Dil deyince iki bakış

Dil bir milletin en önemli yapı taşlarından birisidir. Uzun zamandır dilimize güzel Türkçe'mize ihtimam göstermiyoruz. Günlük hayatta yaptığımız kullanım hataları artık sıradanlaştı. Yazıda hatalar, telaffuzda hatalar çok ama çok fazla hale geldi.


Paylaşın:
Dile deyince iki bakış

Diliyle bu kadar oynanan bir milletin ses çıkarmaması ve olan bitene itiraz etmemesi mümkün mü?

15 Ekim 2018

Bizde herşey göz göre göre oluyor. Biz seyrediyoruz. Neden böyleyiz veya neden bu hale geldik sorusunun cevabı uzun bir tahlil işidir. Yer yer söylüyoruz, başka söyleyenler de var. Sonuca bakarsak, bir nemelazımcılık, bir dertsizlik, bir meselesizlik meselesi karşısında bulunduğumuzu görürüz.  Vahimdir.

Diğer konular bir yana, kültür meselelerini derd etmemekten geçtik, bilmek ve anlamak gibi bir derdimiz de yok. Bu hale nasıl geldik veya getirildiysek her türlü operasyon için tam kıvamında bir zemin elde edildiği muhakkaktır.

Yoksa diliyle bu kadar oynanan bir milletin ses çıkarmaması ve olan bitene itiraz etmemesi mümkün mü? Milletleri bırakalım, kabilelerde bile bunu zor uygularsınız. Türkçe ağır bir yıkımın içindedir ve Türkler susuyor, seyrediyor. Bin kere tekrar edeceğim o cümleyi yine söylüyorum: Bugün itibariyle medyada doğru dürüst Türkçe konuşanın barınması zordur. Nitekim, Türkçe bilen ve düzgün konuşanlar üçü beşi geçmeyen sayılara gerilemiştir. Biz farkına bile varmıyor veya sanki bizim meselemiz değilmiş gibi aldırmıyoruz.

 Örnek yüzlerle

Bana örnek ver diyen dostlarımı arada bir kırmayacağım. Kanal ve spiker-muhabir ismi vermem lazım geldiği halde çok zaman yanlışa işaret edip geçiyordum. Yanlışları, yapılış tarzını düşündürerek, yer yer tarif ederek vermeyi tercih ediyordum. “Şu şunu yaptı, bu bunu yaptı”dan ziyade yapılanı söylüyordum.  Ne yaptığını ve nasıl yaptığını düşündürmeye çalışıyordum. Artık daha net ifadelerle ve örnekleyerek vermeyi de düşüneceğim. Esasen, tekil örneklerden ziyade dilin karakteristiğini gösteren doğru veya ters kullanışlar üzerinde durmak bana doğru geliyor.

O halde, yine bu tarz bakışları tesbitle devam etmem gerekecek. Neden böyle baktığımı ve yazdığımı da açıklamış olacağım. Çünkü, dil deyince geniş kitlelerce anlaşılan belli.  Sınıflandıracağım bakışların ilerisine bir türlü geçemedik. Dilcilerimizin durumunu yazdım. Onlar ayrı bir kategori. Belki bu yazacaklarıma sebep olanlar da onlar.

Öteden beri yapılan bu tekil örnekler dediğim tenkıd tarzı bizi bütünü kavramaktan uzağa düşürdü. Genellikle kelime üzerinden düşünülüyor. Daha ilerisi okumuşlara bile karmaşık geliyor. Kolayı ve ucuzu tercih ediyor, düşünme ve anlama zahmetine girmiyoruz. Dikkat edin, dil bozuluyor dediğinizde, hemen söylenenlerde bunu göreceksiniz. Hemen hemen cevaplar şöyle gelir: “Evet, dün baktım bir hoca hanımeli kelimesini bitişik yazmış.”.  Siz ona dil bozuluyor dediniz, ama o bundan sadece birkaç kelimenin yazılışını anladı. Birinci grup, imlayı böyle dil dikkatinin merkezine alan veya kendisi zannedenlerdir. Şu nasıl yazılır, bu nasıl yazılmalı.. gibi bir defalık bu gruba dahil olanlar çoğunluktadır. Yani genel bir imla dikkatini göstermez.  Zaten o da yok.

İşin tuhaf tarafı, ki nerde birleşik yazılır, nerede ayrı yazılır bilmeyenlerdir. Da ayrı bir problemdir. Hâlbuki imlada bu iki husus manaya dâhil olduğu için çok önemlidir. Şuradaki’nde ki birleşik, öyle ki’de ayrıdır deseniz anlatamıyorsunuz. Vahimdir. Bende var dersem birleşik, ben de varım dersem ayrı deseniz de anladığını göremiyorsunuz. Aynı hataları yapmaya devam ediyor. Yani, size yazılıştan bahsedenler de büyük ekseriyetle böyle.

İkinci grup, “Bu kelime Türkçe mi?” diyenler. Onlar Türkçeleşmiş Türkçe’dir fikrini benimseyenler arasından bile çıkar. Düşünmedikleri ve bilmedikleri için bir tuzak bakışla kafaları karıştırılmıştır. Eski Dil kurumcuların Türkçeye bir fitne gibi soktukları yanlışların başında bu gelir. Başka dillerden aldığımız kelimelere savaş açmış görüntüsü altında bunu yapmışlardır.  Kalem dersiniz, hemen soya sopa bakarlar. O Arapça derler. “Terazi bozulmuş” dersiniz, “Terazi farsçadır, bizim dilimizden değil…” derler. Bu o kadar devamlı ve her yerde tekrarlanan bir bakış olunca iliklerimize kadar işledi.

Bu bakışın bizi getirdiği ruh halini çok konuştuk. Türk çocukları dillerine, tarihlerine şüpheyle bakar oldular. Niyet bu değilse de verdiği netice budur. Dil deyince kelimeler üzerinden bir soy sorgulaması mekteplere kadar yayıldı. Ve tahmin edemediğimiz kadar bozdu.

Kök-köken-imlâ meselesi

Türkçe üzerinde edilecek her sözün bu iki kategorik bakışla karşılandığını hatırlatmak istedim. Konumuza girişi zorlaştıran da bu dar bakıştır. Ya yazılış ya kök ve köken meselesi. Esasen bunlar ilmin konusudur. Biz dilin yaşanışı ve kullanılışından bahsediyoruz. Meraklıları elbette onları da bilebilirler. Şu var ki bizdeki bilmeden ziyade ezberletilmiş bir durumdur. Derinliği yoktur. İki basit cümleden ibaret bir ezberdir. Dil dendiğinde akla gelen, yazım-yazılış ve kökenlerle ilgili bilgiye dayanmayan içi boş bir görüş.

Başka memleketlere bakmak ve kıyaslamak durumu daha iyi anlamamızı sağlar. Mesela, ortalama bir Fransız veya İngiliz vatandaşı bu konularla ilgilenmez. Kelimelerin kökeniyle de ilgilenmez. Kelimenin nereden geldiğiyle hiç ilgilenmez. Ama dili doğru kullanmak, doğru telaffuz herkesin bilgi ve dikkat alanındadır. Şair ve yazarlar için de durum farklı değildir.

Dil deyince takılıp kaldığımız bu iki konudan imlaya giren hususlar elbette hepimiz için önemlidir.  Herkesçe bilinecek ve uyulacak bir standarda kavuşmalıdır. Onu ayrıca ele almalıyız. Diğerleri, hem bilmediğimiz, hem de takılıp kaldığımız ökseler halinde hayatımızı karartmaya devam ediyor. Bir türlü manaya ve telaffuza geçemiyoruz.  Elimize verilmiş iki hazır kalıp gibi dil deyince aklımız oraya gidiyor. Gittiği yerde de gördüğü ve bildiği bir şey bulunmadığını acı acı görüyoruz. Çünkü, kökü kökeni bilecek, dil nasıl oluşur, nasıl gelişir, nerelerden geçer, nasıl yaşar, başka dillerle ilişkisi nasıl olur gibi karmaşık sorulara cevap arayacak bilgi ve dikkatimiz yoktur.  Türkçe’ymiş veya değilmiş der geçeriz.

Yine söyleyelim: Bu bir bozguncu fikir halinde içimize yerleşmiştir. Doğrudan yana görünen bir yanlıştır. Dil milliyetçiliği ediyor görünen bir düşmanlık haline geldiği de görülmüştür. Milliyetçilik dışı demek de eksiktir, millete ve milliyete karşı bir akım halinde uygulanmıştır.

Telaffuz bahsine girdiğimiz son yazıların arasına yine bu bahsin gelip oturması böyle bir zorlamadan dolayıdır. Kime rastlasam bu iki kategoride soru veya yorum işitmemdendir.

Kaybolan ses

Yine telaffuza devam edelim.

Bu sabah haber özetlerini alayım dedim. CNNTÜRK’ü açtım. Güzel bir kız ekrandaydı. Adını size yazmak için öğrendim. Sultan Arınır imiş. Bozuk Türkçe’nin en uç örneğini verdiği için ondan bahsetmiyorum. Karşıma o çıktığı için yazıyorum. Pekâlâ bir başka kanal veya isim olabilirdi. Çünkü hemen hepsi bunun gibi veya daha bozuk.

Onun okuduğu on cümleyi alsak diyeceklerimizin önemli bir kısmını buluruz. Spiker dediğinde bir üslup aranacaksa bu kızda öyle bir şey yoktu. Yapmacık bir edâ vardı. Tuhaf bir huzursuzluk o yapmacıklığı besliyordu. Okuduğunu anlamasına gerek yoktu. Rastgele iniş çıkışlar, hece ve kelime bölmeler, anlam gruplarını üçe beşe bölerek söylemelerde sayıya gelmez hatalarla anlatıyordu. Anlatma çabasında işini zora sokarak çırpınır haldeydi demek daha doğru. Çünkü kızcağız, doğru olan hemen hiçbir şeyi yapmamak için çabalıyor, çırpınıyordu. Kısadan söylersek böyle.

Bu kız ve ekranları doldurmuş yüzlerce benzeri günlük hayatlarında nasıl konuşuyorlar acaba?

Yazar

A. Yağmur Tunalı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar