Yükleniyor...
Ahilik, kelime anlamı olarak Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, “akı” cömert, yiğit, eli açık; Arapçada ise kardeşim anlamında kullanılmaktadır. Her iki anlam da ahiliğin özüne ve taşımış olduğu değerlere uygundur. Ahiler, hanımlara ise kız kardeş anlamında “bacı” derlerdi ki, bu anlamıyla Anadolu’da hâlâ kullanılmaktadır.
Ahilik, 13. yüzyıldan itibaren Anadolu’da sivil bir teşkilat, fikir-düşünce ve medeniyet hareketi olarak Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini derinden etkilemiştir. Sadece bir esnaf teşkilatlanması olarak değil, sosyal, kültürel, dinî, iktisadî, siyasî, askerî.. vb. alanlarda hayatı ilgilendiren bütün konularda Türk-İslam medeniyetinin ana dinamiklerinden biri olmuştur. Bunun içindir ki biz ahiliği, “İmanın amele dönüştüğü, Anadolu’nun yurt edinilmesini, Osmanlı’nın ‘Cihan Devleti’ olmasını sağlayan dünyevi ve uhrevi bir sistem’’ olarak tanımlıyoruz.
Anadolu’yu yurt edinmek için gelen Selçuklular, bu topraklardaki Bizans uygarlığına üstünlük sağlamak ve yerleşik bir medeniyet inşa etmek istiyorlardı. İşte bu dönemde Türk sosyal hayatındaki “Alplık” teşkilatı ile, Araplardaki “fütüvvet” düşüncesi; hocası Evhadüddin-i Kirmani ile Anadolu’ya gelen Ahi Evran Veli öncülüğünde birleşerek “Ahilik” olarak anılmaya başlandı. Fütüvvet-nameler dinî tasavvufi eserlerdi. Esası Kur’an ve peygamber sünnetine dayanmaktadır.
Ahi Evran Veli, Hoy’da (İran) doğan, Ahmet Yesevi’nin öğrencileri tarafından yetiştirilen, devrin büyük alimlerinden dersler alan, Türk kültürünün ve İslam inancının inceliklerine vakıf bilge bir Türk ve aksiyon adamı idi. Fütüvvet (gençlik) hareketi ile Alplık teşkilatı, Ahi Evran Veli öncülüğünde, ahilik olarak, Türk-İslam devletlerini iktisaden destekleyici sanat ve meslek erbabını dinî-vatani gayeler etrafında toplayan çok etkili bir kuruluş olarak dikkat çekmektedir(1). Ahilikte herkesin kendi geçimini temin edecek bir mesleği olması mecburi idi.
Yesevilikten güç ve destek alan bu yeni teşkilat, Türklerin yerleşik hayata geçmelerinde öncü olmuş, hatta Kırşehir, Aksaray, Karahisar, Alaiye (Alanya) gibi Türkçe adlar taşıyan kasabalar kurmuşlardır. Üstelik Türklerin vatan müdafaası azmi ile bir yandan Haçlılar, bir yandan Moğollarla çatışmalar arasından savaşçı bir karakter kazanarak İslam’ın “gaza” hamlelerini de kolaylaştıran askerî, iktisadi, tasavvufi, ahlâki, sosyal, dinî, kültürel bir yapı kazanmıştı. Bu şartlarda “Alpler” de “Alp-eren” veya “Ahi-alp” olarak anılmaya başlanmıştı(2). Böylece, siyasî ve askerî baskı yapılmaksızın yeni gelen Türk göçmenleri ile Anadolu da hızla Türkleşmekte idi.
Ahi Evran Veli, bir müddet Kayseri, Konya ve Denizli’de kaldıktan sonra Kırşehir’e geldi. Kırşehir bu dönemde, Halil İnalcık Hoca’nın ifadesiyle, ‘’Türkmen yurdu’’, ‘’Türklüğün merkezi’’ idi. Buradan ahileri yiğit-ahi-şeyh üçlemesi içerisinde teşkilatlandırarak, Anadolu’dan Balkanlara, Kırım’a, Kazan’a kadar; Türkistan’dan Kuzey Afrika’ya kadar bütünüyle gönül coğrafyamızda yaygınlaştırdı.
Prof. Dr. Fuat Köprülü, bu dönemlerde padişahların, vezirlerin, müderrislerin, kadıların, askerlerin, tüccarların ve el emeği ile geçinen esnafların ahilik içinde yer aldığını, ahiliğin çok itibarlı bir kuruluş olarak halkın bütün kesimlerini kucakladığını ifade eder.
Ahilik Teşkilatı’nın temel amacı, Farabi’nin ifadesi ile “El-Medinet’ül Fazıl’ay-ı” yani mükemmel ve müreffeh bir toplum hayatı oluşturmaktır. Bir başka ifade ile “âleme nizam vermek” ahiliğin değişmez gayesidir(3). “Nizam-ı âlem ülküsü’’, Osmanlı’nın da ‘‘Kızıl Elması’’ olmuştur. Bu ruhu Osmanlı’nın manevi kurucusu ve bir ahi şeyhi olan Şeyh Edebali üflemiş olsa gerektir(4).
Ahilik teşkilatı, öncelikle bir eğitim sistemi ortaya koymuştur. Akşamları tekke ve zaviyelerde fütüvvet kurallarını gençlere öğreterek eline, diline, beline sahip olmalarını, haram yememelerini, helal kazanmalarını, doğru ölçüp eksik tartmamalarını, yiğit, cömert ve ahlâklı olmalarını, gerektiğinde ok atmayı, kılıç kullanmayı, doğruluğu, dürüstlüğü öğreniyorlardı. Ahi-alp veya Alp-eren oluyorlardı. Yamak, çırak, kalfa, usta sistemi içerisinde kaliteli üretimi teşvik ediyorlardı. Sanat eğitimi veriyorlardı. Türkçeyi güzel kullanmayı teşvik ediyorlardı. Diğer taraftan kendilerine göre helal kazanca, kaliteye, üretime, dayanışma ve yardımlaşmaya ve dürüstlüğe dayalı bir iktisadi model uyguluyorlardı. İhtiyaç duyulduğunda yeni sistemler kurarak Türk-İslam medeniyetine inşa etmede öncü oluyorlardı. Ticaret ile ahlâkı birleştirerek kendisine göre bir yardımlaşma ve sosyal güvenlik sistemi oluşturarak dünyada Türk Milletine has bir milliî model, sistem meydana getirmişlerdir.
Ahiler, bir ahi şeyhi olan Edebali sayesinde Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna siyasî, sosyal, iktisadî, kültürel, askerî, dinî vb. alanlarda etki ederek, onların “Cihan Devleti” olmasına katkı sağlamışlardır. Diğer taraftan Ahi Evran’ın hanımı Fatma Bacı öncülüğünde ‘Anadolu Kadınlar Teşkilatı’nı (Bacıyan-ı Rum) kurarak, kadınlarımızın aşına, eşine, işine bağlı olmasını özendirmişlerdir. Birer ahi önderi olan Yunus Emre, Aşık Paşa, Hacı Bayram-ı Veli gibi büyük mutasavvıfların Türkçe yazmalarını sağlayarak, Türkçe’nin ve millî kültürün korunmasını temin etmişlerdir. Anadolu’nun dağlarına, şehirlerine, ırmaklarına Türkçe isimler vererek bu toprakların ebedi Türk yurdu olmasına öncülük etmişlerdir.
“Hiç ölmeyeceklermiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışan”, “iki günü birbirine denk olmayan”, el emeğinden gayrı hayırlı kazanç tanımayan ahiler, vakıflar kurarak, Anadolu’da birliği sağlayarak, Türk-İslam medeniyetinin kuruluşunda maya olmuşlardır.
Haz ve hız çağındaki insanlığın, ahilikten çok şey öğreneceğine inanıyoruz.
1) İbrahim Kafesoğlu, Türk İslam Sentezi, Ötüken Yay. – 2018, s.189
2) Mehmet Şeker, “Alplıktan Fütüvvete/Fütüvvetten Ahiliğe”, 3. Uluslararası Ahilik Sempozyumu, Kırşehir, 2018, s.499
3) Harputlu Nakkaşoğlu Ahmet, Tuhfet’ül Vesaya Fütüvvetnamesi, s.209
4) Kazım Ceylan, Ahilik/ Türk-İslam Medeniyetinde Dünyevi ve Uhrevi Sistem, Gümrük Ticaret Bak. Kültür yayınları, 2012, s.31