Yükleniyor...
İçişleri Bakanımız, Mardin ve Gaziantep’teki kazalar için: “Eksik görürsek bedelini ödetiriz.” demiş. Kazayı polisin ve savcının incelemesi ve eksik görülürse bedelini mahkemenin ödetmesi gerekmez mi?
* * *
Geçen haftaki kral yazılarımdan devam edeyim: O yüce kral gerçekten büyük adam ise biraz yönetimden anlar değil mi? Başka bir şey bilmese de yönetim işini bilmesi gerekmez mi? O hâlde işi ehline verir, liyakat sahibine verir. Genel politikayı birlikte belirler, ama sonrasına zırt pırt karışmaz. Zırt pırt karışmaya yönetim biliminde “mikro-yönetim” deniyor; işte onu yapmaz. Mikro yönetim, yöneticinin her şeye karışması, her şeyin tek kişiye sorulması, her şeyin onun talimatıyla yapılmasıdır. Bu, olsa olsa küçümen bir bakkal dükkânında verimli olabilir. Büyücek bir bakkal dükkânında bile değil.
Düşünün araba kullanıyorsunuz, yazı yazıyorsunuz, yemek pişiriyorsunuz, hatta oyun oynuyorsunuz ve birisi omzunuzdan bakıp durmadan size ne yapmanız gerektiğini söylüyor. “Gaza bassana.” “Yok ata dokunma, piyonu çık.” “O kadar tuz yetmez, bir tutam daha at.” Sizi bilmem ama ben dağılırım. İş bırakırım ve “Madem o kadar iyi biliyorsun, gel sen yap.” derim.
Yan ve arka koltuk şoförleri trafik kazalarının önde gelen müsebbiplerindendir herhâlde. Böyle bir şoför, arabayı değil de ülkeyi yönetiyorsa… Maazallah. Tek olumlu tarafı, kazadan sonra asıl şoförlerin, “O öyle istediği için öyle yaptım.” diyebilmeleridir. Almancada araba şoförüne de “führer” denir; bilir misiniz? Gel gelelim, İkinci Dünya Harbi’nden sonra “Führer’in emriyle yaptım.” diyenler cezadan kurtulamamıştı.
Yirmi yılı aşkın yöneticilik tecrübemde bir şeyi iyi öğrendim: El elin eşeğini türkü söyleyerek çağırır! O halde bir kurumda insanların gönülleriyle çalışmasını istiyorsanız, yapmanız gereken, herkesin kendi eşeğini çağırmasını, kendi işini yapmasını sağlamaktır. Yaptıkları işin kendi işleri olduğuna onları ikna etmektir.
Eşeğin onlara değil de ele ait olduğunun en açık ispatı da durmadan talimat vermektir.
Yönetenin her işi uzmanından daha iyi bilmesi mümkün mü? Onları da uzman diye kendi tayin etmedi mi? Yok, onlar uzman değil idiyse, onları hangi akla hizmet oralara tayin etti? Uzmana durmadan karışmak da uzman olmayanı tayin etmek de kötü yönetimdir. Büyük adamlık değildir.
Geçen yazımda, krallara tarihteki haklarını verelim vermesine de kralcılık yapmayalım demiştim. Fakat kralcılık o kadar tatlı ki. Düşünmenize gerek kalmıyor: Ben bilmem kralım bilir. Sorumluluk da almıyorsunuz: Ben yapmadım, kralım yaptırdı.
Tarih de böyle yazılıyor. Ne yapılmışsa kral yapmıştır. Bütün kazanımlar krala, bütün kayıplar başkalarına aittir. Bizzat yaşadığım tarih parçasından biliyorum. Şimdiden kitaplar kralcılıklarla dolmaya başladı: Falancanın talimatıyla şu kuruldu. Filanca öbürünü teşkilatlandırdı. Böyle yazan bir arkadaşıma, “Hayır öyle değil. O zat çok kıymetli bir insandır ama o dediğin derneği o kurmadı; şu ve şu kurdu.” dediğimde aldığım cevap düşündürücüydü: “O kurdu dersek ne kaybederiz?”, “Doğruyu söylememiş oluruz.” dedim. Fakat belli ki doğru önemli değildi. Önemli olan kralların yüceltilmesi, yapmadıklarına da yaptılar denmesiydi.
Kralın hatırasını kullanmanın bir başka yolu da kendi fikirlerini ona atfetmektir. Böylece fikirleriniz zahmetsizce ispatlanmış olur. Kral hata yapacak değil ya!
Bu sapıtmalar belli bir düzeyi aşınca kralın hatırasını aşındırmaya başlıyor. İnsanlar anlatılanlardan birinin doğru olmadığını fark ederse tamamından şüphe duymaya başlıyor.
Falanın talimatıyla… Filanın yol göstermesiyle… En vahimlerinden birine 1967’de rastladım. Çin’de bir grup bilim adamı, yanıkların tedavisi hakkında bir makale yayımlamıştı. Uzmanların değerlendirmesine göre araştırmanın bilim kalitesi yüksekti. Garip olan, birkaç defa tekrarlanan şu senaryoydu: “Araştırmamızın bu noktasında şu zorluğu yenemedik. Uzun zaman uğraştık olmadı. Dönüp Kızıl Kitap’ı okuduk. Oradan aldığımız ilhamla problem çözüldü ve devam ettik.” Bir değil, birkaç defa. Yaşı tutmayanlar hatırlamaz, Kızıl Kitap, Çin’in o zamanki lideri Mao Zedung’un vecizelerinden derlenmişti. Cildi hep kırmızı olurdu ve adı bu sebepten Kızıl Kitap kalmıştı. Çin’de gösterilerde insanların toplu hâlde Kızıl Kitap salladıkları görüntüleri hatırlıyorum. Demek yanık tedavisi araştırmasında da işe yarıyordu. Eminim balık tutarken, yemek yaparken, atletizmde, yüzmede, velhasıl hayatın her bölümünde de Kızıl Kitap çok yararlıydı. Bütün bu üstün vasıflarına rağmen Mao’nun devri geçince kimse Kızıl Kitap sallamaz oldu.
Yaptığınız her işin gerekçesini ve sorumluluğunu başkana atmak… Başkan ister hayatta, ister ahirette olsun. Bu, böyle yapanı küçültür ama başkanı büyütmez. Eski ve yeni, büyük adamların yaptıkları, düşündükleri sizin birikiminizdir. Hayatta insanın kendi tecrübesi yetmez. Başkalarının deneyimlerine de ihtiyacınız vardır. Ama eylemlerinizin karar alıcısı da sizsiniz, öyle olması gerekir. Öyle değilse yanlış yerde duruyorsunuz demektir. Ne olursa olsun, sorumluluk da sizindir.