Sükûnet Çağrısı

Değerli Arkadaşlar, sevgili Gençler, Heyecanla takip ettiğiniz kongreye sayılı günler kaldı. Heyecanınızın arttığını biliyorum. “Türk İslam Ülküsü”nü temel değer olarak kabul etmiş Ülkücü Hareketin geleceğinin de sizler olduğunu da biliyorum. Unutmayalım ki, bu gün karşı taraflarmış gibi görünen herkes gerçekte aynı taraftasınız. Herkesin istediği hareketin güçlenmesi, “ülkeyi ülkümüze uygun olarak yönetmesi”dir. Başka düşüncesi olanların sizlerin […]


Paylaşın:

Değerli Arkadaşlar, sevgili Gençler,

Heyecanla takip ettiğiniz kongreye sayılı günler kaldı. Heyecanınızın arttığını biliyorum. “Türk İslam Ülküsü”nü temel değer olarak kabul etmiş Ülkücü Hareketin geleceğinin de sizler olduğunu da biliyorum.

Unutmayalım ki, bu gün karşı taraflarmış gibi görünen herkes gerçekte aynı taraftasınız.

Herkesin istediği hareketin güçlenmesi, “ülkeyi ülkümüze uygun olarak yönetmesi”dir. Başka düşüncesi olanların sizlerin arasında bulunmadığını herkes bildiği gibi, sizler de biliyorsunuz.

Sizlerde göreceksiniz ki, bu gün eleştirdiğiniz Ülkücü iken sizleri terk etmiş DYP, ANAP, BBP ve başka partilere gitmiş, hatta birkaç parti değiştirmiş pek çok “eski ülkücü” diye anılan tanıdıklarımızı tarafların tamamının listesinde adlarını göreceksiniz.

Buna şimdiden hazır olursanız, şimdi size muhalif gibi görünen arkadaşlarınızla, kongre sonrasında yüz yüze bakarken, konuşurken mahcup olmazsınız.

Yoksa “sizdeki dönekler, satılmışlar, yalakalar bizdekinden daha çok” kavgası mı yapacaksınız?

Herkesin bu yapılacak seçimin bir “hizmet yarışı” olduğunu fark etmesi lazımdır. Bunun başka adı da yoktur.

Asıl sıkıntımız, ülke olarak siyaseti kendi zeminine oturtamadan çok partili hayata geçmiş olmamızdır. Aslında parlementer demokrasilerin iki temel şartı vardır:

  1. Eğitimli toplum
  2. Örgütlü toplum

Üzülerek ifade etmeliyiz ki, toplumumuzda bu iki temelin varlığından ve yeterli olduğundan bahsedemeyiz.

İsterseniz kendi aynamızda kendimize bakalım. En çok okumuşu olan bu siyasi hareketin bütününü değerlendirdiğimizde “eğitimli toplum” diyebilir miyiz? Okumuş insanlardan, diplomalılardan bahsedebiliriz, eğitim de elbette okuma ve diploma çok önemli, ama bu yeterli değildir.

Eğitim inandıkları ve bildiklerinin yaşanan hayat haline gelmesidir.

Bunun daha iyi anlaşılması için kendi uzmanlık alanımdan örnek vereyim. İmam-Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültelerinin ilk açıldığı 1949 ve devamında Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanmış ders programları bu günkü durumda dahil en iyi, en doğru programlardı. Fakat, bu güzel programlara rağmen öğrenciler eğitim (uygulama) son derece yetersizdi, halen de bu yetersizlik devam ediyor. Namaz kılmak bir eğitim işidir. Bu eğitimi vermediğiniz insandan namaz kılmasını nasıl istersiniz?

Cumadan cumaya –hiç kaçırmadan– namaz kılanlar bu eğitimi almış olsalardı, günlük namaz kılmazlar mıydı?

İşte bu sebepledir ki, bu okul mezunları dini veya dine ait bilgileri (şöyle veya böyle) bildikleri halde uygulamada çok ciddi eksikleri vardır. O zaman ortaya “Hocanın dediğini tut, yaptığını yapma” tekerlemesi çıkıyor.

Çoğunluğu köylü veya köylüleşmiş yahut “gece kondu” şehirli hale dönüşmüş; oturup kalkmayı bilmeyen, kültürden, medeniyetten nasip almamış, başka bir deyişle şehirlileşememiş bir toplum olduğumuz aklımızın bir kenarında durmalıdır.

Güzelim Türkülerin ve Türk Klasik musikisinin bozularak –ne idüğü belli olmayan– arabesk müziğe dönüşmesi gibi bir sosyo- kültürel hayat yaşıyoruz.

Bundan kurtulmanın yolu, devletin, milletin ve bütün asker-sivil örgütlerin el birliği ile eski şehir kültürümüzü yeniden inşa etmeye gayret etmemizdir. Topludaki, ideolojik, fikri, siyasi, sosyal çatışmalar bunu başaramamış olmamızdan kaynaklanmaktadır.

Bizim kültürümüzde din ve siyaset Hz. Peygamber döneminden başlayarak ayrı olmuştur. Din siyaset için isim veya şekil belirlememiş, sadece uyulması gereken kurallardan bahsetmiştir. Bunlar:

  1. Adalet, 2. (Emanet) İşi ehline vermek, 3. (Meşveret)Tek başına karar vermemek, bilenlerle konuşarak karar vermek,

Bu kurallara günümüzde uyulduğunu kim söyleyebilir?

Bizden olsun, bizim partili olsun, yaptığımız her şeyin doğru olduğunu söylesin, bizim yanlışlarımızı söylemesin, hatta gizlesin,benim çocuklar veya akrabaların yükselsin.. gibi kurlar etkin olarak görülmüyor mu?

“Unutmayalım ki, aynı zamanda “Halife-i Müslimin” (Bütün Müslümanların Halifesi) ünvanı da taşıyan Osmanlı Sultanları, dergâhlara “”Postnişin” veya “Çelebi” tayin ederken bile bu din kaynaklı unvanlarını kullanmadıkları gibi, “Pir” veya “şeyh” adı vererek atama yapmamışlardır. Mevlevi ve Bektaşi dergâhlarının baş yöneticilerinin atama ferman (kararname)larında “Dergâh Mütevellisi” olarak atama yapılmıştır. Diğer tarikatlarda da durum aynıdır.

İbni HaldunMukaddime” adlı kitabının birinci cildinde, “din adamları bilgi ve alışkanlıkları gereği en çok fıkıh(dinin inanç ve ibadetleriyle ilgili temel bilgi)la meşgul olduklarından, her karşılaştıkları problemi, “Fıkıh Mantığı” ile çözerler. Sakın ola ki, din adamlarına bu sıfatları ile siyaset yaptırmayınız, demektedir.

Bunun için gerekçesi de son derece isabetlidir: “çünkü siyasi ve sosyal olaylar sebep ve sonuç ilişkileri dikkate alınarak çözülebilir, fıkıh mantığının temeli olan KIYASla çözülemez” demektedir.

Bütün bu davranışların temel sebebinin eğitimsizlik olduğu kabul edilmelidir. Siyaset sadece zanaat eğitiminde değil, her alanda eğitimi ve eğitimin özünü oluşturan şehirlileşme programlarına ağırlık vermelidir.

La baban ölmüş, nesi vardı da öldü?” diyen arkadaşı nasıl eğitimli insan sayarız?

Bu özü iyi kavramış Ülkücü, önce kendisini iyi yetiştiren ve arkadaşlarıyla yardımlaşarak eğitim seviyelerini yükselten ve topluma örnek olma seviyesine gelen insan demektir. Eskilerin “kemâl sahibi” veya “kâmil insan” dedikleri örnek insan olmaya çalışmak hepimizin görevidir.

Kemâl sahibi olmada yaş sınırı yoktur. On yaşında bu olgunluk kazanılacağı gibi 60 yaşına bu sıfatı kazanmadan gelmek de mümkündür.

Gelin, sizler de kâmil, yetişmiş, olgun insan tavrı gösterin. Öfkenizi zamanında yenmeyi; Yunus Emre’nin dediği gibi, her şeyi yaratmış olan Ulu Tanrı’ya sevgimiz, bağlılığımız ve saygımız sebebiyle herkese insan gözüyle bakalım. Biz bu dünyaya kavga için gelmedik. Unutmayın, biz sevgi için yaratıldık ve bir sevdamız var: “İlâ-i Kelimetullah” (Allah adının yüceltilmesi)…

Bu idrakle yaşamak ve Hakk’ın huzuruna da bu inançla ulaşmak ecdadımızın en büyük inancı, aşkı ve arzusu değimliydi? Gelin biz de bildiğimiz bu yola can da baş da koyalım.

Gerisi çok önemli değil…

Yazar

Abdülkadir Sezgin

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar