Yükleniyor...
Bayram kelimesi, Kâşgarlı Mahmud’a göre Türkçe ve Oğuzca’dır. Bir yer ışıklarla ve çiçeklerle süslenir, bezenirse, Türklerin oraya “gönül açan yer” anlamında “bayram yeri” dediklerine dikkati çeker.
Tarihin tesbit ettiği en eski devirlerden beri, her insan topluluğunun kendi inanışlarına göre birtakım bayramları olmuştur. İnsanların o günlerde neşe ve sevinçlerini açığa vurdukları, sevgi, iyilik, bağışlama, dostluk, birlik ve beraberlik ruhu ile dolu oldukları bilinmektedir.
Nitekim bayramlar, tarihimizin en karanlık günlerinde bile, yurdumuzu mukaddes bir ışık gibi aydınlatmıştır; çünkü bizim için bayramlar, insanların neşe ve sevinç günleri, uğurlu anları olmanın yanında, maddî ve manevî birçok hayırlı ve güzel işe, sevgi ve saygıya, hoşgörü ve bağışlamaya, yardımlaşma, birlik ve beraberliğe, kısaca iyiliğe yönelmeye imkân ve fırsat tanıyan kutlu günlerdir.
Bilindiği gibi iyiliğe yönelmenin ilk adımı sevgi ve saygı ile başlar. Sevgi, yaradılışımızın temelidir. İnsan, her şeyden önce Allah’ın üstün bir derecede ve güzel bir sûrette yaratıp yaratılmışların üzerine çıkardığı bir varlık olduğu için kendini sevmeli ve kendine saygı duymalıdır. Kendine duyduğu sevgi ve saygı, suya atılan bir cismin doğurduğu dalgaların halkalanarak yayılışı gibi, derece derece en yakınlarından başlayıp bütün vatandaşlarına, bütün insanlığa yayılır; çünkü başkalarını sevmesini ve saygı duymasını bilen kişi, ruh yüceliğine ulaşmış ve yaradılışının sırlarına ermiş kimse demektir. Sevgili Peygamberimizin bu konudaki buyruklarından birkaçı şöyledir:
“Allah’a imandan sonra aklın başı, halka sevgi göstermektir.”
“Benim rızam uğrunda sevişenler için, peygamberlerin ve şehitlerin imrenecekleri nurdan minberler vardır.”
“Hak ve saygıyı gözetmek îmandandır.”
“Bir kimse din kardeşini severse sevdiğini o kimseye söylesin.”
“Îman edenler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücud gibidir; vücudun bir organı hasta olursa, öteki organları da bu yüzden hastalık ve huzursuzluğa tutulur.”
İşte bayramlar, büyük-küçük herkese karşı saygı ve sevgi göstermek için en güzel fırsatı sağlar. Sevgi ve saygıyı hayatının değişmez ilkesi kılan insan, gönlünde ne kendisi ne de insan kardeşleri için bir kötülük duyar. Artık o, Yunus Emre’nin deyişiyle:
“Ben gelmedim dâvâ için, benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim”
anlayışı ile yaşayıp gönül yapacak, en küçüğünden en yücesine bütün yaradılmışları sevecek ve yaradılmışları da Yaradan’dan ötürü sevdiğini bilecektir.
Böyle bir kimse için, Sevgili Peygamberimizin, “Sizden biriniz kendisi için arzu ettiğini mü’min kardeşi için de arzu etmedikçe îman etmiş olmaz” sözü vazgeçilmez bir hayat düsturudur.
Bu anlayışa ulaşan kişi, haksızlık, sorumsuzluk, saygısızlık, ikiyüzlülük, kıskançlık, tembellik, iftira, kin, intikam ve saldırganlık gibi gerek kişiler gerek millet bünyesi için çok zararlı olan kötü vasıf ve davranışların esiri olmaz; tam tersine, adâletin, sevgi ve saygı bağının bereketli topraklarında yeşeren mutluluğa ve manevî zenginliğe ulaşır. O bilir ki, mutluluk gönül yapmaktır. Mutluluk, her canlıya karşı sevgi, saygı, bağışlama ve dostluk içinde olmakla elde edilir. Yunus’un diliyle o:
“Gönül Çalab’ın tahtı, Çalab gönüle baktı,
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise” der.
Artık bu kimse için, sevmek ve sevilmek, hoşgörülü, tatlı dilli, güler yüzlü ve güzel sözlü olmak esastır; çünkü o, Sevgili Peygamberimizin, “Güzel söz sadakadır” buyurmakla, insanları kırmanın değil, gönül kazanmanın değerini ortaya koyduğunun idraki içindedir. Bu anlayış içinde insanlarla iyi geçinir; onlara küsmez; düşmanlık gösteremez ve Sevgili Peygamberimizin, “Birbirinize karşı işlediğiniz suçlarını, cezasını bağışlayınız”;“Kim bir suçu bağışlarsa, Allah da onu bağışlar” emrini kendine bayrak edinir. O af, yani bağışlamanın Yüce Kitabımızın çok önem verdiği ilkelerden olduğunu iyi bilir.
Yine o, Kur’an-ı Kerîm’in inananların her durumda, meselâ, “kibar/tatlı dilli, güler yüzlü” (Bakara 2/83); “doğru sözlü olmasını” (Âl-i İmrân 3/17); “asılsız sözlerden kaçınarak yalansız konuşmasını” (Hac 22/30); “her sözü/her görüşü dinleyip aklını kullanarak onların en güzeline uymalarını” (Zümer 39/18) istediğini çok iyi bilir.
Ayrıca o, Hz. Ali’nin Halifeliğe gelişinden sonra atadığı Mısır Vâlisine verdiği emirnâmesinde belirttiği üzere, evrende yaşayan herkesin ya dinde ya da yaratılışta kardeşimiz olduğu gerçeğini hiçbir zaman hatırdan çıkarmamamız gerektiğini de bilir ve dolayısıyla kimseyi ötekileştirmeden, hak ve adâletten sapmaksızın yaşamaya çalışır.
İşte bayramlar, bu duyguların tazelendiği, sevgi-saygı, af, bağışlama, dostluk ve kardeşliğin ortaya konması için en güzel fırsat ve imkânların elde edildiği kutlu günlerdir.
Çocuklarımız ve gençlerimiz, bayramlarda en temiz duygularla sevgi ve saygılarını göstermek için büyüklerin ziyaretine giderler; ellerini öperler ve hayır dualarını alırlar. Bilirler ki, onlardan alınacak her dua cümlesi, genç gönüllerine hayatın yarını için güven veren tılsımlı bir nurdur; çünkü Hazreti Peygamber,
“Anne ve babanıza iyilik edin ve ihsanda bulunun ki, çocuklarınız da size itaat etsin, sevgi ve saygı göstersinler” buyurmuştur.
Kısaca bayramlar, dargınların barıştırılması, kusurlu olanların bağışlanması, dostluk ve kardeşlik bağlarının kuvvetlendirilmesi ve yardımlaşması için en güzel günlerdir. Önümüzdeki bayramın, bu tür davranışların hayatımıza ve geleceğimize yön verecek ahlâkımız haline dönüşebilmesi için tam bir imkân olduğunu bilelim ve bu değerli fırsatı kaçırmayalım…
Başta siyasetçiler ve devlet adamları olmak üzere topyekûn Türk milletinin büyük küçük her bir ferdinin sert, ayırıcı ve ötekileştirici konuşma, tutum ve davranışları bırakmalarını ısrarla talep edelim.
İşte bendeniz de bu duygularla Yüce Türk Milletinin bayramını kutluyor ve diyorum ki:
“Bayram size neş’eler getirsin,
Bir müjde veren haber getirsin,
Sağlık, servet, muvaffakiyet,
Her lûtfu, birer birer getirsin”