07.07.2025

Lübnan ve Ürdün Türklerinin tarihî köklerine bakış

Dünya ülkeleri açısından medeniyetlerin kurulduğu coğrafyada güvenliğin ve barışın sağlanması; Türkiye zaviyesinden ise Türkmenler ile olan tarihi bağların yanı sıra; Türkiye’nin sınır güvenliğinin sağlanması açısından önemli bir gerekliliktir.


Emeviler döneminde Maveraünnehir’e yapılan akınlar sonucu Türkistan’dan getirilen binlerce askerin getirilmesiyle başlayarak Abbasiler döneminde artarak devam eden iskan faaliyetlerine ek olarak IX. yüzyılın son çeyreğinde ilk kez bir Türk devleti Tolunoğulları’nın hâkimiyetinin tesis edilmesiyle ilk kez Lübnan’da Türk varlığına denk gelinmeye başlanmıştır. Tolunoğulları’ndan sonra İhşîdîler’in idâresi altına giren Lübnan, 969’dan itibaren tedrîcî olarak Fâtımîler’in hâkimiyetine geçmiştir. Kısa süreli ve istikrarsız Selçuklu hâkimiyeti (1078-1117) döneminde yaklaşık 15 bin Türk buraya yerleştirilmiştir. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin 1187’deki Hittîn zaferi ve ardından 1189’da Kudüs’ü fethinin ardından Lübnan’ın sahil kesimi hariç bölge Türk hânedanı Eyyûbîlerin elinde geçti.

Günümüzde, Lübnan Türk toplumunun çoğu, Selçuklu döneminde bölgeye (Bekaa Vadisi) yerleşenler ve Anadolu’dan Lübnan’a gelen Osmanlı Türk yerleşimcilerinin torunlarıdır.

Haçlı seferleri esnasında Hristiyan ordularının işgali altındaki Lübnan, Memlûk Sultanı Baybars ve Kalavun döneminde yapılan başarılı muharebelerle kurtarıldı. Memlûklar, XIV. yüzyıl başlarında bölgeye bazı Türk aşiretlerini yerleştirdi. Lübnan, XIV. yüzyıldan itibaren güçlü Memlûk hâkimiyeti altında istikrarlı bir dönem geçirdi.

12. yüzyılda Kisrivan’dan Trablusşam’a stratejik noktalarda daima Türkmen aileleri bulunmuştur. Derken Lübnan, Memlüklü Berkuk Beyin eline geçer. Beyrut’un kuzeyi ise Türkmen Assaf ailesine bırakılır. Türkmenler iltizam yoluyla vergi toplar. Bu boylar aynen Memlûklar ve Osmanlılar gibi Türk ve Sünni’dirler.

Lübnan, 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Suriye-Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girdi. Yine bu dönemde hac yolunu korumak gayesiyle Suriye ve Lübnan’a bazı Türk aşiretleri yerleştirildi. Bu aşiretlerden daha az vergi alındı ve bu aşiretler Osmanlı tarafından resmen koruyup kollandı. 1918 yılına kadar bölge Osmanlı’nın hakimiyetinde kaldı.

Lübnan, 1918 Ekim başında İtilaf kuvvetlerince işgal edildi. Ekim 1918’den Lübnan bu tarihten itibaren bağımsızlığını kazandığı Kasım 1943’e kadar Fransız yönetiminde kaldı. Burada kalan Türkler de kendi kaderine terkedildi.

1989’da Lübnan ordusunda askerlik görevi yürüten Kavaşra köyünden Halit Esad, 1989 yılında görevi sırasında Türkçe konuşurken subayı tarafından fark edilip subayın Halit Esad’ı Türkiye Büyükelçiliğine götürmesi ile unutulan Lübnan’daki Türk varlığı ile Türkiye Cumhuriyeti makamları arasında ilk kez bir ilişki kurulmuştur. O dönemin Beyrut Büyükelçisi İbrahim Dicleli ile görüşen Esad, Kavaşra köyünden bir Türkmen olduğunu ifade etmiştir.

Ürdün Türklerinin tarihî köklerine bakış

Emeviler döneminde Maveraünnehir’e yapılan akınlar sonucu Türkistan’dan getirilen binlerce Türk’ün iskanıyla başlayan süreç, Abbasiler döneminde de sürmüştür. Devlet merkezinin Irak’a taşınmasıyla Suriye ile birlikte ihmal edilen Ürdün, IX ve X. yüzyıllarda Abbâsîler’in zayıflamasıyla Mısır’da ortaya çıkan Tolunoğulları ve İhşîdîler gibi mahallî hânedanların egemenliğine girmiştir. Böylece Türklerin Batı’ya doğru hareketi giderek hız kazanmıştır. Bu dönemlerde bölgeye yönelik Türk göçleri artmış olmakla birlikte, asıl olarak bu göçlerin Selçuklularla birlikte ivme kazandığı görülmektedir.

Tüm bunlar yaşanırken Fâtımî nüfuzuna boyun eğen Ürdün’e Kuzey Arabistan’dan gelen Tay gibi kabileler yerleşmeye başlamıştır. Bu kabilelerin yol açtığı çeşitli isyanları 1029’daki Ukhuvâne savaşında bertaraf eden Fâtımî yönetiminin varlığı, davet üzerine yardımlarına gelen Selçuklu Emîri Atsız bin Uvak’ın Filistin ve Ürdün’ü ele geçirmesiyle sona erdi.

XII. yüzyılın başlarında Ürdün, Haçlılar’la Kahire ve Şam’daki beylikler arasında tampon bölge niteliğindeydi. Kudüs Kralı I. Baudouin 1115’te  bölgeyi egemenliği altına aldı. Ürdün’de Suriye ile Mısır ve Hicaz’ı birbirine bağlayan kervan yolu üzerindeki Şevbek ve Kerek kaleleri bu dönemde Haçlılar’ın önemli merkezlerindendi. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin bölgeyi fethinin ardından Ürdün Eyyûbîler’in yönetimi altına girdi.

1260 yılından itibaren Memlük hâkimiyetine giren Ürdün’ün kuzeyi Şam (Suriye) nâibü’s-saltanasına bağlı bir idarî birim hâline geldi. Ürdün, Memlükler döneminde Kerek, Şevbek, Aclûn ve Ezrak kaleleriyle bölge savunması için önemli bir rol oynamaktaydı. Memlükler’in XV. yüzyılda zayıflamasına paralel olarak Ürdün’de kabilelerin hâkimiyeti başladı. Kuzey Ürdün’de Aclûn bölgesi Gazzevî ailesinin idaresine girdi, bu aile daha sonraki yıllarda bütün Ürdün’de hâkimiyet kurdu.

Ürdün, Yavuz Sultan Selim’in 1516’daki Mısır seferi sırasında Osmanlılar’a geçti. Gazzevî ailesi de bir Osmanlı sancağına dönüşen Aclûn’da sancak beyi statüsünü elde etti. XIX. yüzyılın ortalarında sancak diye kaydedilen Aclûn bu yüzyılın sonlarında Havran’a bağlı bir kaza idi. Osmanlılar döneminde Maan ve Kerek de (Kerek-Şevbek) sancak şeklinde kaydedilmiştir. XVII. yüzyılda isyan edip Lübnan’ı egemenlikleri altına alan Ma‘noğulları nüfuzlarını Ürdün’ün kuzeyindeki Aclûn’a kadar yaydılar. Şam Beylerbeyi Küçük Ahmed Paşa’nın bölgeyi tekrar Osmanlı hâkimiyetine almasından sonra Ürdün’de Gazzevî ailesinin nüfuzu azaldı. XVIII ve XIX. yüzyıllarda Arabistan yarımadasının kuzeyindeki kabilelerin baskısı sonucunda Ürdün’de bedevî kabileleri isyan ederek karışıklık çıkardı. Burası hac yolu üzerinde önemli bir merkez olduğundan isyanlar Osmanlılar tarafından dikkatle takip edildi ve bastırıldı.

Arap Yarımadası’ndaki Vehhâbîlik hareketi bu dönemde Ürdün’ü de etkiledi. 1809-1810 yıllarında Ürdün’ün tamamını ele geçirip Suriye’ye yaklaşan Vehhâbî grupları Mehmed Ali Paşa tarafından bertaraf edildi. Bu devirde çıkan kabile isyanlarını Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa bastırdı. İbrâhim Paşa’nın 1841’de bölgeden ayrılmasının ardından kabilelerin çıkardığı karışıklıklar daha da arttı ve demografik değişmelere yol açtı. Özellikle Ürdün’ün kuzeyine göçler oldu. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Ürdün’ün kuzey bölgeleri şehirleşme ve nüfus açısından gelişme gösterirken güney bölgelerinde nüfus azaldı. 1864 yılından itibaren Ürdün’ün kuzeyi tekrar Suriye (Şam) vilâyetine bağlandı.

Ürdün topraklarına yönelik olarak 1860’larda toplu bir göç yaşanmıştır. Avşar Türkmen aşireti olarak bilinen Oğuz Boyuna mensup Yörüklerden yaklaşık 100 ailenin, bugün Ürdün’ün başkenti Amman sınırları içerisinde kalan Rumman köyüne yerleştiği bilinmektedir.

1.Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Osmanlı’nın 1918’de bölgeden çekilip Ürdün Devleti’nin kurulmasıyla birlikte Rumman’da kalan Türkler bu bölgenin esas unsuru hâline gelmiştir. Rumman’da 1970’lere kadar sadece Türklerin yaşadığı bilinmekle birlikte, Rumman muhtarlığının yaklaşık 75 yıl boyunca sadece Türklerde kaldığını ancak daha sonra bu bölgeye yerleşen Araplara geçtiği bilinmektedir.

Ürdün’deki Türk varlığının oluşumuna ilişkin bir diğer önemli nokta Osmanlı’nın son döneminde hayata geçirilen Hicaz Demiryolu Projesi’dir.

Pek çok Türk ailesi demiryolu projesinde çalışmak üzere bugünkü Ürdün’e gelmiş, hatta projede çalışacak bazı kişiler bu bölgelerde askerlik yapan kişilerden seçilmiştir. Hicaz Demiryolu Hattı’nın faaliyete geçmesi ile birlikte, projede çalışan kişilerin büyük kısmı aileleri ile birlikte Hicaz Demiryolu’nun geçtiği bölgelerde kalmıştır.

Ürdün’de bugün Osmanlı-Türk göçmenlerinin torunları olan yaklaşık 60.000 kişilik bir halk kitlesi bulunmakla birlikte Türk varlığının önemli bir kısmını da Filistinli Türkmenler oluşturmaktadır. Bu Türkmenlerin büyük kısmının Selahattin Eyyubi ile birlikte bugünkü Filistin topraklarına gelen Türkmen atlılardan kalan aileler olduğu bilinmektedir. Buna ek olarak, Ürdün’e yakın zamanda göç eden 8.262 Türk vatandaşı da bulunmaktadır.

Sözün özü

Görüldüğü üzere bölgedeki varlığı 1400 yıldan fazla ve Anadolu’daki varlığından da eski olan ve nüfus olarak da kalabalık olan Türkmenlerin bölgede salt etnik köken olarak düşünülmesi yanlış bir değerlendirme olacaktır. Bölgedeki tarihin, birikimin, kültürün korunması ve tanıtılmasıyla hem bölge açısından hem de küresel açıdan daha çok gündeme gelmesi gereken etnik bir grup olan Türkmenler, Ortadoğu’da yok sayılamayacak bir aktör konumundadır.  Dünya ülkeleri açısından medeniyetlerin kurulduğu coğrafyada güvenliğin ve barışın sağlanması; Türkiye zaviyesinden ise Türkmenler ile olan tarihi bağların yanı sıra; Türkiye’nin sınır güvenliğinin sağlanması açısından önemli bir gerekliliktir. Bu güvenliğin sağlanmasının ana omurgasını oluşturacak stratejilerden biri de şüphesiz Türkmenler ile kurulacak bağların daha da kuvvetlenmesinden geçmektedir. Bununla beraber Türkmenler ile ilgili yapılan araştırmaların, haberlerin daha da artırılarak Türk kamuoyunun gündemini daha çok meşgul etmesi gerekmektedir.

Yazar

Uğur Utkan

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar