

16.10.2025

Türk soylulara yeni kapı:Türkiye’nin Kimlik Politikası, Hukuki Boşluklar ve Türk Dünyasına Stratejik Etkileri

Güney Azerbaycan'dan araştırmacı gazeteci Mesut Haray "2527 sayılı Türk soylu yabancıların Türkiye’de serbestçe meslek ve… Devamını Oku

15.10.2025

Urmu Gölü felaketi: Ekolojik kıyımdan Türk Dünyasına stratejik tehdide

Urmu Gölü’nün kuruması basit bir çevresel sorun değildir. Bu, İran rejiminin bilinçli, sistematik su politikalarıyla… Devamını Oku

12.10.2025