Yükleniyor...
Seçime beş gün kala, memleketin durumu hakkında düşüncelerimi etraflıca yazmıştım. Seçim sonuçlarını değerlendirmem gerekeceğini bilerek kaleme aldığım bir yazıydı. İlk iki paragrafı şöyleydi:
“Memleket batakta. İnsanlar inim inim inliyor. Buna rağmen iktidar değişmiyorsa düşünmek lazım. Halkı bu hale düşürenleri uyandırmak için daha neler yaşanması lazım? Bu ve benzeri şaşkınlık cümlelerini edenlerin de fark edemedikleri bir şeyler olmalı.
Evet, muhalefet zayıf ve kötü, anladık. İktidar bin beter. Bu yıkımlarla iktidarın başta kalması görülmemiş bir iş, haklısınız. Eskiden olsa ikinci seçimi göremeyecek bir yönetim uzun yıllardır ayakta. Acaba sebep o yukarı bağlantısı mı? Sağlam bir gerekçe gibi görünmese de yabana atılamayacağı açık. “Yukarı”nın asla hoş görmeyeceği o kör iddia bu bozgunla bile hâlâ çökmediyse bizim suçumuz kat kat artıyor demektir.
Bugüne kadar yazdığım en uzun köşe yazısı o 25 Mart tarihli olandı. Devamında epeyce meseleye dokunmuşum. Durumumuzun anlaşılır anlaşılmaz tarafıyla iyi sayılacak bir özeti olduğunu tekrar bakınca fark ettim.
Türkiye bir olmaz işin içine düşmüştü. Akılla izahı kolay olmayan bir sis bulutu gerçekleri örtüyor ve bazılarımız o sisler arasında yaşadıklarını göremiyordu. Uyutulmuş ve sersemletilmiş kalabalıklar, yaşadıklarına bakarak oy kullanacak bir zihin sağlığında değildi. Hipnoz dediğim bir hal, Koncalas (koncolos) basmasına benzer şekilde memleketin üstüne çökmüş, nefes aldırmıyordu.
Son mahalli seçimlerde işte o büyü bozuldu. Büyük iştir, sonuçlarını gördükçe ne kadar önemli olduğunu anlayacağız.
Son seçime kadar kazananların doğru söyledikleri ve doğru yaptıkları nadirdi. İyi diyerek yaptıkları da kaç türlü yanlışla memleketin içini boşaltmaktı. Muhalefet bir türlü bu topyekün yanlış kurguyu anlasa da anlatamamıştı. Dolayısıyle muhalefeti de düzenleyen bir hipnoz vardı. O basireti bağlanmışlık da bozuldu.
Bu seçimde hala uyan(a)mayanlar var. Kanan ve kandırılanlar var ve öyle görünüyor ki hep olacak. Bir ordu haline gelen sırtımızdan beslenenler gürûhunu onlar ayakta tutuyorlar. Yoksa sonuç bambaşka olurdu. Yokluğun ve yoksulluğun kemirdiği sosyal yapılar bir bir çökerken, insanımız boğaz ve barınma derdiyle inlerken, memleketi bu hale getirenlerin aldığı oy hala şaşırtıcı.
Cumhur İttifakı’na bu mahalli seçimi boş tencerenin kaybettirdiği doğrudur fakat eksiktir. 10 ay önceki genel seçimi kazanan bir ittifak, yani Erdoğan, ne oldu da bu kadar kısa zamanda böyle tepe taklak gider gibi dibe doğru inişe geçti? On ay önce de millet aç ve sefildi. Bugün katlanan krizler o zaman da vardı. Anlayacağımız bir mesele de budur.
Memleketi bu hale düşürenlerin “Biz çözeriz” demesi tek başına inandırıcı değildi. Halkın buna kanacak kadar akılsızlık edeceği ona hakarettir. Yalnız, bu oldu ve daha feci bir kandırma oyunu oynandı: “Şu şu partiler var ya.. onlar terörle beraberler. Biz varsak memleket var, ona göre..” temalı akıl dışı bir propaganda etkili oldu. Halk, elbette aptal değildir ama müjdelerle olduğu gibi korkularla bir yere çekilmesi de mümkündür. Hele memleket söz konusu ise, ülkenin tehlikede olduğuna inandırılırsa her şeyi bir kenara bırakır. İşte, pek çok iyi tarafımızı sömürdükleri gibi bu tarafımızın kullanılması öne çıkarıldı ve genel seçim alındı.
10 aylık zaman halka ülkenin bekasıyla ilgili bir problem olmadığını gösterdi. Bu oyun da çöktü.
Batıran ve batırdığını söylemeyen ama propagandayla nereden geldiği belirsiz hale getirdiği beladan kurtaracağını söyleyen iktidar gücü, batağı derinleştirdi. Millet on ayda iki kat fakirleşti. Bu kadar kısa zamanda denenlerin ve edilenlerin hiçbirinin doğru olmadığını olanlar ve olaylar gösterdi. Gösterecekler de olduğu için, halkın bir kısmının yaşadıklarını görmesi ve hipnozdan uyanması kolaylaştı. Ya kandırıldığını anladı, ya da kuvvetli bir şüpheye düştü. Erdoğan’ın sürdürdüğü seçim kampanyasında doğru söylediğinin pek az ve onların da uyulmayanlar olduğunu anlamasıyla bazıları için şüphe gerçek oldu. Erdoğan’ın makyajı döküldü ve bir kahraman olmadığı açığa çıktı.
Bu kadar mı? Evet bu kadar.
Bu seçimin tencere yanında iki büyük aktörü vardı. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu. İktidarın makyajını döken onlardır. Sağlam durdular. Sağlam vurdular. Neredeyse hatasız kampanya yürüttüler. Temel motifleri herkesin başkanı olmalarıydı. Oy veren vermeyen, verecek vermeyecek herkesi kucakladılar. Kamplaşmayı, ayırımcılığı reddettiler. Erdoğan’ın ötekileştirme ve düşman gösterme politikasını tuzla buz ettiler. Milleti birleştirme, kaynaştırma mesajını öne çıkardılar. Beş yıllık icraatları da o yönde olunca Erdoğan’ın yaptığı işin yanlışlığı ayan beyan ortaya çıktı.
Bu iki lokomotif güce, diğer büyük şehirlerin adayları da katıldı. Onlar da ayırımcı bir başkanlık yapmamışlardı. Yaptıkları bu kampanya sürecinde daha bir görünür hale geldi. İktidar cenahının adayları o tek karar vericinin ağzına bakan kimselerdi. Zayıf kişiliklerdi. Bu tarafları rakipleri karşısında apaçık görünüverdi. Bu da halkın oyunu etkileyen önemli bir etkendi.
Erdoğan’ın medyanın yüzde doksanını kontrol etmesi ve devletin bütün imkânlarını kullanması da aleyhine oldu. Muhalefeti yalnız çatmak için anan TRT ve diğer ele geçirilmiş medya organlarının iktidarın rakiplerini kötüler yayınları ile halkın içinde dolaşan muhaliflerin dedikleri, ettikleri taban tabana zıttı. Halk iktidar yanlılarının haksızlık ettiğini ve yalan söylediğini gördü. Şayet böyle bir seçim kampanyası olmasaydı karartma belki devam edecekti ve görülmeyecekti. Muhalefet yönettiği belediyelerde eşitlikçi davranmasaydı halkın bu yalan yanlış işleri görmesi yine mümkün olmayacaktı.
Beka, terör artık tutacak bir propaganda değildi. Bu sefer vatan tehlikede denemedi. Dense sen bu hale getirdin diyecek bir güç vardı. Dolayısıyle kullanılamadı. Savunma Sanayii abartması, yanlışlarına rağmen halkın hoşuna gitti. Artık o da fazla bir etki etmeyecekti. Çünkü büyük çoğunluğun oraya bakacak takati kalmamıştı.
İmamoğlu, Kurum gibi zayıftan zayıf bir figür değildi. Kurum, halkın tabiriyle “hikâyeden bir adam”dı. İmamoğlu’nun dediği gibi rakibi Erdoğan’dı ve onu yine eze eze yendi. Öyle görünüyor ki yüz defa karşısına çıksa yine yenileceği bir yere geldik. İmamoğlu, onun yapısında yenmeye ayarlı, külyutmaz bir adam. Ve Erdoğan’ın defosu çok. O kadar çok birikti ki harca harca bitmez. Memleketi düşürdüğü durum dolayısıyle İmamoğlu onu çok kolay halleder.
25 Mart tarihli yazımda “Erdoğan en zayıf zamanında” demişim. Gerekçeleri burada tekrar saymayayım, yazıyı isteyen bu linkten okuyabilir: https://millidusunce.com/oy-verme-tercihinin-basitten-basit-stratejisi/
Esasen Erdoğan’ın değişmediği sürece artık değil İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi güçlü isimler, diğer rakiplerine karşı da kazanabilme ihtimali kalmamıştır. Sebebi gayet basit, artık doğru söylememesi halinde anında yüzüne vurulacaktır. Olanları örtemeyecek, kapatamayacaktır. Gerçekler, balçıkla sıvanamayacak güneş gibi. Camiyi, dini diyaneti kullanması artık geri tepiyor. Devlet gücü ve sınırsız medya hâkimiyeti yetmez, yetmeyecektir. O da geri tepecek.
Muhalif medya her türlü baskıya rağmen susmamış ve ona karşı kazanmada rol oynamıştır. Sosyal medya her zaman muhaliflere yarar, seslerini orada etkili bir şekilde duyurdular.
Milliyetçi görünenlerin milliyetçi gibi olmadıklarını son zamanlarda çok konuşuyoruz. Seçimlerde bu algı öne çıktı. Kendisini milliyetçilikle açıklayan üç partinin üçü de yere serildi. Yalnız Devlet Bey değil, Meral Hanım da, Ümit Özdağ da iyi bir şamar yedi. O üst perdeden konuşmaların, hakaretlerin, kabadayılıkların, her an oraya buraya eklenmeye hazır yalpalama hallerinin milliyetçilikle ilgisinin olmadığını halk söyledi.
Milliyetçiliğin sağlam karakteri bu üç partinin dışında görüldü. Siz dediğinize ve ettiğinize göre milliyetçiye benzemiyorsunuz dendi. Hareketleri yer yer yanlış ve hatta sahte bulundu. Her üçünün tuttuğu yol da reddedildi. “Milliyetçiysen bana mecbursun” denilmesine isyan ettiler. Milliyetçiler, bu partilerin dışında kalarak ne gerekiyorsa onu yaptılar. Üç partiye de hiç unutmayacakları bir ders verildi. Anlayıp alamadıklarını göreceğiz.
Erdoğan’a verilen ders açık: “Yaptıklarını beğenmiyoruz. Dediklerine kanmıyoruz. Bizi artık aldatamazsın..” dediler. “Biz kavga istemiyoruz, senin kavgana alet olmayacağız..” dediler. “Bize yalan söylenmesini kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz..” dediler. “Cumhurbaşkanlığı denen sistemsiz sistem bizi batırdı. Senin her şeye hâkim olman bizi perişan etti. Ekonomistm dedin batırdın. Faiz sebep dedin batırdın. İçerde dışarda bizi rezil ettin..” dediler.
Erdoğan, balkon konuşmasında “Mesajı aldık” dedi. Aldığını söylediği mesaj nedir göreceğiz. Artık Cumhurbaşkanı gibi anayasa çizgileri içinde davranması beklenir. Şayet böyle davranmazsa, yine olanlar olacak. Bir başka sıkıntılı durum var: Bunları anlamışsa da işi zor. Çünkü kendisini kurguladığı alan kalmayacak. Varlık sebebi ortadan kalkacak. Kendini inkâr gibi bir durum. Siyaseten yapar mı yapar. Bu durumda doğru bir yere gidebileceğinden emin olunamaz. Fakat eskisi gibi davranamayacağı da kesin. Karizması fena çizildi. Bundan sonra işi zor.
Sık sık Türkiye’nin sürprizli bir ülke oluşundan bahsederim ve ümitsizliğe düşmenin gereksizliğini hatırlatırım. İşte gördünüz, Türkiye iki Belediye Başkanı öncülüğünde cevherini hatırladı. Ârif Nihad Asya’nın seslenişini duydu: “Sizi ellere peşkeş çekeceklerin/ Suçunu ne zaman vuracaksınız?”
Duydu ve yüzüne vurdu. Netice ortadadır. Anlaşılacak meseleler ortadadır. Seçim sonuçlarının nasıl değerlendirileceğini göreceğiz. Bir husus önemlidir, hep söylüyorum: Politika ahlâk mesleği değildir. Haliyle ahlâk ölçüsü de değildir. Ancak unutulmamalı ki ahlâksızlık mesleği de değildir.
1 Yorum