Kategoriler: SİYASET-TARİH

İmralı ziyareti sonrasında da Kürt sorunu yok

Türkiye gündeminin, bu topraklar üzerindeki herkesi bir şekliyle “sarıp sarmaladığını” düşünürsek hiç de şaşırmayacağımız şeyler olmaya devam ediyor. Bunlardan biri de geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen İmralı ziyareti…

Herkesin, yine her zamanki gibi hiçbir zaman oy vermediği ama daima “Acaba bugün ülkeye ‘nasıl yön verecek’?” diye merakla beklediği MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den o beklenen açıklama geldi. Bahçeli’nin uğruna dar ağacına bile gitmeyi göze aldığı “kurucu önderi” Abdullah Öcalan’ı ziyaret için görevlendirilen heyet, geçtiğimiz günlerde ada seyahatini tamamladı.

Gariptir, bu ziyaret, medyanın hemen her kolunun ana gündem maddesi olsa da dönüş sonrası sanki hiç öyle bir ziyaret yapılmamış gibi davranıldı. Bu bana tek gecelik “kaçamak” yapan ama basılan sanki o değilmiş pişkinliğindeki aldatan eşleri anımsattı. Onların hâli de yüzümde hep acı bir tebessüm bırakır; hangi milletin vekilliğini yaptıkları belli olmayan bu zatların hâli de aynı acı gülüşe sebep oldu.

Kürt Sorunu var mı?

Onlar 86 milyonluk ahâlinin geleceği üzerinde oyunlar oynayadursunlar, biz yine tarihe notlar bırakmaya devam edelim.

Öncelikle, “Türkiye’de ‘Kürt Sorunu’ var mı?” sorusuna cevap arayarak başlayalım. Bu soru için de “Kürt Sorunu” ifadesinin zihinde yarattığı farklı algılardan başlamak gerek. “Türkiye’deki, etnik temelli bir sorun mu yoksa ideolojik mi?” şeklinde yapacağımız bir tümden gelim metoduyla şu sonuçlara varabiliriz:

Bir sorunun etnik sorun olabilmesi için, onun bireysel değil; kolektif bir hâl alması gerekir. Ayrıca etnik grup dediğimizde ırka bağlı bir gruptan bahsedilemez. Yani etnisite, ırk demek değildir. Etnisite sosyal bir gruptur. Bu sosyal grubun ortaya attığı sorun, yani etnik sorun, kendilerini ve ötekileri etnik nedenlerle (dil, din, ırk vs.) tanımlayan gruplar arasındaki müzmin sosyo-politik cepheleşme olarak ifade edilir [1]. Bu sorunlar sadece etnik ayrımcılık yapılmasından kaynaklanmayabilir. Aynı şekilde ulusal kimliğin baskın etnik kültürüne dayandırılma çabasından da kaynaklanmaz. Kendisini etnik grup olarak niteleyen zümrenin doğrudan özerk yönetim veya ayrılma taleplerinden de kaynaklanabilir.

Ancak bütün bunlara rağmen sosyolojik olarak etnik sorunun varlığını kabul etmek için gerçekleşmesi gereken bazı şartlar vardır. Daha açık ifadeyle gündelik yaşamda görünürlük kazanan bir takım somut ayrımcılık olgularının gözlenmesi zorunludur. Örneğin; akademik, ekonomik ve toplumsal alanda etnik grup kimliğinden dolayı bir dışlamaya maruz kalması gerekir. Kürt kökenli bir vatandaşı ele aldığımızda, sırf o kişinin Kürt olmasından dolayı okuması engelleniyorsa veya istediği okula kabul edilmiyorsa, yine Kürt olduğu için ülkenin herhangi bir yerinde ekonomik etkinliklerde bulunamıyorsa, iş sahibi olamıyor, devlet kadrolarına atanamıyorsa veya Kürt kökenli bir vatandaş toplum içinde Kürt olmasından dolayı dışlanıyorsa (örneğin, ev verilmiyorsa, alışverişte zorluk çıkarılıyorsa, kendisiyle ilişki kurulmuyorsa vs.) orada etnik sorundan bahsedilebilir. Türkiye özelinde böyle bir durum 102 yıllık Cumhuriyet döneminde hiç gerçekleşmemiştir.

Bizde sorun ne zaman başladı?

2011 yılında İkbal Vurucu, Ali Aydın Akbaş ve Ümit Özdağ Hocalar “Doğu Raporu” adını verdikleri bir çalışma yayımladılar. Çalışma doğrudan o bölgede yaşayan insanlarla yapılan görüşmelere dayanıyordu. Raporda dikkat çeken ayrıntı şu: “Olumsuz tarzda etnik bir bilinçlenme ortaya çıkıyor!” Sohbetlerde insanlar, “bir buçuk yıl önce”, “iki yıl önce” gibi dönüm noktalarından bahsediyorlar. Örneğin bir vatandaş şöyle diyor: “Benim bu 75 yaşındaki amcamı alıp başka bir köye götürseniz bir sorun çıkmaz. Aynı namaza gider, aynı şeyleri konuşurlar. Bu iki yıl önce böyleydi ama şimdi götürün; barındırmazlar” [2].

Bahsedilen “2 yıl önce” ifadesi, tam da birinci açılım sürecinin başlangıcına tekabül ediyor. Yani, duygusal kopuşla başlatılan bir süreç, sosyolojik bölünmenin gerçekleşme olasılığını arttırıyor. Dolayısıyla görüyoruz ki olmayan bir sorunun çeşitli kaşımalar ve kışkırtmalarla bugün “kısmen” de olsa varlığından söz edebilir hâle geliyoruz. Öyleyse incelenmesi gereken şey, bu durumu ortaya çıkaran nedenler.

En başa koymamız gereken Kürtçü tezleri benimseyen farklı ideolojilere sahip aydınların ve PKK’nın da topluma mâl etme çabasında olduğu “mağduriyet psikolojisi”. Bu etnik şiddetin en önemli motivasyonlarından biri. Kişi bir konuda ne kadar çok örselenir ve horlanırsa o kadar çok manevî ıstırap çeker. O denli kendini dışlanmış, engellenmiş hisseder. Bu psikolojik şiddet yöntemini kullananlar, pek çok farklı taktikle duygu yansıtma stratejisi uygularlar. Bu sayede mağdur psikolojisine girmiş kişi (bu örnekte grup) benlik (grup) savunma refleksini gösterir.

Öte yandan bu şiddet yöntemini uygulayanlar, atalarının yaşadıkları sözde mağduriyetleri genetik aktarımla nesillerine duygusal olarak aktarırlar. Dahası, bu duygusal sömürü yöntemi ve manipülasyonlarla özellikle Cumhuriyet’in ilk dönemlerine referansla iddia ettikleri şiddet ve hukuksuzluğu bugün kendileri yaparlar. Bunu da meşru bir hak olarak görürler.

Devletin yaptığı en büyük hata ise birinci ve şu an da ikinci açılım sürecini uygulamaktır. Ayrıca burada sürekli kaşınarak var edilmeye çalışılan sözde sorunun çözümü için de Kürt kökenli vatandaşlarla PKK gibi bir örgütü eşdeğer tuttu. Bu çok sorunlu bir yaklaşımdır. Terör ve Kürt kökenli vatandaşlar arasında doğrudan bir ilişki kurarak eylem alanı oluşturmak, ortak yaşam irademize vurulan bir ket ve Kürt kökenli vatandaşları yabancılaştıran, ötekileştiren bir tutumdur. Bugün, Türk Devleti’nin Kürt kökenli vatandaşlarını bu ülkenin aslî ve ayrılmaz bir parçası olarak görme ilkesi katledilmiş, adeta vatandaşları arasında “ayrım” yapar hâle gelmiştir.

Siyasetin kurbanı Türk milleti

Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada Bahçeli ile başlatılan ikinci açılım süreci yine Bahçeli’nin “cesaretli bir terör milliyetçiliği” tavrı sayesinde geldiğimiz nokta, aslında başından beri anlatmaya çalıştığımız olmayan bir etnik sorunun var oluş temellerini atıp, bölünme gebeliğinde doğumdan gün aldırma gayretinin ötesinde bir anlam ifade etmemektedir.

İktidarın, işbirlikçilerinin, bu konunun tam tersi için yetkilendirilmiş, milletin iradesinin temsil kurumu olan meclisin, -Burada şunu da söylemek gerekir: “Devlet İmralı’yı dinlemeye gidiyor” diyerek İmralı Adası Türkiye’nin bir parçası değilmiş gibi davranılıyor. O cezaevi, zaten devletin bir parçasıdır. İmralı Adası’ndaki katili dinlemeye götürülense devlet değil, Türk milletidir; hem de izni ve onayı olmaksızın.- devletin kurumlarını da alıp Öcalan gibi bir terör ele başının ayağına gitme kararı, tam olarak Kürt kökenli vatandaşlarımızın hakkını, hukukunu ve iradesini bir terör örgütüne teslim etmek anlamına gelmektedir.

Bu yaklaşım, yalnızca devletin, terörün sıfıra yaklaştığı bir zamanda yine terörü bahane ederek devleti başka bir devletle değil de bir terör örgütüyle aynı masa etrafında oturtma gayretine, dolayısıyla da o terör örgütünü başka bir etnik yapının temsilcisi şeklinde meşrulaştırarak aslında kendisini bu ülkenin ayrılmaz bir parçası olarak gören Kürt kökenli vatandaşlarımızın yabancılaşmasına çanak tutmak anlamına gelir.

Bunun yanında, Cumhuriyet değerlerine bağlı, kurucu iradenin kendi ulusal kimlik inşasında vazgeçilmez bir noktada olduğu inancı ve bilinciyle büyüyen bir kitlenin, yani Türk milletinin tamamının yalnızlaştırılması ve hatta sindirilmesi de bu bölünme stratejisinin başka bir ayağı olarak karşımızda duruyor.

Teröre, açılıma, ulus kimliğin yıpratılmasına, iktidara ve 20 küsur yıllık politikalarına her manada muhalefet etmiş ve bu muhalefeti temsil ettiğini iddia eden siyasi temsilcilere öyle veya böyle oy vermek zorunda kalmış olmasına rağmen, bu muhalefet anlayışının yarattığı yalnızlık ve aldatılmışlık hissi de insanların üzerinde ağır bir bunalım hâli yaratıyor. Vatandaşın elinden zaten bir şey gelmiyor ve hiçbir şekilde kendisine nefes alma alanı açamıyor. Bu açmaz içindeki toplumsal sıkışıklık ve tepkilerin baskılanması, doğacak refleksin şiddetini arttırmaktan başka işe yaramıyor.

Süreç nereye gidiyor?

Türkiye bugün, kabul edelim ki otokrat bir yönetim anlayışıyla yönetiliyor. Tüm kararların tek elde toplandığı bir sistemde, o tek kişi kendisi hariç herkesin sürece “ortak” olmasını istiyor gibi yapıyor. Yetkinin değil, sorumluluğun paylaşılması anlayışı hâkim. Karar alma gücü tek merkezde. Fakat ortaya çıkacak risklerin ve tepkilerin faturası topluma, muhalefete, kurumlara dağıtılıyor. Bir sistemin otokrasi olup olmadığını en güzel gösteren kanıt da işte budur: “Gücü tekeline al; meşruiyet krizinin bedelini kolektifleştir!”

Sonuçta ortaya çıkan bu süreç “barış” değil. Çünkü kapalı kapılar ardında yürüyen, toplumdan gizli, onun dâhil edilmediği, denetimsiz bir süreç, olsa olsa güç mühendisliği olabilir. Barış dedikleri şeyde, topluma dayanan bir yan yok, ilkeler yok, şeffaflık yok. Sadece aktörlerin pozisyonları, mesajları ve pazarlıkları var.

Toplum, Doğusuyla Batısıyla, Kuzeyiyle Güneyiyle yalnızca maruz kalıyor. Zaten ağır bir ekonomik buhranın içinde tepki verme ihtimali de en aza indirgenmiş durumdayken, başını kaldırıp “Neler oluyor!” deme imkânı da yok sayılır. Diyen birkaç göz önündeki ismin de özgürlükleriyle sınanması, yalnızca onlara birer gözdağı ya da sürecin ilerlemesindeki engellerin ortadan kaldırılması değil; aynı zamanda zaten “güçsüzleştirilmiş” bir topluma “ona bunu yapıyorsam, sana kim bilir neler yaparım” tehdidinden başka bir şey değil.

Dolayısıyla tüm bu çarpık yapı içinde kurulan hiçbir süreç, demokratik meşruiyet üretemez. Tüm suçluların cezalandırılmadığı, 50 bin vatandaşımızın katledilmesinde payı olan teröristlerin bir bir cezaevlerinden salındığı ama iddianamelerinin bile aylar sonra hazırlandığı, kaçma şüphesi bulunmayan ve toplum vicdanında aklanmış kişilerin ve ailelerinin tutukluluk adı altında tabir caizse işkenceye maruz kaldığı bir yerde adalet duygusu onarılamaz. Bütün bu işler arasında, uygulanan bu süreç hiçbir şekilde toplumda sahiplenme duygusu yaratamaz. Çünkü ilkesizliğin, tek merkezli iradenin ve sorumluluğu başkalarına yıkmanın üzerine kalıcı hiçbir şey bina edilemez. Bir sürü manipülasyonla tam tersi sebeplere oy istenen bir seçimin ardından, yine tam tersine bir politikaya evrilerek elitler arası bir mutabakatla karar verip bunu topluma dayatırsanız, bunun demokratik bir meşruiyeti olamaz.

Toplumun dâhil edilmediği hiçbir çaba barışı getirmez. Bu sadece geçici bir sessizliktir ve bu sessizlik, patlamaya hazır bir saatli bomba kadar tehlikelidir. Çünkü demokrasi de barış da elitler arası pazarlıklarla değil, ancak toplumsal rıza ile kurulabilir. Üstelik bu sürece barış da denemez. Tepeden inen elitler, tarafların deneyimlerini, adalet duygusunu ve müzakereleri dışarıda bıraktığında “meşruiyet açığı” üretir; toplumsal sahiplenme yoksa, kurulan şey barış değil, bir kırılganlıktır. Zaten bu ağızlarda dolaşan barış da her zaman bahsettiğimiz “jelibon” kelimelerden başka bir şey değildir.

Toplumun rızası her şeyin üstündedir

Bunu Turgay Bey’in “Türk Dili ve Tarihi” programına katıldığımda da söylemiştim. Anthony Gramsci adında Marksist bir düşünür var. Gramsci’nin aydın algısı iki farklı düzlemde şekilleniyor. Birincisi geleneksel aydın. Bu aydın tipi tam da Tanzimat Dönemi’nde bizde olduğu gibi ve hatta şimdilerde siyaset eliyle yapılmaya çalışıldığı gibi tepeden indirgemeci, amaca değil, sonuca odaklı ve nihayetinde başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmaz olan bir anlayışa sahip. Diğeri ise organik aydın tipi. Bu ise Gökalp’ın Cumhuriyet’in erken dönemlerinde başlayıp, kuruluşuyla devam eden ve rıza temelinde ilerlettiği gibi bir süreç. Bir anlamda sosyal entegrasyon. Farklılıkların farkına bile varmayacak şekilde uyumlanmış, aynı acı ve sevinçte buluşabilen, ortak hatıraları, ortak hedefleri olan, eşit hürriyet ve haklara sahip, aynı eğitimi alma imkânı bulunan, aynı sorumluluk ve ödevlerde buluşan bir toplum politiğinde onu yönlendirme, organize etme ve bütün bunları rıza temelinde şekillendirme görevini taşıyan bir konumdadır.

Günün sonunda Tanzimat’taki başarısızlık, padişahın kendi isteğiyle yetkilerini kısıtlamasına sebep olurken; bizi de Kurtuluş Savaşı’na kadar götürdü. Oysa Gökalp aydınlanması ve metodolojisi, onun, Mustafa Kemal’in devrimleri ve siyasi ıslahatlarıyla eylem hâlini almış ve bizi de bugünlere kadar güçlü bir şekilde getirmiştir. Çünkü bu değişikliklerin arkasında yalnızca Mustafa Kemal’in siyasi ve askeri karizmasının verdiği özgüven değil; toplumun rızasını, güvenini kazanmış olması da vardır.

Dolayısıyla bugünkü meselenin özü açık: Tüm yetkileri kendinde toplayan kişi ya yetkiyi dağıtmalı ya da siyasal sorumluluğu üstlenmelidir. Çünkü bu tercih sadece bir milletin kaderini değil, aynı zamanda kendi hikâyesinin sonunu da nasıl yazacağının kararıdır.

Siyasi partilere ve kişilere verilen roller

“Tüm yetkiyi ben kullanayım ama sorumluluğu benim haricimdeki herkes bölüşsün” durumunun kendisi anomalidir. İşte bizim ve “mümkünse” muhalefetin topluma anlatması gereken tek şey budur.

Bu sebeple tartışmanın adresi CHP, MHP, İYİP, Zafer Partisi veya Orkun Özeller falan değil; en azından sadece onlar değil. Yetkinin sahibi olan ve sorumluluğu da üstlenmesi gereken o bir tek kişi. Fakat yaşanan, tam tersi. Muhalefetin bir bölümünün oy potansiyelini düşünerek çok da ciddiye almadıkları ortada. Ciddiye alınma ihtimalleri gerçekleştiğinde de susturmak için kullanacakları harika bir sopaları var: Yargı! Öte yandan hiçbir yetkisi olmamasına rağmen tüm sorumluluğun başkalarına yıkılması, iktidarın CHP’yi sistem dışına itme stratejisinin yeni bir versiyonu gibi de duruyor. Yani bugün, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin İmralı’ya, bebek katilinin “huzuruna çıkma” kararını reddetmesini de Pervin Buldan’ın DEM’i ana muhalefet partisi ilân etmesini de bundan bağımsız okuyamayız.

Türkiye’de hukuk… Kendime kadar!

Ayrıca siyasette ve diplomaside “kavramlar” herhangi bir konuda her bir ilgili tarafın, aktörün niyet ve tasavvurlarına, hedeflerine ışık tutan araçlardır.

DEM Parti yetkililerinin demeçlerinde kurdukları cümlelerde yer verdikleri kavramlar da DEM Parti’nin “terörsüz Türkiye” süreciyle ilgili niyet ve tasarımlarını ortaya koymaktadır. Meclis çatısı altında kurulan bu ihanet komisyonunda 21 Kasım’daki oylama sonucu DEM Parti Eş Başkanları ortak bir açıklama yaptılar. Konuşmada şöyle bir yer geçiyor: “Karar, 86 milyonun ortak geleceğine, demokratik birlikteliğimize ve kalıcı barışa vesile olsun“. Bu açıklamadaki “demokratik birlikteliğimiz ve kalıcı barış” sözleri, Anayasa’mızın 3’üncü maddesindeki “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” hükmünün lâfzı ve ruhuyla bağdaşmaz.

“Birliktelik” dediğimizde asgari iki taraftan bahsetmemiz gerekir. Aynı şekilde “Demokratik birliktelik” kavramı da bu tarafların bağımsız ve egemen irade sahibi olmalarını gerektirir. Bu da “kendi kaderini tayin etme” (self-determination) hakkına kadar uzanır. Banisi Mustafa Kemâl ATATÜRK olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti “üniter” bir devlettir. Kendi kaderini kendisi tayin edebilen, egemen bir devlettir. Ancak muhatap alınan ve/veya kendisini Türkiye Cumhuriyeti’nin muhatabı gören grup sadece bir terör örgütüdür. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, bu “üniter” anayasal yapı içinde bütün yurttaşları eşittir, bir ve beraberdir.

DEM Eş Başkanlarının açıklamasındaki “kalıcı barış” sözü de yersizdir, kastidir.  Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti son 41 yıl boyunca “terörle mücadele” etti. Türkiye bir savaş içinde değildi. “Terörle mücadele” ile “savaş” mahiyet ve hukukî sonuçları itibariyle farklı durumları ortaya koyan kavramlardır. PKK’nın ve DEM Parti’nin şimdi sürekli olarak Türkiye’de “barıştan” söz etmeleri, Türkiye’nin “terörle mücadelesini”, “Uluslararası İnsanî Hukuk”, yani bilinen adıyla “Savaş Hukuku” alanına çekmek içindir. Zira “barış” kavramı, teknik anlamında “savaşı” çağrıştırır. “Savaş” algısı yaratır.

Bütün bu sebeplerle, Türkiye Cumhuriyeti 102 senelik egemenliğini, varlığını, milletiyle beraber geleceğini siyasetin birkaç yıllık yumuşak tahtı, şöhreti ve kişisel kazancı uğruna heba etmemelidir. Siyasetçiler, bugünkü konumlarını borçlu oldukları geçmişin, hatıra ve mirasının ancak kendilerine onu ileriye taşımakla sorumlu oldukları bilinciyle hareket etmelidir. Aksi bugünümüzü tahrip ederken; geleceğimizi yıkmaktan, birlik ve beraberliğimizi bozmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Kaynakça

[1] Vurcu, İ. (2024). Cevap Hakkı: Türk Milliyetçiliği Nazarında Kürt Sorunu. Mavi Gök Yayınları. İstanbul. s.31.

[2] Özdağ, Ü., Vurucu, İ. ve Akbaş, A.A. (2013). Doğu Raporu Bölgede Türk Kimliği ve Türklük Algısı. Kripto Basın Yayın. Ankara. s. 108.

Burçin Öner

Yazar ve editörümüz Burçin Öner, 2011 yılında Gazi Üniversitesi’nden İstatistik lisans derecesini, 2013 yılında Samsun On Dokuz Mayıs Üniversitesi İstatistik Bölümü’nden yüksek lisans derecesini aldıktan sonra, 2019 yılında Gazi Üniversitesi Uygulamalı İstatistik Anabilim Dalında doktora eğitimini tamamlamıştır. 2020 yılından bu yana Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi'nde Dr. Öğr. Üyesi olarak görev yapıyor. Akademik alanda çeşitli dergilerde çalışmaları yayınlandı, ulusal ve uluslararası pek çok konferans ve sempozyuma katılıp tebliğ sundu. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının gençlik yapılanmalarında yöneticilik, çeşitlik site ve dergilerde yazarlık yaptı. Milli Düşünce Merkezi Gencay Grubu’nun çıkardığı Gencay Dergisi’nin 2013 yılından 2017 yılına kadar editörlüğünü üstlendi. 2017 yılından beri Milli Düşünce Merkezi ve Milli Strateji Araştırma Kurulu Yönetim Kurulu ve Yayın Kurulu üyesi ve MİSAK Genel Yayın Yöneticisidir. Öner hâlihazırda, meslek yüksek okulları için istatistik uygulamaları konusunda bir kitap üzerinde çalışmaktadır. Yayın Bilgileri Tezler:  “Korelasyon Katsayısının Etki Büyüklüğü Olarak Kullanıldığı Meta Analizi Çalışmalarında İstatistiksel Gücün Değerlendirilmesi”, Burçin Öner (Danışman: Prof. Dr. Bülent Çelik), Ankara, Nisan 2019. (Doktora Tezi)  “Veri Zarflama Analizi ve Temel Bileşenler Analizi Yöntemi İle Türkiye'deki İllerin Ekonomik Performanslarının Değerlendirilmesi”, Burçin Öner (Danışman: Yrd. Doç. Dr. Taner Tunç), Samsun, Temmuz 2013. (Yüksek Lisans Tezi) Uluslararası hakemli dergilerde yayımlanan makaleler:  Öner, B. ve Çelik, B. (2018). The calculatıon of statıstıcal power ın meta analysıs for correlatıon coeffıcıent. Uluslararası Medeniyet Çalışmaları Dergisi, 3(2), 447-463.  Öner, B., Kahyaoğlu, M. ve Çelenli Başaran, A.Z. (2016). Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Girişimcilik Eğilimlerini Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma: Çarşamba Ticaret Borsası MYO Örneği. Akademik Bakış Dergisi, 57(9), 178-189. Sempozyum bildirileri:  Öner, B., Çelik, B. (2018), Statistical Power in Meta-Analysis Using Correlation Coefficient as Effect Size, XIth International Statistics Days Conference (ISDC’2018), Muğla, Turkey, 247.  Öner, B. (2016), Türkiye’de İllerin Ekonomik Performansının Veri Zarflama Analizi Ve Temel Bileşenler Analizi İle Değerlendirilmesi, Xth International Statistics Days Conference (ISDC’2016), Giresun, Turkey, 398-409.  Sözen, Ç., Öner, Y., Bulut, H. ve Öner, B. (2016), Fonksiyonel Veri Analizi ile Karadeniz Bölgesi’ne Ait Yağış Verilerinin İncelenmesi, Xth International Statistics Days Conference (ISDC’2016), Giresun, Turkey, 192-201.  Çelenli Başaran, A.Z., Öner, B. (2016), Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Demografik Özellikleri ile Girişimcilik Eğilimleri Arasındaki İlişki: On dokuz Mayıs Üniversitesi’nde Bir Araştırma, Xth International Statistics Days Conference (ISDC’2016), Giresun, Turkey, 614-624.  Öner, B., Çelik, B., (2015) LDL Cholesterol Level In Subjects With Coroner Heart Disease and Type 2 Diabetes Mellitus: A Meta Analysis of Prospective Studies, EMR 2015, Cappadocia, Nevsehir, Turkey, 140. Atıflar:  Öner, B., Kahyaoğlu, M. ve Çelenli Başaran, A.Z. (2016). Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Girişimcilik Eğilimlerini Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma: Çarşamba Ticaret Borsası MYO Örneği. Akademik Bakış Dergisi, 57(9), 178-189. Hakem inceleme aşamasındaki çalışmalar:  Öner, B., Öner, Y. Evaluation of Statistical Power in Random Effect Meta Analyses for Correlation Effect Size. Communications in Statistics - Simulation and Computation. (SCI-Expanded) Hazırlık aşamasındaki çalışmalar:  Öner, B., Güneş Termik Santrallerinin Kurulum Yerinin Belirlenmesinde Kullanılan Sıralama Tekniklerinin Doğrusal ve Kanonik Diskriminant Analizi Yöntemleri İle Karşılaştırılması: Ankara İli İçin Bir Uygulama (Makale Çalışması)  Öner, B., Çelenli Başaran, A.Z, Meslek Yüksek Okullarında İstatistik (Kitap çalışması)  Öner, B., Öner, Y., Sosyal Bilimler İçin İstatistik (Kitap bölümü çalışması)  Öner, B., Öner, Y., Çelenli Başaran, A.Z., Sözen, Ç. Clasification Of The Companies Traded In The BIST By Financial Ratios (Makale çalışması)  Öner, B., Meta Analizinde Etki Büyüklüğü Türlerine Göre İstatistiksel Gücün Simülasyonu (Makale çalışması)  Öner, B., Meta Analizinde Yüksek İstatistiksel Güç İçin Gerekli Örnek Hacmini Belirleme Yolları (Makale Çalışması)  Öner, B., Çelenli Başaran, A.Z., Çelenli, H.İ., Simülasyon Yoluyla Oluşturulan Portföylerin CCR Modeli İle Etkinlik Analizlerinin Değerlendirilmesi (Makale Çalışması) Sertifika/Belge/Ödül Bilgileri  (Katılım Belgesi) XIth International Statistics Days Conference in Muğla, Turkey, October, 2018.  (Katılım Belgesi) Xth International Statistics Days Conference in Giresun, Turkey, October, 2016.  (Katılım Belgesi) The 8th Conference of the Eastern Mediterranean Region of International Biometic Societyheld in Cappadocia, Nevşehir, Turkey, May, 2015.  (Katılım Sertifikası) Sozkonusu.net 3. Yazarlar Çalıştayı, Kastamonu, Ağustos 2014.  (Dil Sertifikası) International English Language Testing System, British Council, IELTS Australia, Cambridge English Language Assesment Part of the University of Cambridge, Ankara, Kasım 2013.  (Katılım Belgesi) 1. Genç İstatistikçiler Sempozyumu, Hacettepe Üniversitesi, Ankara, Eylül 2013.  (Katılım Sertifikası) DEA 2013 11th International Conference on Data Envelopment Analysis, Gazi Üniversitesi ve On Dokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun, Haziran 2013.  (Eğitim Sertifikası) ISO 9001: 2008 İç Tetkikçi, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Eğitim Sertifikası) OHSAS 18001 İş Sağlığı ve Güvenliği, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Eğitim Sertifikası) ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Eğitim Sertifikası) Stratejik Yönetim, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Eğitim Sertifikası) Entegre Yönetim Sistemi, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Eğitim Sertifikası) ISO 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Eğitim Sertifikası) ISO 9001: 2008 Kalite Yönetim Sistemi, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Eğitim Sertifikası) NLP Begginer, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Eğitim Sertifikası) Beden Enerji Merkezi Çakralar, Çakraların Açılması, Nefesle Yüksek Algı Teknikleri, Nefesle Arınma Teknikleri, Özgürleşme Affetme Eğitimleri, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Eğitim Sertifikası) Kişisel Gelişim, NLP, Mativasyon, Stres Yönetimi, Zaman Yönetimi, Beden Dili, İletişim Dilleri Eğitimleri, Uniacademy Institute, Aralık 2012.  (Plaket) İstatistik Kolokyumu Örnek Sunumları, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun, Aralık 2012.  (Katılım Sertifikası) Sozkonusu.net 2. Yazarlar Çalıştayı, Samsun, Ekim 2012.  (Sunum Sertifikası) 8. Uluslararası İstatistik Öğrenci Kolokyumu, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir, Mayıs 2011.  (Katılım Sertifikası) Sozkonusu.net 1. Yazarlar Çalıştayı, Ankara, Ocak 2011.  (Katılım Sertifikası) 19. İstatistik Araştırma Sempozyumu, TÜİK, Ankara, Mayıs 2010. Sivil Toplum Kuruluşu Üyelikleri ve Sosyal Faaliyetler  2018 -… Millî Düşünce Merkezi Yönetim Kurulu Üyeliği  2018-… Millî Strateji Araştırma Kurulu Yönetim Kurulu Üyeliği  2018-… Millî Strateji Araştırma Kurulu (MİSAK) İnternet Sitesi Genel Yayın Yöneticiliği ve Yazarlığı  2016-… TahtaPod.com İnternet Sitesi, Köşe Yazarlığı  2014 – 2018 Millî Düşünce Merkezi Gencay Gençlik Grubu Başkan Yardımcılığı  2013 – 2017 Gencay Dergisi Koordinatörlüğü ve Yazarlığı  2011 – 2015 Sözkonusu.net İnternet Sitesi Yöneticiliği ve Köşe Yazarlığı  2011 – 2013 Samsun Ülkü Ocakları İl Yöneticiliği  2011-2012 Haberiniz.com İnternet Sitesi Köşe Yazarlığı  2011-2012 Ülkücü Yazarlar Birliği Köşe Yazarlığı  2010 - … Ankara Türk Ocağı Üyeliği Yazılar Editöryal Çalışmalarda Yer Alan Yazılar:  Öner, B. (2017). Rus Narodnizminden Gökalp Halkçılığına Türk Popülizmi, Yeni Okumalar Işığında Ziya Gökalp, Ed. İkbâl Vurucu ve Mustafa Yiğit, Palet Yayınları, Konya.  Öner, B. (2016). Asude Bir Bahar Ülkesinde Şimdi O Gül, Tarih Kültür Toplum Ayça Günkut Vurucu Armağanı, Ed. İkbâl Vurucu, Eğitim Yayınevi, Konya. Köşe Yazıları:  Ankara ve Seymenleri  Anlaşılamayan Türk Milliyetçiliği – 1  Anlaşılamayan Türk Milliyetçiliği – 2  Anlaşılamayan Türk Milliyetçiliği – 3  Aydınlık Zihinlerin Karanlık Karmaşaları  Bak Bir Şehit Ne Diyor  Bize Ne Oldu Böyle? – 1  Bize Ne Oldu Böyle? – 2  Bize Ne Oldu Böyle? – 3  Bize Ne Oldu Böyle? – 4  Bize Ne Oldu Böyle? – Çözüm Önerileri 1  Bize Ne Oldu Böyle? – Çözüm Önerileri 2  Demokrasi Algımız ve İtirazlar  Dergicilik Üzerine Bir İnceleme  Durmuş Hocaoğlu Aydınlanmanın Neresinde?  Ermeni Dosyası – Kazım Karabekir Kültür ve ahlâk erozyonunda Siyasal İslamcılığın etkisi  Millet ve Milliyetçilikte Komşu Kızının Rolü  Mürekkep Yüreklerdeki Ukdeler  Namus Benimdir Hâkim Bey! Neden Boş Değil de Hoş Geliyorlar?  Nice Mutlu Günlere  Pozitif Bilimlerin Felsefeye Yansımasında İki İsim Bir Kitap: Millet ve Milliyetçilik / İskender Öksüz & Milay Köktürk  Siyasi Partiler Mi Yoksa Cinsiyetler Mi Yarışıyor?  Şahsiyet Üzerine Bir İnceleme  Turancılık Ve Milli Devlet Nasıl Bağdaştırılacaktır?  Türkiye’de Tecrübe: Ankara Siyaseti  Ülkücülüğün İflası Ve Yeniden Türk Milliyetçiliği

Yorumları Göster

Yazar:
Burçin Öner

Son Yazılar

İsrail’in Hava ve Deniz Taşımacılığına Yönelik Yaptırımlar

İsrail uçaklarına iniş yasağı, yabancı uçakların İsrail’e gitmesinin yasaklanması ve denizcilik ambargosu İsrail’in dış ticaretini,… Devamını Oku

10.12.2025

Vatandaş ve insan olabilmek

Şayet ülke yönetmek isteyenler, böyle bir göreve talip iseler; buyursunlar, pek şerefli görevlerini ifa etsinler.… Devamını Oku

09.12.2025

İsrail Üzerinde Etkili Olan Yaptırımlar

İsrail'e yönelik uygulanan yaptırımlar, özellikle 2023 Ekim ayında başlayan Gazze Savaşı sonrasında uluslararası alanda önemli… Devamını Oku

29.11.2025

Türkçülüğün uyanışı

Etnik dinlenme sürecinin yarattığı hırslı-enerjik (passioner) insan kaynağı; yüz yıl öncekinden daha güçlü şekilde, milleti… Devamını Oku

21.11.2025

Filistin Devleti Profili (Gazze dahil)

Filistin Devleti uluslararası hukukta tanınan, ancak fiilen parçalanmış ve işgal/abluka altında bulunan bir devlettir. Siyasi… Devamını Oku

17.11.2025

Cumhuriyet ve demokrasi

Cumhuriyet rejiminde, halkın iradesini yönetime yansıtma iddiası, siyasi gücün temelinin tamamıyla halk olduğu vurgusu, diğer… Devamını Oku

10.11.2025