Uçlardan kurtulamayacak mıyız?

Düşünceleri kirletilenin ve kullanılanın en saf ve temiz halk kitleleri olması üzerinde durmak lazım. İyilik namına, ülkenin değer adıyla neyi varsa hepsi için bir işaretle canını verecek bu insanlar aldatıldılar. Biz bu yıkımı önleyemedik.  


Paylaşın:

Memleketi gererek yönetmeyi seçen bir iktidarımız var. Son yılların en çok kullanılan tabirleri, kamp, kamplaşma, kamplaştırma, öteki, ötekileştirme’dir. Bunları propaganda stratejisinin merkezine koyan daha bir alay sözü, kavramı günlük kullanmaya mecbur olur. Sonucu bellidir: Toplum ayrışır, yalnız ayrışanlar arasında değil, her yerde buz gibi bir hava eser. 

Memlekete bu soğuğu getirdiler. Kavga esas, barışma, konuşma ve görüşme birilerinin düşman olduğu kavramlar haline geldi. Onlar ve biz ayrımı üzerine kurulu bir siyaset hayatımızı gün günden daha fazla zehirledi. İnsanımız, iyileştirilmesi için uğraşılan, o alıştığı yerleşmiş düzenden koparıldı. Var olan gerilim hatları güçlendirildi. 

Dikkatler ötekine çevrildi. Ötekine.. O kötülüklerin kendisinde toplandığı söylenen ötekine. Kötü oydu. Onun ne olduğunu anlamaya gerek yoktu. Sorulunca cevap geçiştirildi. Israrlar karşısında bulunan cevaplar da cevap değil, yaftalamaydı: O tek partiydi, dış güçlerin maşasıydı, din düşmanıydı, fetöcüydü, PKKlı veya koruyucusu, kollayıcısıydı. CHP dışındakiler için de tek parti göndermesi dışında diğerlerinin aynıyla kullanılması maksadın yalnız muhalifleri değersizleştirmek ve baskılamak olduğunu göstermesi bakımından da ilginçti. Yani fikir, değer, din iman bahaneydi. Hak hukuk zaten yoktu.

Maksat, dikkati ötekilere çekerek, istedikleri gibi hareket serbestliği kazanmaktı. Zaman içinde bu durumu normalleştirdiler. Yaptıkları, ettikleri konuşulamaz hale geldi. Büyüyen krizlerle mızrak çuvala sığmadı. Yıkımların enkazı, yaşananlarla görülmeye başladı.

Düşününce anlarsınız

Bu demokrasi dışı işleri yapan demokratik seçimlerle gelen iktidarımızdı. Zavallı milletin din ve milliyet üzerinden düzene karşı harekete geçirdikleri ve peşlerine aldıkları bölümü temiz kalan insanlarımızdı.  İşte beni düşündüren ve en çok kaygılandıran da buydu. Okuyucularım bilirler, yıllar yılıdır hep bu hipnozu ve getirdiği kanma ve kandırmayı yazıyorum. 

Göreceğimiz çok şey arasında, bu sade vatandaşı bozma önemlidir. Düşünceleri kirletilenin ve kullanılanın en saf ve temiz halk kitleleri olması üzerinde durmak lazım. İyilik namına, ülkenin değer adıyla neyi varsa hepsi için bir işaretle canını verecek bu insanlar aldatıldılar. Biz bu yıkımı önleyemedik.  

Madem ilk planda önleyemedik, bir sonraki hamlede gerekeni yapmalı ve anlatmalı ve olanlar-olacaklar hakkında aydınlatmalıydık. Aldatıldıklarının farkına varmalarıyla ne olacağını biz düşünecek ve kötülüğe karşı sesimizi yükseltecektik. Yaptırmayacaktık, yapamayacaklardı. Yaptılar. Memleket insan ve değer krizinin görülmemiş şekilde derinleştiği bir yere geldi.

Dağılan harcımız

Olan oldu ve bütün kurallarla beraber bizi birbirimize bağlayan değerler de altüst oldu. O kadar bozuldu ki Köylü Mehmet Ağa’yı, din iman diyerek, ülke elden gidiyor diyerek harekete getirmenin imkânı bugün için çok zayıflamıştır. Erdoğan rejiminin bu memlekete ettiği en büyük kötülük nedir derseniz, hiç tereddüt etmeden bu sahteliği, bu insan kullanmayı söylerim.  Ayşe Bacı’yı, Fatma Nine’yi, Korkut Dede’yi, genci- yaşlıyı, -daha net söylersek- bu ülkeyi kalbinden vuran kurşun budur.

Onlar ve biz ayrımı üzerine kurulu bir siyaset hayatımızı gün günden daha fazla zehirledi. Son seçimlerin bir yorumu da bu zehirlemeye isyandır. Bu dile isyandır. Devletin başındaki kişinin devamlı ona buna çatması, keyfine göre hareket etmesi, benim efelik taslama dediğim içi bomboş ve içimizi boşaltan nutuklardan başka bir yol takip etmemesi felaketimizi getirdi. Halk bunu gördü diyemeyeceğim, olsa olsa ucundan kıyısından görmeye başladı.  Yani henüz olanı biteni bile anlatamadığımız bir kötülük sürecinin ortasındayız.

Böyle olacağı belliydi

Çok söyledik. Yalvararak söyledik. Bu herkese ayar verir gibi görünmenin ayarı yoktur. İçerde muhaliflerinize olur olmaz şekilde bağırırsanız birliğin harcını dökersiniz.  İçerde böyleyken dışarıya bağırır görünmelerle büsbütün ağır bir yanlışlıklar dizisi yaşadık. Her şey kamuoyunun önünde cereyan etti. 

Hesabını bilmeden, sırf içerdekileri kandırmak için dışarıya bağırırsanız on defa özür dilemeye ve bir yerine yirmi taviz vermeye mecbur olursunuz. Nitekim öyle oldu. İsrail’den Mısır’a, Körfez ülkelerinden Yunanistan’a, Avrupa ülkelerinden Amerika’ya-Rusya’ya kadar bağırma diyeti ödemediğimiz ülke kalmadı. Hala ödüyoruz ve ödemeye devam edeceğimiz görülüyor.

Bu efelenmeler ve içerde her kendine tabi olmayanı olmadık sıfatlarla anmalar sonucunda elde avuçta ne varsa gitti. “Satmadık bir şey bırakmadık” sözünü her ağızdan duyar olduk. Olanlar, yapılanlar, edilenler unutulacak şeyler değildi. Bunlar hala hemen hiç konuşulmuyor. Erdoğan’ın “Faiz sebep enflasyon sonuç” diyebilmesinin psikolojik sebeplerini erbabı araştırıp söylemeliydi. Bu sözü diyebileceği bir akıl dışılığa ve keyfiliğe gelişimizi de araştırıp söyleyecek birinci sınıf uzmanlarımız vardı. Bunları yapamadık ve o da yanlış üstüne yanlışlarla memleketi bu hale getirdi. 

Hep konuştuğumuz gibi, bu 22 senelik tek başına iktidar akıllı bir heyetin elinde olsaydı, Türkiye bugünkünün üç katı büyürdü. Uzmanların dediği gibi en az bir Güney Kore olurduk. O Güney Kore’yle, otuz sene önce durumumuz eşitti. Ne kadar geride kaldığımızı varın anlayın!

Geriliğin sebebi belli

Evet belli. İş bilmezlik, iş bilenleri dışlama ve kavgayı tercih etmek. Onlar ve biz ayrımı üzerine kurulu bir siyaset, hayatımızı gün günden daha fazla zehirledi. Ele güne muhtaç hale geldik. 

Son seçimlerde hipnozu birazcık da olsa bozabilen bu bozgundur. Seçim sonuçları, halkın geçim derdinin görülmemiş derecelere varması sonucunda kof efelenmeye gösterilen bir sarı karttır. Bu kartın kırmızıya dönmesi muhalefetin halka nasıl yaklaşacağıyla ilgili bir mesele halinde önümüzdedir.

Muhalefet, seçimlerde kutuplaşmaya karşı bir kampanya yürüttü ve herkesi kucaklama mesajı verdi. Genel seçimlerde bunu yapamamasının sebebi çok parçalı ittifakta her kafadan bir ses çıkması ve özellikle Akşener’in doğrudan iktidara çalışması ve daha birçok konuya bağlıydı. Yoksa halk, bu iktidarı göndermeye o zamandan hazırdı. 

Oyunu devam ettiren ahmak muhalefet

Hükumet edenlerin söylediğimiz korkutma ve yaftalama politikası bunlar olmasa tutmazdı ve Erdoğan kesinlikle giderdi.  Genel seçimlerden sonra da mahalli seçimlerden sonra da yazdım; Artık, Erdoğan’ı sadece İmamoğlu ve Mansur Yavaş değil,  karşısına kim çıksa yeneceği bir yerdeyiz. 22 yıldır yaptıklarıyla, memleketin her manada içini boşaltmasıyla Erdoğan siyasetteki en zayıf halkadır.

Yalnız, önümüzde yine bir tehlike var.  Bu durumdan dar solculukla çıkılamayacağı açıktır. Müsülmancılığın bizi getirdiği yerden farklı bir yere götürmez. Kafa aynı kafa gibi görünür. Zaten halk, bu iki uçtan birini göndermek isterken diğerine yol açtığını görürse onlara bu fırsatı vermez. 

Diyeceklerimi açık demem gerekiyor: Üç Fidan edebiyatını günlerce diline dolayanlar olsa olsa halkı ürkütürler. Kendilerine oy veren geniş bir kesimi ürkütüyorlar. Onları övmekle karşılarına çıkanları suçladıklarını düşünmüyorlar. Evet onların idam edilmelerinin yanlışlığını hep beraber söyleyelim. 

Sağdaki ve soldaki fidanların samimi inançlarını ve fedâkârlıklarını övmek yanlış değildir. Yalnız, kime ve neye hizmet ettikleri bugün daha açıkça görülen birilerini kahraman gibi, örnek insanlar gibi gösterdiğiniz takdirde yanlış yaparsınız. Onların yaptıklarını siz anlatmasanız da okuyacak-öğrenecek akıl ve vicdan sahipleri kabul etmeyeceklerdir. 

Onlar iyiyse diğerleri kötü mü?

Bunu böyle yapmak olmaz. Ben Kavga Günleri’nde, “Biz sağda ve solda vuruşanlar inanmış insanlardık..” dedim. Devrimci ve ülkücü gençlere önce bu samimiyet ve adanmışlık üzerinden bakılmasını istedim. Kimseye hakaret etmeden, yaptıklarımızın neye hizmet ettiğini anlamaya ve anlatmaya çalıştım. En çok da kendi içinde bulunduğum hareketin yanlışlarını söyledim. Tabii, doğru tavır aldığımızı söyledim. Şimdi olsa yine aynı şekilde davranacağımı da söyledim. 

Elbette yüce Tanrı o günleri bir daha göstermesin. Kendisini devrimci kabul eden memleket çocuklarıyla karşı karşıya gelişimiz fikirlerle sınırlı kalsın. O zaman, 1950’lere kadar olduğu gibi aynı dergilerde, aynı gazetelerde yazar, tartışırız. Beraber yer içer hale geliriz. Açık oluruz, farklı düşüncelere silah doğrultmayız. Ortak yüksek kültürde birleşir, gidiş yolunda farklılaşırız. Olacaksak, başkası değil, başkası adına değil, Türk ülkücüsü, komünisti, İslamcısı oluruz. 

Türkiye idealinde buluşmanın böyle olacağını artık anlamış olmalıyız. Gerisi teferruattır. Hedef kutuplaştırma değil, budur. Özgür Özel’e hatırlatacağım da budur. Gelecek hafta daha da açarak hatırlatacağım.

 

Yazar

A. Yağmur Tunalı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar