Yükleniyor...
Hakan Özyıldız 6 Şubat 2018
Aslında hikâye 2013 Mayıs’ında başlamıştı. Biliyorum çoğunuz “Beş yıl öncesinden bahsediyorsun” diye tepki vereceksiniz. Haklısınız. İzin verin açayım.
O tarihte FED Başkanı Bernanke, merkez bankaları bilanço büyümesinin sonuna geldiklerini, parasal genişlemeye son vermeyi düşündüklerini, bu bağlamda faizleri de yükselteceklerini açıkladı. Hatırlayın başta gelişmiş ülkelerdekiler olmak üzere dünya piyasaları birden karıştı. Kurlar, faizler fırladı. Bir süre sonra, büyük merkez bankalarının yetkilileri teker teker açıklama yapmaya, geri adım atmaya başladılar.
İşi ağırdan alacaklarına vurgu yapmaya özel önem gösterdiler. Çünkü para sermaye piyasalarındaki trilyonlarca dolarlık türev ürünlerin zarar etme ve büyük finansal kuruluşların batma tehlikesi vardı.
Ama söylemlerinden de vaz geçmediler. Çünkü bol ve ucuz paranın özellikle hisse senedi, gayrimenkul ve emtia piyasalarında yarattığı balonlardan korkmaya başlamışlardı. Devamlı, varlık balonlarına dikkat çekerek, küçük yatırımcıları uyarmaya çabaladılar. Her ortamda 2018 ve 2019’un değişim yılı olacağını defaten belittiler.
Bu durum geçen yılsonuna kadar sürdü. Ardından, önce 10 yıllık ABD tahvillerinin faizleri yükselmeye başladı. Bunun tetikleyicisi 1,5 trilyon dolarlık ek yük getireceği hesaplanan vergi kanunlarındaki değişiklik oldu. Kamuoyunu aydınlattığını iddia edenlerin çoğunluğu bu olaya gerekli ilgiyi göstermedi. Bildiğiniz gibi onlar “çalıştıkları şirketlerin bilançolarına göre” yorum yapmak zorundalar. Uyarı yapanlar ise “kem gözlü” oldukları için dinlenmedi.
Artık dünya borsalarında günlük yüzde 6’ten fazla düşüşler yaşanıyor. Kayıplar 4 trilyon $ civarında. Kısa vadeli yatırımcılar, fon yöneticileri hisse senedinden çıkıp kamu tahvillerine yöneliyorlar. Böylelikle faizler yükselmeye başladı.
Yanı sıra gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde kurlar yerinden oynadı.
Böyle günlerde arayanım çok olur. Yeni soru şu: “Yaşanan bir düzeltme mi, yoksa kriz mi?”.
Cevabı kolay bir soru değil. Kolaylaştırmak için ikiye ayırarak açıklamaya çalışayım. Gelişmiş ekonomiler için, eğer iyi yönetilirse, düzeltme olarak kalabilir. İyi yönetimden kastım, aşırı borçlu yapı nedeniyle ekonomiler yükselen faize aşırı duyarlı durumdalar. G20 ülkelerindeki kamu, reel sektör ve hanehalkı borçları, 2007’de 80 trilyon dolar iken 2016 sonunda 135 trilyon dolara ulaştı. Faiz baskısı, borçluları paniğe sokarsa çarşı karışabilir.
Buna karşılık bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ekonomilerde durum biraz farklı. Fark bu ekonomilerin hem iç hem de dış borç baskısı altında olmalarından kaynaklanıyor.
Özellikle Türkiye gibi, bir yılda 215 milyar dolar finansman bulması gereken ekonomilerde yükselen faizler, finansman maliyetine baskı yaparak cari açığın biraz daha büyümesine neden olacaktır.
Eğer içeride mali disiplinden taviz verilmezse, bu baskının olumsuz etkisi biraz olsun hafifletilebilir.
İsterseniz bizdeki durumu bu açıdan kısaca ele alalım. Ordu, Suriye’de ve sınır ellerinde teröre karşı mücadele ediyor. Ne kadar kötü olursa olsun, savaşta kurşun sayılmaz. Cephedeki askerin erzakının, mermisinin mutlaka anında sağlanması gerekir. Yani buradan bütçeye bir açık yönünde bir baskı gelir. Ama diğer harcamalardan tasarruf yapılarak olay hafifletebilir.
Hafifletilebilir ama bu arada yaklaşan seçimler için popülist harcamalardan kaçınmak lazım. Torba Kanunlarla devlet kesesinden bonkörlük yapılmamalı. İdare vergi indirimleri, yeniden yapılandırmalar yapmak zorundaysa, rant vergisi gibi alternatifleri gündeme getirmeli.
Eğer hem bütçe dışında biriken kamu yükleri azaltılmaz hem de seçim popülizmi yapılırsa, dünya borsalarında başlayan hareket bizi yönetilmesi çok zor istenmeyen sonuçlara götürebilir.