Yükleniyor...
Ülkemizi ziyaret eden seyyahların eserlerini pek severim. Yüz yıl önceye kadar yazılan seyahatnamelerden okuduklarım çoktur. Bundan dolayı olacak hep zihnimde dolaşan bir düşünce vardır. Dünyanın herhangi bir yerinden hâlden anlar birini Türkiye’ye getirir ve düşüncelerini anlamak isterim. O zat yeterli bir süre bizim memlekete baksa ve sonra bir cümle ile fikrini söyleyecek olsa ne derdi acaba?
“Türkler kendilerini aşağılamak için her türlü yolu deniyorlar” diyebilir. “Türkiye’de şehvetle yapılacak iş Türklere ve tarihlerine saldırmaktır” diyebilir. “Türkiye’de herkes kardeşçe yaşıyor ama birileri, birilerine zulmedildiğini gece gündüz her yerde bağırıyor” da diyebilir. Muhtemel cümleler bunlar veya benzerleri olabilir mi?
Yabancı gözlemciye söylettiğimiz bu cümlelerde durum açıktır: Saldırı Türklüğedir. İki yüz yıl, yüzyıl, kırk yıl önceki gibi. Senaryo değişmemiştir. Bunu bu netlikte görmek ve konuşmak lazımdır.
Abartılı bir propaganda kıskacına kısılmakla açıklanacak kurulu gündemlerle boğuluyoruz. Devamlılık arz edince alışkanlık oluşuyor. Söylenenleri kanıksar hâle geliyoruz. Bir süre sonra da duya duya olmayana inanacak hâle geliyoruz. Böyle giderse gelmedik ama geleceğiz. İskender Öksüz’ün birkaç yazıda verdiği Abdürrahim Semavî’nin dedikleri de tam budur. https://bit.ly/semaviio
Elbette memlekette her şey güllük gülistanlık değildir. Problemlerimiz vardır ve çoktur. Hepimize karşı yapılan, olan yanlışlar vardır. Aynı yanlışların bazen birine, bazen diğerine uygulandığı hâller vardır.
Birilerinin bunları yalnız kendilerine yapılmış gibi sunmaları apayrı bir problemdir. 12 Eylül’de Mamak’taki işkenceler, Diyarbakır’dakilerden daha fecidir. Yıllar yılı her ağzını açanın dışkı yedirilmesinden bahsetmesi dışında dinlemeye tahammül edilemeyecek işkenceleri duymazsınız. Çünkü o dışkı bir propagandanın bayrağıdır.
Dokunmadan feryâd etmeye programlanmış kişiler, gruplar ve kitlelerle çevriliyiz.
Komplo teorilerini sevmem, bu bizimki gerçektir. İçeriden dışarıdan büyük bir koalisyon tarafından gerçekleştirilen adım adım hesaplanmış bizi güçsüzleştirme hareketleridir. Yeni de değildir. Asırlar içinde zamana göre güncellenerek devam ettirilen, hiçbir zaman vazgeçilmemiş bir iştir. Buraya kolay gelinmedi. Zaaflardan ve zayıflıklardan faydalanıldı.
Söylemiştim, en büyük zaafımız, en büyük gücümüz, “Efendi Millet” oluşumuzdur. “Efendi Millet”, eski tabirle “millet-i hâkime”, devleti kurandır, sahibidir ve kanatları altındaki bütün unsurları yaşatandır. Halk içinden bazılarının sızlanmalarına patron gözüyle bakarak hoş görür. Bazen gücünü de en ağır şekilde kullanır. Ne var ki zayıflık hâllerinde açılan yaralar büyür. Birileri ayrışır, palazlandıkça efelenir. İş, “Yunan bizi esir almış/Şu feleğin işine bak” diyeceğimiz durumlara kadar varır.
Yaşadığımız yine buna benzer hâllerdir.
Önce bu işlerin nasıl başladığını ve nasıl kotarılmak istendiğini yüzünden de olsa hatırlamak lazım. Tarih her zaman hedefti. Korkutan ve ürküten büyüklük Türk’ün tarihinden gelir. Türkiye’ye zarar vermek isteyenler oraya vuracaklardı. Onların kışkırttığı, kendilerine bir tarih arayanlar da. Vurdular, vuruyorlar.
Türkiye ve Türklük, bu uyanış hamlesine yakın tarihi iyi bilmekten başlayarak girişmeye mecburdur.
Yapılanları ve yapılmakta olanları iyi anlamak lazımdır. Epeyce mesafe alınmıştır. Hakkıyla anlamak zaman işidir. Önce görünen kısma bakmak bile neler olduğunu anlamaya yardım eder. Kendilerine bir tarih yapmak için bizim tarihimize çatacaklardı. Bu oyunu çok yaşadık. Görüyoruz ki yine öyle oluyor.
Doğrudan tarihe vurmak akıllıca değildi. Tepki görürdü. Tarihe vurma yerine ortak koşmaya çalıştılar. Ve “resmî tarih”e çattılar. Bu “resmî tarih”i de açmak lazım. Bütün dünyada rejimler kendilerine tarihten destek ararlar. Belli olay ve konuları öne çıkarırlar. Bunları yaparken aşırıya kaçanlar da olur yanlışlara girenler de. Bizde de Cumhuriyet benzer şekilde bazı aşırılıklara girdi. Bize göre en büyük aşırılık öncesini yok saymaya kadar götüren hanedan ve rejim kötülemeleridir.
Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e geçtiğimizde, yeni rejimi övmek ve önceki rejimi kötülemek anlaşılır bir tutumdur. Niye rejim değiştirdiğimizi açıklamak zorundaydık. Bu uzun sürmemeliydi. Takıldık kaldık. Dediğim en büyük ârıza kafalardaki bu tarih bölünmesidir. Bizi mânen (moral olarak) zayıf düşürmüştür. Birilerine de fırsat vermiştir. Onlar da bu açılmış kapıdan girdiler.
Hatırlayın, Türkiye Cumhuriyeti 1915’i uzun süre sahiplenmemeyi seçti. “O Osmanlı’nın işiydi, biz Cumhuriyetiz” diyerek ahmaklığa varan bir gaflet göstererek geri durduk. Adamlar rahat rahat ateş ettiler. Bizden ses çıkmayınca da o zulümleri kabullendiğimize yakın bir algı oluştu. “Soykırım” yaftası öyle öyle geldi.
Şimdi dünya ve bölge şartları dolayısıyle Ermenistan sıkışınca o tavsadı gibi görünüyor. Bunlar bitmez. Şimdi onun yanına yenilerini ekleme peşindeler. Büyük Ermenistan -şimdilik- olamadı, diğer yüzyıllık proje Büyük Kürdistan için kollar sıvandı.
Hedefte Türkiye var. Bunu bileceğiz. İçeriyi sağlam tutmak ve güçlenmek lazım.