Yükleniyor...
Âgâh Oktay Güner, bir devrin önde gelen isimlerindendi. Siyasetçiydi. İktisatçıydı. Yazar ve hatipti. Hepsinde de derece farkıyla ortanın üzerinde varlık göstermeyi bilenlerdendi. Kolay iş değildir. Planlı programlı çalışma ister. Toplum önüne çıkan iddialı bir siyasi figürün göstereceği gayret çok yönlüdür. Bu konuda örnek gösterilecek bir isimdir. Biyografisine bakınca zor hayat şartlarından geldiği ve kendisine koyduğu hedefler için hayli çetin şartlardan geçtiği görülür. Denebilir ki hayatında tesadüflere bırakılmış bir tesadüf yoktur. Onunki bu titizlikte ölçülü biçili, iyi yetişme zemininde bir yol yürümedir.
“İyi yetişme” kavramı üzerinde durmak lazımdır. Bayburtlu bir sağlıkçının oğludur. Ailede hazır bulduğu servet, iyi insan örneği bir anne babadır. Halk tipi ailesinden aldığı temel değerlerdir. Çevre de o çevredir. Yalnız o, bu çerçevede kalacak bir kimse değildir. Kabına sığmaz, atılgan ve büyük işlere girecek mizaç ve karakterdedir. İlkokul çağlarından itibaren apaçık görünen budur. Üniversite yıllarında artık bir toplum önderidir. Yüksek kültürle yakınlaşmıştır. Bu çok önemlidir. Fakülte arkadaşları, şair ve yazar valilerimizden Rıza Akdemir ve Yavuz Bülent Bakiler, “Âgâh öğrenciyken de çok kültürlüydü” derler.
Kültürlü siyasetçinin meseleleri kavrama ve bakış derinliği hemen fark edilir. Kültür deyince merkezde edebiyat vardır. Ana hatlarıyla tarih her aydın için olmazsa olmazlardandır. Zamanın kültür adamlarından kalburüstü isimlerle yakından görüşmesi bu gerçeği bilmesinden dolayıdır.
Âgâh Bey, tarih bilmeyen politikacının bu memlekete ancak zarar vereceğini söylerdi. Bilmeyen, söyleneni de anlayamaz. Dökme suyla değirmenin dönmeyeceği yer devlet idaresidir. Devlet yönetmeye talip olan bazı temel konuları bilecek ki danıştıklarını anlayabilsin ve değerlendirebilsin. Çok siyasetçi tanımıştı. Yerli-yabancı eskileri bilir, yaşayan tecrübelilerle hem görüşür, hem takip ederdi. Zaman zaman onlarla ilgili dikkatlerini kültürleri üzerinden temellendirirdi. Bunlar gerçekten öğretici değerlendirmelerdi.
Son yıllarda şimdiki iktidar partimizin başkanı, değerlendirmelerinde özel bir örnek olarak öne çıkardı. Ona göre, kültür zayıflığı, görgü eksikliği, ideolojik darlık özellikleriyle böylesi görülmemişti. 2002’de başa geçtiğinde çok hayıflanmış ve “Tarih ve devlet fikrinden uzak bir anlayışın mensubu, inşallah bürokrasi çerçeveler” demişti. Devamının nasıl geldiği malum.
12 Eylül’den önce Topraklık sırtlarında komşuyduk. Bir grup arkadaş epeyce yakın görüşürdük. O kavga yıllarında yaptıkları muhteşemdir. Meclis’te o konuşacaksa sıralar dolardı. Ses tonu, tonlayışı ve söyledikleriyle insanları çeker ve dinletirdi. Konuşmaları, hiçbir zaman boş veya dolu, polemik ağırlıklı olmadı. Bilgiye, kültüre, görgüye dayanan konuşmalardı.
Alparslan Türkeş‘in yardımcıları arasında Sadi Somuncuoğlu ve o iki ağır toptu. İnsan halidir, öne çıkanlar kıskanılırlar. Kıskançlıkla hakkında epeyce konuşulurdu. Çoğu doğru değildi. Mağrur görünmesi ve yüksek egosu çok zaman bahanedir. Kültürü ve şehirli edası, sözünün değeri ve üslûp sahibi bir politikacı oluşu önemli sebeplerdendi. Türkçesi iyiydi. Dili temel görürdü ve çok titizlenirdi. Doktorasını Fransa’da yapmıştı, Fransızcası bilenlere göre mükemmeldi. Kıskanılma sebepleri bunlar olsa gerek.
Çok okurdu. Muazzam bir kütüphanesi vardı. Bununla beraber, her konuyu en iyi bildiğini düşündüğü kimselere danışırdı. Bilen, bilmenin değerini de bilir ve danışır. Bu da önemli bir ilkedir.
Kavga yıllarında yaptıkları muhteşemdir. Her ihtiyaç duyana ve kapısına gelene bir türlü yardım ederdi. Bu özellik o devrin politikacılarında vardı. Onda daha fazlası vardı. Problemleri çözerdi. Sosyal medyada vefatı üzerine yazdığım metni okuyanlardan yüzlerce kişi yaşadıklarını yazdılar. Birkaç isim dışında olumsuz bir yorum gelmemesi önemlidir.
Yanlış yaptığı işler de mutlaka vardır. Mesela ihtilalden sonra hapisten çıktığında bazı arkadaşlarımız Konya Yurdu’nun kapanmaması için yardımlarını isterler. Reddeder. Hangi ruh haliyle reddettiğini az çok tahmin ediyorum. Tersi, olumlu örnek binlerledir. Bunlarla beraber yekûn alınır ve niyete bakılır. Doğru tanımlamaya böyle ulaşılabilir. Cenazede Ülkü Ocakları Genel Başkanlarından Sami Bal, etrafındakilere “Bu adam, kan gövdeyi götürürken bize geldi. Aldığı riskti. Bize değer kattı. Ancak teşekkür ederiz” diyordu. Vahit Erdem Bey, politikacı, bürokrat, onlarla isimle konuşurken edilen sözler özellikleri bakımından ender yetişir bir devlet adamını işaret ediyordu.
Tenkide açıktı. İster ve dinlerdi. Yanlışlar olur, olmuştur. Doğru yaptıkları yanında binde bir mesabesinde sayılmayacak işlerdendir. Onun hakkında kesin hüküm vermeye yol açacak yanlışlar değildir. Herkesin yanlışları olur. Büyüklerin büyük yanlışları olur. Kıyaslamak için değil, düşündürmek için söylüyorum: Atsız’ın da Türkeş’in de büyük hataları hep konuşulur. İnönü’yü, Demirel’i, Özal’ı, irili ufaklı isimleri geçtik, Türk tarihinin en büyük ismi Fatih’in de, en büyük askeri Timur’un da, en milliyetçi isimlerinden Atatürk’ün de büyük yanlışları vardı. Bunlar, onların büyüklüklerine halel getirmez.
Şurası muhakkak ki insanların ruhuna işleyen bir ilgisi vardı. Vefat haberini alınca, yakın dostlarından, son dönem Sanayi Bakanlığı müsteşarlarımızdan Veysel Yayan’la kızlarına gittik. Yolda, evde birçok hatıra konuşuldu. Birini Âgâh Bey’in büyük kızı Cangüzel kayda geçirdi: Veysel Bey, 26 yaşında Amerika’ya gidecektir. Veda etmek üzere uğrar. Der ki: “Veyselciğim, etrafına iyi bak. İncele, anla! Ve sâkin ol! Sükûnet, objektif olmanın mûtedil iklîmini hazırlar”. Ben de bu yazıyı “sükûnet”le yazmaya çalıştım.
Buna benzer binlerce karşılaşma toplansa ne güzel bir eser olur. İnsanlara hayatlarında rehberlik etme halleri en çok duyduklarımdandı. Sosyal medyada yazdığım yazıya gelen yorumlarda da çok vardı. Bu, bir tür hocalık gibiydi. Sâmiha Ayverdi ve yine yakından tanıdığı Fethi Gemuhluoğlu’nun ve o tarz büyüklerin yolunu hatırlatan bir durumdur. Şüphesiz o yoldaydı diyecekler çıkacaktır.
Şunu da hatırlatmalıyım, son yıllarda birçok insan gibi dinî yapılanmaların memlekete verdiği zararı çok söyledi ve yazdı. Dinden yürüyen siyasetin, önce dine bakışları komaya soktuğunu söylerdi. Din deyince bu dinden geçinenleri görmek, dinin en büyük talihsizliğidir, derdi. Tarikat görünüşlü yapıların da tasavvufla ilgisizliğini ısrarla söylerdi. Laiklik prensibinin ne kadar önemli olduğunu anlamıyorsak, bu yaşadıklarımız da bizi uyandırmıyorsa türlü belalara uğrarız, derdi. Her ne olursa olsun Türk Milleti o beladan çıkar, yeter ki çok geç olmadan, zarar artmadan olsun diyerek bağlardı. Bunlar, üzerinde düşünülecek hususlardır.
Sıkıntılarını kendi içinde yaşardı. Stratejik düşünürdü. En basit olayları bile doğru değerlendirmeye çalışırdı. 12 Eylül’den önce evinden çıkarken vurulduğunda kimseye duyurmamaya çalışmıştı. “Moraller bozulmasın, yılgınlığa yol açmasın!” demiş ve etrafını uyarmıştı.
Sözü dinlenen, dediği yapılacak bir karakterdi. Ailesini çok az görürdü. İnci Hanım ve çocukları, Cangüzel, Rahmet ve Sâmiha da bu hale alışmışlardı.
Yine söylüyorum, tabii insan olarak hataları olmuştur. Aile fertleri ve dostları başta, kırdıkları, üzdükleri olmuştur. Bir yerde hepimiz, mizacımızı aşamadığımız yerlerde bocalarız. İnsan ilişkilerinde denge her zaman tutturulamaz. O kadar yoğun çalışan bir kimse için bu zorluk mizacıyla birleşince bütün dikkatine rağmen zaman zaman yanlış yaptırır. Son evliliği böyledir. Bazı temel yanlışlar bile çıkabilir. Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat vakfı başkanı Sinan Uluant, bu tür bir örneği en ince detaylarıyla yaşayanlardandır. Onun değerlendirmesi önemlidir. Yılmaz Öztuna çok tekrar ederdi: “Büyüklerin yanlışları da büyük olur”.
Eseri, önce ve sonra iyi tarafları ağır basan hayatıdır. Yazılacak bir hayattır. Şahane örneklerle doludur. Siyasetçi ve kültür adamı kimliğiyle yaptıkları yüksek notu hak eder. İki ekonomi kitabı bir devrin el kitapları halinde okunurdu: İsraf Ekonomisi ve Verim Ekonomisi, adlarıyla da kendini okutan eserlerdi. Hâlâ okunuyor. Raymond Aron’dan Sanayi Toplumu’nu, Hans Kohn’dan Panislavizm ve Rus Milliyetçiliği’ni çevirmişti. Önemli eserlerdir.
Tercüman Gazetesi sahibi Kemal Ilıcak’la yakın dosttu ve onun danışmanıydı. Bir süre haftada bir Tercüman’da yazdı. Sonra Türkiye ve Yeniçağ gazetelerinde yıllarca yazdı. Bunlardan seçilecek yazılar da kitaplaşabilir. Meclis konuşmaları bildiğim kadarıyla toplandı. Verdiği konferanslar, salon ve meydan nutukları kadar ilgiyle takip edilir ve beğenilirdi. Bunlar da dikkatli bir editör elinden geçerek basılabilir.
Taha Akyol üstadımız bu hayatın bir devresini en iyi bilen dostlarındandı. O da “Keşke hatıralarını yazsaydı” diyecektir. Önemlidir. Çünkü bir devre içerden şahitlik edenlerdendi. Çok yönlü bir insandı. Sesi hepimizin kulaklarında iz bırakmıştır. Türk Milleti’nin büyük bir evlâdını kaybettiği açıktır.
1 Yorum