Yükleniyor...
Son birkaç yıldır tanıdığımız veya yeni tanıştığımız hacca gitmiş aydınların hac konusunda ciddi yakınmaları, hac organizasyonunun düzenleyen Diyanet hakkında, – haksızlık yapıyorlar– diye dinlediğimiz şikâyetlerin artması, bizi bu konuyu baştan ele alarak incelemeye sevketti.
Aslında ikibin yılından bu tarafa yazdığımız yazılarda bir takım eleştiri ve alternatiflere yer vermiş olmamıza rağmen yürütmenin bunları görmemiş gibi davrandığını da biliyoruz.
Hem kendi fikirlerimizi hem de bu güne kadar olanları özden geçirmenin bir aydın sorumluluğu olduğunu düşünerek bu incelemeye başladık.
Hac konusu son derece karmaşık ve çok fazla alanı birden ilgilendiren bir konu olmakla beraber özellikle ve öncelikle İslam dini ile ilgili bir konudur.
Kur’an-ı Kerim’de hacla ilgili 12 ayet bulunmaktadır[1]. Ancak Haccın farz oluşunu bildiren ve farz olmasının şartlarını da belirleyen ayet; ” Hac (ayları), bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının![2]” ayetidir.
Mekke’ye hac yapılacak zamanda gidebilecek imkan bulan Müslümanlara “hayatlarında bir defa” bu ibadetin yapılması zorundur.
Bu sebeple de hac işi öncelikli olarak dine ait bir iş ve ibadettir.
Ancak bu iş veya ibadetin yerine getirilebilmesi, çağın şartları ve imkanları bakımından aynı zamanda, ticari, turistik, sosyal, kişi ve toplum sağlığı, güvenlik, hukuk ve uluslararası hukuk ve ilişkileri de ilgilendiren bir ilişkiler yumağıdır.
Devlet Düzenlemeleri ile Hac
T.C hacla ilgili genel düzenleme 1974 yılında yapılmıştır. Bu düzenleme «Hac Amacıyla Suudi – Arabistan’a Gidecek Olanların Seyahatlerine ilişkin Yönetmelik»in Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulmasıdır.
Bakanlar Kurulunun 28/9/1974 tarihli 7/8984 kararı ile yürürlüğe konulan yönetmelik hükümlerine göre çıkartılmış yönetmelik Hac ve umre düzenleyen şirketlerin yurt içinde ve hac seyahati sebebiyle hacca gidecek Türk vatandaşlarının sağlık ve güvenliklerini sağlamaya yönelik düzenlemeleri içermektedir.
Bu düzenlemenin en önemli sebebi de Kıbrıs Barış Harekâtı sebebiyle ülkemize uygulanan ambargolar, Kıbrıs Barış Harekâtı sebebiyle yaşanan ekonomik sıkıntılar ve yurtdışına çıkacak vatandaşların güvenlikleri ve döviz temini gibi bir birine bağlı konulardır.
Bu yönetmeliği okuyan herkes Türkiye’nin sıkıntılarını, ekonomik durumunu yakından tanıma yanında Hükümetin Türk Vatandaşlarının sağlık ve güvenliklerine verdiği önemi ve hassasiyeti de görür.
Yönetmeliğin 1. maddesine göre, “Hac için Suudi – Arabistan’a gidecek vatandaşların sağlıklarının korunması ve seyahatlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesini saplamak amacıyla İçişleri, Dışişleri, Maliye, Bayındırlık, Sağlık ve Sos-yal Yardım, Gümrük ve Tekel, Ulaştırma, Turizm ve Tanıtma, Köyişleri ve Kooperatifler Bakanlığı ve ilgili Devlet Bakanlığı (Diyanet İşleri Başkanlığı) ile Kızılay Genel Başkanlığı iş birliği yapar”.
“İçişleri Bakanlığı’nın koordinatörlüğünde toplantılar yapar ilgili diğer Bakanlık ve Kuruluş temsilcilerini de davet edilebilir”di.
Hac uzunca bir süredir kara, hava ve deniz yoluyla yapılırdı.
Daha öncesinde olduğu gibi, 1974-78 yılları arasında da hac ve umre düzenleyen şirketler uluslararası tecrübesi olan, profesyonelleşmiş turizm şirketleri değildi. Çoğunluğunu emekliler, tarikatçılar ve benzeri kişilerin kurduğu cami cemaati gibi kabul edilecek insanlardı. Hacılar için otel tutulması, onlarla meşgul olunması, hacla ilgili ibadetleri yaptıracak görevliler vs. de götürülmezdi.
Her şey “Mutavvıf” denilen hac turizminin Mekke sorumlusu diyebileceğimiz Arapların insafına kalmıştı.
Türk hacılar, yakın zamanlara kadar Afrika’nın fukara ülkelerinden gelen Zenci Müslümanlar gibi, sokaklarda, köprü altlarında; altlarına kağıtlar sererek, memleketten götürdükleri kuru ekmek ve diğer yiyeceklerle idare eden, umumi tuvaletlerden yararlanan durumda idiler.
Yukarıdaki kararname ile sadece hacca gideceklerin yurt içinde ve sınırdan giriş ve çıkışlarında hacca gidenlerin sağlık ve güvenlikleri konusunda tedbirler almıştı.
Suudi Arabistan’da, vatandaşların kendilerini hacca getiren firmaların onları Mekke indirince görevleri bitmiş gibi sayılırdı. Hacıyı otobüsten indirdikten sonra kaybolmaları, dönecekleri günlerde gelip almaları bile nimet sayılırdı.
Sadece uçak ve Vapurlarla gidenlerin gelecekleri tarihleri belli olurdu. Türk devletinin ve Milletinin itibarı ciddi kayıplara uğramaktaydı.
Hac ve umreye giden pek çok vatandaş, ülkeye döndükten sonra kendisine yapılmış haksızlıkları, çektikleri acıyı, ıstırabı devletin farklı makamlarına yıllarca yazmışlardı.
Dr. Lütfi Doğan ve Haccın Devlet Tekeline Alınma Zarureti
1978 yılında kurulan Bülent ECEVİT hükümetinde Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev alan Eski Diyanet işleri başkanı Dr. Lütfi DOĞAN Türk insanının, dünya Müslümanları arasında yaşadığı itibarsızlığı ortadan kaldırmak amacıyla bir çalışma başlattı.
Bu çalışmaya göre, Türk Turizmcilerinin gelişmesi, eğitilmesi ve dünya çapında bu işi yapar hale gelmelerine de katkıda bulunmak amacıyla, devlet tekeline alınması ve bu işin de Diyanet işleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı eliyle yapılması sonucuna varılmıştı. Bu konuda o tarihte Başbakan Yardımcısı Orhan Eyüpoğlu da katkı ve gayretleri sebebiyle rahmetle anmak gerekiyor.
Çalışma 1979 yılı baharında tamamlandı ve Bakanlar Kurulunun 26.04.1979 tarihli ve 7/17439 sayılı kararı haline geldi. Bu karar 12.05.1979 tarihli resmi gazetede yayımlandı. 1974’te yayımlanmış olan İçişleri Bakanlığı koordinatörlüğünde yapılan ve yukarıda anlatılan düzenleme ortadan kaldırılmış ve yeni bir düzen kurmuştu.
Artık hac seyahatlerine devlet eli değmiş ve devlet ciddiyeti gelmişti. Ama hac sadece karayolu ile yapılmaya başlanmıştı. Uçak bile son derece sınırlıydı.
Bu kararnamenin amacına ilişkin 2. maddesinde konu açıkça yazılıydı:
“Madde 2 – Bu kararın amacı, hac farizasını yerine getirmek üzere Suudi – Arabistan’a gidecek vatandaşların bu seyahatlerini her çeşit çıkarlardan uzak, sağlık
ve güvenlik koşulları içinde yapmalarım sağlamak, hac farizasının yöntemine uygun
ve Devletimizin onuruna yaraşır biçimde yerine getirilmesinde vatandaşlara yardımcı
olmaktır”.
Bu kararnamenin 3. maddesi “Hac farizasını yerine getirmek amacıyla Suudi – Arabistan’a gitmek isteyen vatandaşlar için” şu hususlara yer vermişti:
Bu kararnameye konulan “Geçici Madde” ile “Bu Kararın yürürlüğe girdiği yılın hac mevsiminden başlayarak 1983 yılı hac mevsimi sonuna kadar, Hac’ca hiç gitmemiş olan vatandaşların hac maksadıyla Suudi – Arabistan’a gitmelerine izin verilir” denilerek yaklaşık dört yıllık bir düzenleme yapılmıştır.
Devletin ekonomik zorluklarına rağmen ilk defa hacca gitmek isteyen herkesin hacca gitmesine izin verilmiş ve hac dövizi temin edilmişti.
İtiraf etmeliyiz ki, Diyanet çalışanlarının tamamı ve hacca gidecek herkese ciddi bir heyecan gelmiş ve aşkla şevkle başarılı olunması için gayret edilmiştir.
Hac düzenlemelerinin mali kısmı ise, bu düzenlemenin 8. maddesine göre,”Diyanet Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliği” yapacaktı. . Hac seferleri ile ilgili çalışmaların paraya ilişkin
her çeşit işlemleri Vakıfça yürütülecek, hatta yurt dışına gönderilecek personelin yollukları
da Vakıfça ödenecekti. Bu uygulamanın mali tarafı böylelikle Vakfın denetimi sebebiyle “devlet denetimine tabi” olacaktı. Vakıflar genel Müdürlüğü Müfettişleri Vakfı denetlerken, hac harcamalarını da denetlemişlerdi.
Yıllarca hacca gidenler ve görevli olarak hizmet veren Diyanet personeli organizasyonun başarısı, düzeni, intizamı gibi sebeplerle Dr. Lütfi DOĞAN ve Diyanet görevlilerine dua ve teşekkür ettiler.
Bu devletleştirme ile 1975 yılında kurulmuş olan Türkiye Diyanet Vakfı da ciddi bir mali imkana kavuşmuştu. Elde edilen paraların finans kurumlarına yatırılması, marketler açılması gibi, memur eliyle yapılamayacak pek çok yere yatırılmış olması bilinen fiyaskolarla dolu sonucu getirdi.
Bu imkanı ne vakıf idarecileri, ne de Diyanet yönetimi vaktinde idrak edemedi ve ele geçen imkan gereği gibi değerlendirilemedi.
Kısa bir süre sonra da her paralı işte olduğu gibi, paranın olduğu yerlerde menfaat gurupları ve çatışmaları başladı. Şevk kayboldu. Devletçiliğin ve memur eliyle bu tür organizasyonları yapmanın yanlışlıkları ortaya çıkmaya başladı.
Bu dönemde organizasyonu Diyanet işleri Başkanlığı yapıyor, mali işler ise, Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliği içinde yapılıyordu.
1980 yılında Süleyman Demirel Başkanlığındaki 43. Cumhuriyet hükümeti döneminde, hac kararnamesinde birincisi 15.06.1980, ikincisi de 26.07.1980 tarihinde olmak üzere iki değişiklik yapılmıştır.
Birinci değişiklikle, “Bakanlıklararası Hac Komisyonu” kurularak, idarenin tek başına karar alması yerine, diğer kurum temsilcileri ile birlikte karar almasına imkân tanınmıştı.
İkinci kararla ise, “Özel otomobilleri ile veya hava yolu ile hacca gitmek isteyenlerin 1980 yılı hac mevsiminde hacca gitmelerine izin verilmiştir.
12 Eylül Döneminde Hac
12 Eylül 1980 günü yapılan ihtilalde Hac düzenlemesinde her hangi bir değişiklik yapılmadı. Mevcut düzenlemeler aynen uygulandı. Bu dönemin Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Merhum Mehmet Özgüneş’i de ve vesile ile saygı ve rahmetle anmak gerekiyor.
6 Kasım1983 seçimleri yapılmadan önce 20.04.1983 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Hac Kararnamesi’nde yapılan bir değişiklikle “özel otolara ve minibüslere de aile taşımak şartı ile izin verilmiştir.
Bu hac uygulamaları ve ülkemizin geldiği serbest “Pazar Ekonomisi”ne geçiş süreci açısından son derece önemli olmalıdır.
Başbakan Turgut Özal Dönemi ve liberal Uygulamalar
07.03.1984 tarihinde Bakanlar kurulunca alınan bir kararla, Haccın yanında, Umre de Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yürütülecek hükmüne yer verilmiştir.
Ayrıca ilk defa, Özel otomobil veya minibüsleri ile veya tarifeli hava ve deniz yolu seferleriyle umre ziyareti için Suudi Arabistan’a gidecek olanlar, Diyanet İşleri Başkanlığınca yapılacak düzenlemeler dışına çıkartılmıştı. Umre serbest hale getirilmişti.
24.01.1985 tarihli karar daha önceki yıllarda hac maksadıyla Suudi Arabistan’a gidenlere, hac mevsiminde tekrar bu ülkeye gitmek üzere izin verilmeyeceği hükmünü içermektedir.
21.12.1988 Diyanet İşleri Başkanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığının denetim ve gözetimi altında Hac Komisyonunun uygun gördüğü (A) grubu seyahat acentaları dışın- daki gerçek ve tüzel kişi, kuruluş, şirket ve acentaları hac seferleri düzenlemeleri ve özel otomobillerle hac seyahati yasaklanmıştır.
Bu yeni yapı ile Diyanet, kendi alanı olan ticaret alanı ile ilgili düzenleme ve denetleme yetkisi almış oldu.
Umre serbest bırakılmıştı, ama hacla ilgili bu düzenleme; ne laik kesimin, ne de onların dışında kalanların dikkatini çekmedi. Turizm şirketlerinin büyük ve zengin blokunu oluşturan “A Grubu Seyahat Acentaları” da, “hiç yoktan iyi”, ya da “hiç uğraşmadan bize hazır müşteri gönderecekler” diye işin hukuk veya ana ilkesiyle ilgilenmediler. Hatta kendi meslektaşları arasında bunu bir “imtiyaz” gibi görenler de oldu.
DYP-SHP Koalisyonu Dönemi
28.01.1992 Umre ziyaretlerinin Diyanetçe düzenlenebileceği, gibi gerçek veya tüzel kişilerce de düzenlenebilir veya vatandaşlarca genel hükümlere göre serbestçe yapılabilir” hale geldi. Bu serbest veya liberal uygulama, Diyanet’in ısrarlı talepleri ile sadece bir dönem sürmüştür.
19.12.1992 tarihli kararla da Umre ziyaretleri hem Diyanet İşleri Başkanlığı hem de ilgili mevzuat hükümlerine göre serbestçe düzenlenebilir veya yapılabilir hale gelmekle birlikte, umre ziyaretlerinin kara veya hava yolundan hangisi ile düzenleneceğini ve bu ziyaretler için alınacak sağlık ve güvenlik tedbirlerini belirlemeye Hac Komisyonu yetkili kılındı.
Bu Hac ve umre’nin doğrudan Diyanet tekeline yeniden dönüşü anlamına geliyordu.
Üçlü Koalisyon Dönemi
Diyanet’in Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan’a bağlı olduğu dönemde, Diyanet İşleri Başkanı ile Türkiye Diyanet vakfı arasında meydana gelen anlaşmazlıklar sebebiyle Diyanet İşleri Başkanı’nın talebi üzerine Hacla ilgili düzenlemede ciddi değişiklikler yapıldı.
10/12/1999 tarih ve 99/13919 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile :
Seyahat Acentaları Birliği Kanununun 4 üncü maddesinde sözü edilen işletme belgesi
aranmaz.
6. Diyanet İşleri Başkanının başkanlığında, İçişleri, Maliye, Sağlık, Ulaştırma, Turizm bakanlıkları ile Gümrük Müsteşarlığı Müsteşar veya Müsteşar Yardımcıları ve Dışişleri Bakanlığı temsilcisinden oluşan bir “Bakanlıklararası Hac ve Umre Kurulu” kurulur.
Kurul, Diyanet İşleri Başkanının daveti üzerine ekseriyetle toplanır ve kararlarını toplantıya katılanların ekseriyeti ile alır.
7. Başkanlık, hac ve umre işlerinin muhasebe kısmı ile ilgili çalışmalarında Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliği yapar.
Türkiye Diyanet Vakfı, hac ve umre hizmetleri için elde edilen gelirlerin ve yapılan harcamaların sadece muhasebe işlemlerini, Komisyon ile İç Komite ve Dış Komite kararlarına dayalı olarak düzenlenecek belgelere göre yürütür.
Başkanlığın hac ve umre faaliyetleri ile ilgili olarak, bankalarda “hac ve umre hesabı”
açılması, bu hesaptan harcama yapılması ve paraya dair işlemler de Komisyonun kararları üzerine ve Başkanlığın emir ve direktifleri doğrultusunda Türkiye Diyanet Vakfınca yürütülür.
Komisyonun kararı ve Başkanlığın talimatı olmadan Türkiye Diyanet Vakfı hac ve umre parası üzerinde hiçbir tasarrufta bulunamaz.
Türkiye Diyanet Vakfınca yürütülen bu hizmetler karşılığında, her yıl hac mevsimi sonunda Komisyonca belirlenecek bir miktar para, Başkanlığın talimatı ile bu Vakfa ödenebilir.
Uygulamanın Yanlışları ve sıkıntılar
Kararname bir yerde “serbest rekabet kuralları çerçevesi”nden bahsederken, diğer taraftan Diyanet’e düzenler, kontrol eder ve kendisi de hac ve umre seferleri yapar hale gelmesi üzerine , “bu ne biçim rekabet çerçevesi” diyen de olmadı.
Kamuoyu hacla ilgili konularda, hâlâ Türkiye Diyanet Vakfını ciddi şekilde eleştirmekte ve her türlü yolsuzluk şaibesinin sorumlusu olarak Vakfı suçlamaya devam ediyor.
En azından bu yeni düzenleme sebebiyle Türkiye Diyanet Vakfı, çalışanlarının maaş veya ücretlerini ödeyebilmek için bile zaman zaman sıkıntıya düşmekte, bu sebeple de Başkan’ın her istediği konuya “evet” oyu vererek, az da olsa Başkanlık Hac parasından para aktarılmasına gayret etmektedir.
Bunun bilinmesinde yarar vardır.
Yukarıdaki 7. madde ile Türkiye Diyanet Vakfı tüzel kişiliğinin devre dışı bırakılarak, 5-6 kişilik bir memur komisyonuna işin bırakılması ve bunun kural haline getirilmesi işleri kolaylaştırmış, belgelerin hukuki olmasına ihtiyaç bırakmamış olması Diyanet’i yıpratacak ve itibar kaybettirecek çok ciddi iddia ve şayialara sebep olmuştur.
Üzülerek ifade etmeliyiz ki, daha sonraki kararname ve 633 sayılı kanunu değiştiren 6002 sayılı kanunda da muhafaza edilmiş olması gelecekte de tartışılacak, Başkanlığı şöyle veya böyle itibarsızlaştıracak pek çok gereksiz şeye sebep olacaktır.
Memurlardan oluşan komisyonlar yetkili amir dedi diye, sorumluluğu ona yıkarak, her istenilene evet diyecek, onların bu yumuşak ve itaatkârlıkları hem kendilerini hem de Sayın Başkanları ciddi sıkıntılara sokacaktır.
Unutulmamalıdır ki, geçmişte, “Cidde”deki yatak alımları”na ilişkin belgenin soruşturma konusu olması, açılacak soruşturmanın kamuda meydana getireceği sakıncalar sebebiyle, o zamanın Başkanını, hiç beklemediği bir sırada emekli olmaya mecbur etmişti.
Atalarımız “bir musibet, bin nasihatten yeğdir” derken, kötü tecrübelerden alınacak dersler alınmasını öğütlemektedir.
Denilebilir ki, yukarıda bahsedilen kararname “Türkiye Diyanet Vakfında tutulan muhasebe kayıtları ve harcama işlemleri her yıl hac mevsiminin tamamlanmasını müteakip Başkanlık müfettişlerince denetlenmesi ”ni de öngörmektedir. O zaman bu denetim bahsedilen endişeleri ortandan kaldırmaz mı, denilebilir.
Unutulmamalıdır ki, müfettişler, bağlı oldukları kurumun başındaki zâtın emir ve direktifleriyle görevlendirirler. Sorumlulukları da ona karşıdır.
Diyanet İşlerinde de Müfettişler Başkan’a bağlıdır ve O’nun adına denetim yaparlar. Asla Başkanı denetleme yetkileri yoktur.
En üst âmir Başkan’dır. Hacla ilgili her türlü harcama da O’nun bilgisi ve oluru ile yapılır. Denetim sırasında, denetlenen amir ve memurlar, “Sayın Başkan böyle istedi”,”Bu belgeleri Müfettişlere söyleyin, incelemesinler veya görmesinler dedi” dediğinde müfettişin Başkan’a gidip bunu doğrulatması ne kadar mümkün olabilir?
Mümkün olduğunda da;
“- Arkadaşlar öyle diyorsa, ne diye zorluyorsun, ne yapacaksın veya benzer örneklerde olduğu gibi, “onları geç, diğer şeylere bak” dediğinde, yapılacak iş ne olabilir?
Denetimden çekilme isteğini makama bildirecek ve üst makamlara suç duyurusunda bulunacak kaç müfettiş bulunabilecektir?
İdareye yakın ve itiraz etmeyecek müfettişler Hac denetiminde görevlendirilmesine rağmen geçen yıllarda bu kabil ciddi kötü örnekler yaşanmış; büyükler tarafından da –şimdi-“unutuldu” sanılmaktadır.
Sadece Sayın M. Nuri YILMAZ’ın son döneminde, basit birkaç ödeme Müfettişlerce uygun bulunmayarak kayda geçirilmiş; bir kısmı görevde iken, bir kısmı da görevden emeklilik sonrasında adı geçen zat tarafından ödenmiştir.
Hâlbuki yapılacak iş “Hac ve Umre Döner Sermayesi” kurmaktı. Bu yapılmadı. 6002 sayılı kanunun komisyonlarda görüşülmesi sırasında önerilmişse de idarenin ve Sayın Bakanın talebi doğrultusunda kabul edilmemiştir.
Diyanet merkez teşkilatı dâhil, pek çok yerde Diyanet’in “Denetlenemeyen Para” ile birlikte anılması bu tür şeylere dayanmaktadır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Dönemi
27/05/2005 tarih ve 2005/8801 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yukarıdaki kararnamenin bazı maddeleri değiştirilmiştir: Buna göre;
1. “İç Komite” ve “Dış Komite” tanımları yürürlükten kaldırılmış ve aynı maddeye aşağıdaki “İhale yetkilisi” ve “Vakıf” tanımları eklenmiştir.
“İhale yetkilisi“; Bu Karar gereğince yapılan ihalelerde ihale yapma yetki ve sorumluluğuna sahip Başkanı ve Başkanın yetki verdiği kişiyi,
“Vakıf; Türkiye Diyanet Vakfını,” ifade eder. “Turizm Bakanlığınca” ibaresi “Kültür ve Turizm Bakanlığınca” olarak değiştirilmiştir.
2. “Hacca gitmek isteyenler Başkanlığa müracaat ederler. Hac için Suudi Arabistan makamlarınca kota uygulanması halinde Kurul, hacı adaylarının hangi usulle belirleneceğine karar verir.
Kurul, her ilde hacca gideceklerin % 40’ını aşmamak üzere “A” grubu seyahat acentalarına kontenjan verir ve bu kontenjanın dağılımına dair esasları belirler.”
3. Aynı Kararın 5 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Diyanet İşleri Başkanının başkanlığında, İçişleri, Maliye, Sağlık, Ulaştırma, Kültür ve Turizm bakanlıkları ile Gümrük Müsteşarlığı müsteşar veya müsteşar yardımcıları, Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) temsilcisinden oluşan bir “Bakanlıklararası Hac ve Umre Kurulu” kurulur.”
5. Aynı Kararın 9 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Hac ve Umre Hesabı ve muhasebesi
Madde 9 – Başkanlık gerektiğinde, hac ve umre hizmetlerinin alım-satım, muhasebe ve mali işlemlerinin yürütülmesinde Vakıf ile işbirliği yapar. Belirlenen hac ve umre ücretleri, Başkanlık denetiminde Vakıfça açılacak Hac ve Umre Hesabına yatırılır. Bu hesapta toplanan meblağ, hac ve umre hizmetleri ile dini nitelikli diğer hizmet ve faaliyetlerin yürütülmesinde kullanılır. Hac ve Umre Hesabından yapılacak harcamalar, Hac ve Umre Komisyonunun kararları doğrultusunda yapılır ve Vakıfça muhasebeleştirilir.
Yürüttüğü muhasebe ve diğer hizmetler karşılığında Vakfa, Komisyonca belirlenecek miktarda ücret ödenir.”
Ne yazıktır ki, 633 sayılı kanun değişikliğinde 6002 sayılı kanunun 13. maddesinde de bu durum benzer şekilde yer almıştır:
“ Başkanlık, gerektiğinde hac ve umre hizmetlerinin alım-satım, ulaşım, muhasebe ve mali işlemlerinin bedeli mukabilinde yürütülmesinde Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliği yapar. Türkiye Diyanet Vakfına ödenecek bedel Hac ve Umre Komisyonunca belirlenir”.
Bu durum Diyanet’i kamu ihale kanunundan dolaylı olarak istisna etmek suretiyle, hacla ilgili ihalelerde rahat(!) çalışmasını sağlamıştır.
6. Başkanlıkça düzenlenen hac ve umre işlerinin yürütülmesi, denetimi, harcama ve ihale işleri, Hac ve Umre Komisyonunun görev ve yetkileri ile seyahat acentalarının hac ve umre seferi düzenlemelerine dair esaslar yönetmelikle düzenlenir.”
Yukarıdaki düzenlemede hacla ilgili kurul ve komisyonlara farklı kamu kurumları ve TURSAB dahil edildiği halde KIZILAY yoktur. Halbuki Kızılay, genel sağlık ve ilk yardım konularında tecrübeli milli bir kuruluştur.
Hac organizasyonu başladığında sağlık işi; Mekke ve Medine’de hastane işletilmesi ve Türk hacılar dışında, kendisine müracaat eden her milletten hacıya hizmet vermişti.
Hac işinin dini tarafı kadar ticari tarafı ile de ilgilenen Diyanet yönetimi Sağlık işinden Kızılay’ı devre dışında bırakmayı başardı.
Din görevlilerini seçer gibi, doktor, hemşire, laborant ve diğer sağlık personeli sınavı veya seçimi yapıyor; Hastane başhekimi belki idare edemez diye de, bir din adamı “Sağlık Ekibi Başkanı” adıyla genel yöneticilik yapıyor.
Bunun, doktorlar ve diğer sağlık personeli arasında meydana getirdiği problemlere dair olumsuz hatıralarımızı kendimize saklıyoruz.
Açıkça itiraf etmeliyiz ki, görevli olarak hacca giden görevliler dahil, hacca giden vatandaşlar ve Turizm organizatörleri mevcut yapıdan rahatsız, şikayetçi ve mutazarrır oldukları halde farklı sebeplerle hissedilen baskılar sebebiyle kimse sesini çıkarmamakta veya çıkaramamaktadır.
Özellikle görevliler arasında görevli seçimi, görev biçimi ve süresi, görevlilere ödenmesi gereken ücretlerden ciddi oranda kesintiler yapılması görevlilerin başlangıçtaki başarılı olmak için gösterdikleri başarı konunu unutturmuştur. Bu durum özel kuruluşlar olan turizm şirketlerinin daha başarılı, daha fazla hizmet eden konuma yükselmelerinde de etkili olmuştur.
Hacda şirketleri denetleyen ekip içinde görevli olduğumuz bir sene, Bakanlar Kurulunca tespit edilen yurtdışı harcırahlarından % 40 kesinti yapılmasının hukuki olmadığı tespitini yapmıştık. Ayrıca haccın daha çok resmi tatil günlerinde yapıldığı, bir kısım ibadetlerin yapılabilmesi için mesai uygulaması yapılamayacağı, günlük 12 saatten fazla süren mesai sebebiyle “fazla mesai ücreti” de ödenmesi gerekeceğini, müfettişlerin fazla mesai talebi olmadığını beyanla da yurtdışı harcırahlarının aynen ödenmesi gerektiğini belirtmiştik.
Ayrıca aşçılar, hac servisleri için sıcakta ve devam eden inşaatlar sebebiyle toz altında kalan “trafik görevlisi” hizmeti verenler gibi, pek çok memur ve din görevlilerinden yapılan kesintiler konusunda da görüşlerimizi kaydetmiştik.
Takibeden senenin hac mevsimi öncesinde, Başkanlık yönetmelikte değişlik yapmış ve Müfettişlerden kesilen para % 45’e yükseltilmişti. Müfettiş arkadaşlarımızın çoğu % 5 lik ceza kesintisi dedikleri bu uygulamadan sebep bize gönül koymuşlardı.
Bu uygulama hala devam etmektedir.
Rekabet Kurumu Tespitlerinin Değerlendirmesi
Rekabet Kurumu’nun 10.11.2011 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığına yazdığı yazıdan Hac ve Umre pazarının yıllık cirosunun 500.000.000 Euro‘yu aştığına dikkat çekilerek, şu hususlar kaydediliyor:
“1. Diyanet İşleri Başkanlığı, hac ve umre konusunda hem düzenleyici ve denetleyici fonksiyona hem de pazarda faaliyet gösteren bir oyuncu olarak yasal bir takım imtiyazlara sahiptir.
2. Bu imtiyazlardan en önemlisi Bakanlar Kurulu Kararı çerçevesinde hacca yönelik seyahatlerde sahip olduğu %60’lık kotadır. Bu imtiyaz, yasal düzenlemeler temelinde hacca yönelik seyahat hizmetleri ilgili ürün pazarında Diyanet İşleri Başkanlığı lehine bir sonuç doğurmaktadır.
3. Hacca yönelik seyahat hizmetleri pazarında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın avantajlı olduğu suni bir Pazar dengesinin sağlandığı
4. Diyanet İşleri Başkanlığı ağırlığını hissettirmeye başlamış ve pazarın %50’sini aşkın kısmını kontrol eden önemli bir aktör haline gelmiştir.
5. Kuruma iletilen rekabetçi şikayet ve kaygıların temelinde yatan unsur olduğunu göstermektedir.
6. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hac ve umreye yönelik hizmetlerinin ekonomik niteliği haiz olması ve hac ve umre yapacakların ödeyecekleri ücret miktarının ve bu hizmete ilişkin esasların Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyon tarafından belirlenmesi itibariyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 4054 sayılı Kanun kapsamında bir teşebbüs olarak kabul edilebileceğini tespit etmiştir.
7. Acentelere getirilen pek çok yükümlülük bulunmasına rağmen, Diyanet İşleri Başkanlığı bu unsurlardan bağışık olarak faaliyet göstermektedir. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın seyahat hizmetleri kapsamında teminat yatırmasına, sigorta şirketleri ile anlaşmasına gerek bulunmamaktadır.
8. Diyanet İşleri Başkanlığı aynı pazarda faaliyet gösterdiği ve kendisinin tabi olmadığı yasal zorunluluklara tabi olan hac ve umre hizmeti sunan seyahat acentelerinin denetimini yapmakta, vize almalarını sağlamakta, din görevlilerini belirlemekte ve bu acentelere gerektiğinde idari ve mali yaptırımlar uygulamaktadır.
9. Hac ve umreye yönelik seyahat hizmetlerinin gerçekleştirildiği pazar, aynı zamanda pazarda faaliyeti de bulunan bir teşebbüsün denetimi ve gözetimi altındadır.
10. 4054 sayılı Kanun’un hakim durumun kötüye kullanılmasını yasaklayan altıncı maddesi ve bu çerçevede verilen Rekabet Kurulu kararları, hakim durumda bulunan teşebbüslere bulundukları pazardaki rekabeti bozmamaya yönelik özel bir sorumluluk getirmektedir. Bu minvalde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da, hem hâkim durum tespitine yol açabilecek pazar payına sahip olması, hem de faaliyette bulunduğu pazarların düzenleyici ve denetleyici otoritesi olması nedenleriyle hac ve umreye yönelik seyahat hizmetleri pazarında rekabeti bozmama yükümlülüğü altında olduğunu belirtmektedir.
11. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın pazarda hem düzenleyici/denetleyici konumunda olması hem de önemli bir pazar payına sahip teşebbüs olmasının yarattığı bir takım etkilerin olduğu görülmektedir.
12. Piyasada faaliyet gösteren teşebbüslerin rakibi konumunda olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na piyasayı düzenleme, bir başka deyişle rakiplerini denetleme yetkisi verilmesi rekabetçi piyasa mantığı ile çelişmektedir.
13. Etkin bir denetimin istenilen sonuçların alınmasında yeterli olabileceği; bunun yanı sıra rekabetçi perspektiften daha sağlıklı sonuçlar alınmasını teminen pazarda özel teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılması sonucunu doğuran pazar yapısının iyileştirilmesi gerektiği değerlendirilmektedir.
Bu tespitlere göre;
1. Diyanet İşleri Başkanlığı kamu kurumu sıfatıyla ve vakıflarına bağlı özel şirketleriyle 4054 sayılı rekabetin korunması hakkında kanun kapsamında bir teşebbüstür.
Bu tespit, Diyanet’in devletin kamu alanında, anayasa ile belirlenmiş din kurumu vasfını kaybetti mi, kaybetmedi mi sorusunu sorduracak bir tespittir ve son derece önemlidir.
2. Bu kanunun 6. maddesine göre piyasanın hâkimi durumundadır ve 4. maddesinde belirtilen hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan hukuka aykırı ve yasak faaliyetler yapmaktadır.
3. Rekabet Kurumunun incelediği şikâyetin tarihi ve bu incelemeyi ne zaman yaptığını bilmiyoruz. Ancak 633 sayılı kanunu değiştiren 6002 sayılı kanunun tarihinin 01.07.2010 tarihi olduğu hatırlandığında, Rekabet Kurumu’nun sadece Bakanlar Kurulu Kararını görmüş olması ve 6002 sayılı kanunun 13. maddesini görmemiş olmasını kim, nasıl izah edebilir?
İhale Kurumu’nun hem kanunu, hem de kararnameleri eleştirerek, hukukun üstünlüğüne ve çağdaş serbest pazar ekonomisi açısından daha ciddi ve kendisinden beklenen inceleme ve soruşturmayı yaparak yürütmeye yol göstermesi gerekmez miydi?
İşin savsaklandığı izlenimi veren Rekabet Kurumu kararı tarafsızlık açısından ve kendi kuralları içinde alınmışsa, işlerin daha da vahim olduğu anlaşılmıyor mu?
Kararın son bölümünde verdiği cevaplar sebebiyle de olsa “Başkanlığın ilişkili olduğu Vakıf”lardan bahsedilmesi bu sorunun ikinci derecede de olsa ana unsurlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diyanet kamu kurumu sıfatıyla kendisi hac ve umre seferleri düzenlediği gibi, “Başkanlığın ilişkili olduğu Vakıf”ların A Gurubu seyahat acentası satın almış olması ve bu şirketlerle de tıpkı Diyanet şart ve imtiyazlarıyla düzenlemeler yapmış olması bahsedilen sorunların gizli ve en önemli yanını oluşturmaktadır.
“Başkanlığın ilişkili olduğu Vakıf” tanımından okuyucular ve genel kamuoyu Türkiye Diyanet Vakfı’nı anlayacaktır. Hâlbuki Mehmet Nuri YILMAZ zamanında Tokyo’ya cami yaptırma amaçlı TOKYO CAMİİ VAKFI’nın adı Ali BARDAKOĞLU zamanında “Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı” olarak değiştirilmiştir. Hac ve Umre işinde asıl aktör vakıf budur.
Başkanlık, bu vakıfta yönetim kurulu başkan vekili olan Rehberlik ve Teftiş Başkanını, Vakıf Temsilcisi adıyla –hukuka açıkça aykırı olduğu halde– A Gurubu Seyahat Acentası olan Vakıf A.Ş.ye Vakıf temsilcisi adıyla atanmasını sağlamıştır.
Bu zat hem Başkanlık aygıtını, hem de tüm Hac ve umre şirketlerini denetletme yetkisini haizdir.
Bu uygulama ile Rekabet Kurumu’na meydan okunarak, yazısında bahsedilen boyutun daha ilerisine geçildiğini ve özel seyahat acentalarını denetleme ve denetletme yetkisi bulunan şahsı, Vakıf şirketinde vakıf temsilcisi olarak görevlendirmiştir.
Bu konu hem Diyanet’i ana hizmetinden uzaklaştırmış, hem de lojman tadilatlarından, alım satımlara ve diğer işlere kadar ciddi şaibeler altında kalmasına sebep olmuştur.
Rekabet Kurumunun Diyanet’e yazdığı yazının sonunda yer alan “pazarda özel teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılması sonucunu doğuran pazar yapısının iyileştirilmesi” bu uygulamaların sahibi Diyanet’ten istemek, ne kadar doğrudur?
6002 sayılı kanun AKPARTİ ‘nin iktidar olduğu dönemde çıkmıştır. Başkanlık ile Türkiye Diyanet Vakfı ve Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı arasında her hangi bir farklı görüş yoktur. Başkan ve ekibi ne derse her iki vakıfta da anında yapılmaktadır.
Peki buna rağmen 1999 kararnamedeki hükümler güçlendirilerek neden kanun maddesi haline gelmiştir?
Ayrıca Hacla ilgili yukarıda detayları verilen uygulamalar sosyal demokrat hükümet veya siyasiler tarafından, zamanın şartları da dikkate alınarak sosyal demokrat tedbirlerle ve devletçi görüşle sınırlandırılmıştı.
Özellikle Merhum Özal dönemi liberalizm uygulamaları bu dönemde niçin fark edilmedi?
Her şeyin özelleştirildiği, özel şirketlere satıldığı dönemde hac uygulamalarındaki bu devletçilik nereden, nasıl destek buldu?
Kanunla Hac ve Umre Döner Sermayesi niçin kurulmadı? Rekabet şartlarına uymadığı bilinen Diyanet’in laik devlet kuralları çiğnenerek aynı işi düzenleyen, icra eden ve denetleyen konumunu güçlendiren kanun maddesi hangi düşünceyle yazıldı?
Diyanet İşleri Başkanı ve Yardımcıları Hükümeti kendi amaçları doğrultusunda inandırmış olmasın?
Bu soruların her mahfilde cevaplandırılması, Diyanet’i kendi alanındaki başarılarıyla mutlu insanların teşkilatı yapacaktır. Bundan herkes emin olmalıdır.
Yapılacak İşler Neler Olmalıdır?
Refahyol Hükümeti’nin kuruluşundan altı sonra Başbakan Erbakan’a yakınlığı ile bilinen 04.121996 tarihli Milli Gazete’nin ikinci sayfasında yayınlanan yazımıza, gazete büyük bir önem vermiş ve sayfanın önemli bir bölümünü ayırmıştı. Gazetenin günümüzde Bu “Milli Görüş” ekibinin olaya sıcak baktığı anlamına geliyordu. Genel Yayın Yönetmenliğini yapan Mustafa KURDAŞ yazımızı bir haber-sunum şeklinde neşretmişti.
Fakat Refah Yol’u, kendi yolunda rahat bırakmadılar, hükümet de bu işle uğraşacak vakit bulamadı.
Hac’la ilgili her türlü haber, yazı, yorum türü şeyleri derleyen Diyanet, o tarihlerde Milli Gazete almıyor olmalı ki, Diyanet’in Hac Dairesi arşivinde bu yazımız yer almamıştı.
Bu yazıyı da dikkate alarak, yani bu konudaki düşüncelerimizin tarihi geçmişi olduğunu hatırlayarak ve hatırlatarak çözüm önerilerimizi sıralamak istiyoruz.
Diyanet işleri Başkanlığının kuruluş sebebi, 633 sayılı kanunun 1. maddesinde bütün netliği ile belirtilmiştir:
“İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek”tir.
Hac işi İslam İnançlarından biri olmakla birlikte bu işin inanç kısmı, Mekke’de yapılan ibadet kısmıdır. Yani Tavaf, Sa’y, Vakfe’dir. Bunun dışında kalan işler Diyanet’in ilgi ve uzmanlık alanı dışındadır. Dinin değerlerinin korunması, siyaset, ekonomi, menfaat gibi işlerin din işi ile birleşmesi, geçmiş tecrübeyle isbet etmiştir ki, din kurumuna ve din adamına itibar kaybettirmektedir.
İtibar kaybetmiş, “hacı adayının yakasına yapışıp sövdüğü din adamı” ülkesine gelince, aynı kişilerin de dahil olduğu cemaatine eski hizmetini nasıl verecektir?
Bu soru ciddiye alınmalıdır.
Şimdi bu işler nasıl yapılmalıdır, sorusunun cevaplarını sıralamak istiyoruz:
1. “Pazarda özel teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılması sonucunu doğuran pazar yapısının İyileştirilmesi”ni Diyanet’ten beklemek, kediden ciğeri korumasını istemektir. Siyasetle arasında ki, sıcak ve yakın ilişki buna izin ve imkan vermeyecektir. Bunu Siyaset kurumundan talep etmek gerekecektir.
2.Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Genel Müdürlüğü görev tanımı yenilenerek, Diyanet’ten alınmalı ve Hac ve Umreyi düzenleyen ve denetleyen kurum olarak Başbakanlık birimi olarak kurulmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Hacda din hizmetleri için görevlendirilecek Din Görevlileri ve diğer işlerle ilgilenmek üzere Din Hizmetleri Genel Müdürlüğünde bir Hac ve Umre Daire Başkanlığı olmalıdır.
3. Siyasi irade, Hac işi mutlaka “Din Kurumu” tarafından yapılsın şeklinde kararlı bir düşünceye sahipse, o zaman yapılacak tek şey, bizim 1998 yılından başlayarak önerdiğimiz Diyanet’in siyasetten ayrılarak, kurulacak YÜKSEK DİN KURUMU”na bağlanması sağlanmalı dır.
Hac ve Umre düzenlemesi de dahil, dış ilişkiler ve ülkenin din politikalarının tespiti, Diyanet’in denetimi ve Bakanlık/Başbakanlık tarafından yapılan tüm işlerin bu yüksek kurum tarafından yapılması sağlanmalıdır.
4. Ülkemizin geldiği gelişmişlik ve modern Türkiye şartlarına uygun olarak, Hava, Kara ve Deniz yolları ile hac ve umre seyahati yapılmaya yeniden başlanmalıdır.
5. Ülke içinde dinle ilgili ciddi problemler vardır ve Diyanet bu problemleri yokmuş gibi düşündüğünden hiç birisi ile ciddi anlamda ilgilenmemektedir.
6. Hac ve umre Döner sermayesi kurularak, hac parasının keyfi ve “örtülü ödenek” gibi harcanması önlenmelidir.
7.Sadece Hac müracaatlarında alınan 15.Tl.lik müracaat ücretinin hukuki ve ahlaki dayanağı bulunmadığından, alınmasından vaz geçilmeli ve bu güne kadar bu paraların nerelere ve nasıl harcandığı denetlenmelidir.
8.Hac müracaatları internet ortamında yapılmalı; her müracaat eden şahıs müracaat ettiğinde ülke genelinde ve kendi ilinde kaçıncı sırada olduğunu bilmelidir.
9.Hacca, ücretsiz veya orada görev yapacakmış gibi yolluklu, yevmiyeli misafir götürülmesinden vaz geçilmeli; talep edenlere de hac gibi kutsal bir yolculuğa çıkanların öncelikle Hak duygusuna sahip olmaları gerektiği anlatılmalı, irşat hizmeti verilmelidir.
10. Personel’den Hanım Vaiz ve Kuran Kursu Öğreticileri pozitif uygulama diye yapılan “Ucuz işçi” şeklinde hacda, bulaşıkçılık veya hacılara yemek dağıtıcısı “Kepçeci”lik görevi uygulamasından vaz geçilmelidir. Bunun yerine, kurum personelinden hacca gitmek isteyenlere, özel indirimler yapılarak, Hacı olarak gitmeleri sağlanmalıdır.
11. Uçak ve yemek ücretleri mâkul bir seviyeye çekilmelidir.
12. Diyanet sadece bir kamu kurumu değil; din hizmeti veren bir kamu kurumudur. Bu sürekli olarak hatırlanmalı, paraya, dünyayı kazanma duyguları baskı altına alınmalıdır. “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” şeklindeki dindarlık duygularını yıpratan düşüncelerin silinmesi için gayret edilmelidir.
Diyanet, din konusuyla ilgilenmediği için de tarikat, cemaat veya siyaset kurumları doğrudan din hizmetlerine müdahil hale gelmişlerdir.
Alevi Açılımı, Roman Açımlı gibi siyasi açılımlar din problemine siyasi çözüm arayışlarıdır ve bu sebeple de son derece başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Ülkemizde Hz. Peygamberin gönderiliş sebebi olarak İslam Ahlâkı konusunda yapılmış “toplumu aydınlatma” faaliyetleri yok denecek kadar azdır. Yalan söylemeyen, haram yemeyen örnek-model insan problemi en önemli mesele halindedir.
Sadece konuşarak, ama hangi tür olursa olsun, menfaatimiz olduğunda yalan söylemeyen, çıkar sağlamayan din adamları dâhil kaç örnek veya önder adamımız var?
Diyanet bu ve bunun gibi temel din konularına döndürülmelidir.
Ticaret ve siyaset Diyanet’in dışına çıkarılmalıdır.
Hemen belirmeliyim ki, ticaret ve siyasetle kardeşlik ilişkisi kurmuş Diyanetçiler bunu asla istemeyecektir.
Unutmayalım ki, yüzlerce yıl önce İbni Haldun “Mukaddime” adlı eserinde, “din adamlarına siyaset yaptırmayınız. Çünkü din adamı din alışkanlığı gereği, kıyas mantığı ile hareket eder. Hâlbuki siyaset, sosyal olayların ortaya çıkışına bağlı olarak sebep ve sonuç ilişkileriyle yönetilir” demektedir.
Ticaret ise ayrı bir uzmanlıktır. Her şeyi “Hoca Efendi yapsın” denildiğinde kaybeden millet olacaktır.
Tüccar tüccarlığını, din adamını da kendi sınırlarını bilerek güvenilen, inanılan, sözü – sohbeti gönül kulağıyla dinlenilen adam olmalıdır. Başka da çare yoktur.