Yükleniyor...
Zaman akıp gider ve hayat durmadan devreder. Bakılacak husus, bizim bu akışta nasıl devam edeceğimizdir. Her nesil, bir sonrakini geçmişin birikimiyle hazırlar. Yeni zamanın şartları ve getirdiklerine göre şekillendirerek hazırlar. Âletler, kıyafetler, görüntüler, yollar, evler değişir; ruh değişmez.
Her nesil kendi devrini yaşarken, cedlerinin, asıl manasında tarihinin devamcısıdır. Şuur buradadır. Öğrenecektir, bilecektir. Fikirler buradan çıkar. Tarihten kopuk fikirler köksüzdür. Her fikir bir uzun geçmişin doğurduğudur. En aykırı görünenler bile böyledir. Marx’ın teorisinin tek başına materyalistlik değil, tarihî maddecilik olması en dikkate değer örneklerdendir.
Yahya Kemal’e Fransa’da Türkiye’nin nüfusu sorulur. “Biz yüz milyonuz” der. Yüz yıl öncenin dünyasında yüz milyon bugünün milyarı kadar büyük bir rakamdır. O tarihte bütün Avrupa kıtasının nüfusu bu civardadır. Şaşırır ve itiraz ederler: “Bu rakamı nasıl söylersiniz?” derler. Cevabı muhteşemdir: “Biz ölülerimizle beraber yaşarız.”
Evet tarih şuuru, modern sosyolojinin gen teorilerinden önce bunu söyler. Genlerimiz ve cedlerimizle yaşarız. Yahya Kemal, bu sözle, Türklerin özellikle bu kesintisiz akışı yaşayarak yeni hayatlarına devam ettiklerini söyler.
Bu devamı kültür devamlılığıyla birleştirmek şuurlanmak demektir. Tabii olan atalarına(milletine) ve tarihine bağlılık ancak kültürle mümkündür. Tarihi ve milleti yapan kültürdür. Eğitim öğretim sistemlerinin temelinde bu şuuru vermek vardır. Bu temelde aksama olursa her şey aksar. Kültür deyince edebiyat merkezdedir. Dolayısıyle dil merkezdedir. Her tür bilme ve bilişin dilden geçtiğini bilenler önce dil şuurunu edindirmeyi ve oradan her alana yayılmayı esas alırlar.
Bu kitabımın ikinci baskısı Bilge Kültür Sanat Yayınları’ndan 24 Şubat’ta çıktı. Döne döne Türkçesizliğin bizi perişan edişi üzerinde duruyorum. Konuyu açmaya ve anlamaya yardımcı olacak bir anekdotu şöyle veriyorum : “Nihat Sami Banarlı merhum anlatır. Bir Türk hoca, Paris’te Fransız profesör dostunun bir talebesini imtihanına şahit olur. Hatırımda kaldığına göre bu bir fizik imtihanıdır. Öğrenci, bütün soruları bildiği halde hocası ‘geçemediniz” der. Çocuk çıkar ve bizimki sorar: “Neden geçemez dediğinizi merak ettim.” Der ki: ‘Dostum, mutlaka fark etmişsinizdir, bir yerde affedilmeyecek bir Fransızca hatası yaptı.’
Bu cevabın nasıl bir şuurun eseri olduğu üzerinde düşünmek gerek. Uzağında kaldığımız bir dil sevgisinin saygı duyulacak bir örneğidir. Biz bunu şu halimizle anlayamayız. O dil anlayışından ve bilgisinden, milliyetçiliğinden uzağız. (…)Hiçbir Fransız, dilini doğru dürüst öğrenmeden liseden mezun edilmez. Üniversite sıralarında da bu dil dikkati devam eder. Bütün hayatında ana dili bir barajdır. Her zaman karşısına çıkacak ve düzgün yazamadığı, düzgün konuşamadığı takdirde ona kapılar açılmayacaktır. Bu dil şuuru dünyanın her yerinde Fransızlığı ve Fransızca’yı diri tutmuştur. Eski sömürgelerde bile Fransızca konuşulmasına devam edilmesi bu şuurun etkisiyledir. Bizden aldıkları Fas, Tunus, Cezâyir’de Arapça’nın hâkim kültür dili olmasına rağmen Fransızca’nın canlılığını koruması düşündürücüdür.”(74.-75. sayfalar)
Bu satırları hatırlatma gereğini duyuşumun ayrıca güzel bir sebebi var. 24 ve 25 Şubat’ta kalabalık bir yazar heyetiyle Denizli’deydik. Yeni Ufuk dergisi etrafında toplanan bir grup idealistin başarısını kutlamak için davet edilmiştik. Uğur Baş, Nuri Serbest ve Berkan Sözer’in başlattığı bir hareket bu. Yıllar önce Ankara’da Millî Devlet gazetesini çıkarma fikrini görüşmek üzere geldiklerinde görüştüğümüzden beri irtibattayız. Rahmetli Sadi Somuncuoğlu’nun işaretiyle Ahmet Bican Ercilasun, İskender Öksüz, Hakan Paksoy ve Konuralp Ercilasun’la beraber ilerlemelerini belli aşamalarda gözlemleyenler arasındayız. Kendilerine inanan bir grup insanla beraber, aralarında topladıkları mütevazı paralarla muazzam işler başardılar.
Bu isimlerin gayretiyle girişilen ve yürüyen hareketin onuncu yılını kutladık. On yılda bütün Türkiye’ye yayılan, programlı eğitim öğretim çalışmalarıyla belli merkezlerde insan yetiştirme faaliyetlerini sürdürüyorlar. Kurumlaşma yolunda ileri adımlar attıklarını gördük. Yayıncılığı Töre Devlet yayınlarını canlandırdılar. Ziya Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları’nın yüzüncü yılında numaralı nefis bir prestij baskısını yayınladılar. Başka eserler de yayınladılar. 2024 yılı içinde bir belgesel çekiminin hazırlığındalar. Yani sinema sektörüne de bir yönüyle dâhil oluyorlar.
Paramız yoksa hayal kurmayalım demiyorlar. Hayallerini finanse edecek imkânları inançlı yürüyüşleri yaratıyor. Hayallerini sınırlamadan gerçekçi hareket ediyorlar. Son faaliyetleri bize bir bakıma geldikleri yeri görme imkânı da verdi. Kapalı devre çalışmalarını halka açtıkları iki günlük program yaptılar. Paneller, görüşmeler ve kalabalık bir yazar grubunun imza günü son yıllarda pek rastlamadığımız bir güzelliği duyurdu.
Bu derece büyük organizasyonların aksayan tarafları olur. Çünkü yapılmamış, denenmemiş işlerdir. Bütünü itibariyle başarılı bir işti. Evvela bu kadar insanı bir araya toplama becerikliliği her şeyin üstündedir. En zoru budur. Sonra organizasyonun detaylandırılması gelir. Burada bazı hataların ve hatta yanlışların olması kaçınılmazdır. Böyle bir geniş, büyük ve ilk faaliyet için keyfe keder hususlardır. Adını andığım arkadaşlarımızı ve onlara inanan heyecanlı gençliği tebrik ediyorum. Sık sık gözlerimi yaşarttılar.
Eminim bir sonraki faaliyet daha iyi olacaktır. Bu kadar kalabalık bir heyeti faaliyetlere katmak zordur. Benim fikrime göre, bu kalabalık kadro ile toplanmak yuvarlak yıldönümlerinde tekrarlanabilir. Diğer yıllarda, buraya çağrılan ve eklenecek diğer değerli isimlerle zamana yayılan ve devamlılığı sağlayan bir faaliyet programı düşünülebilir. Tek veya iki, üç, dört kişiden başlayarak duruma ve konuya göre on kişiye kadar çıkan uzmanlar, özellikle kültür adamları ve sanatçılar, öncü kişilikler programa dâhil edilebilir.
Mesele öğrenci ağırlıklı gençlerin yetişmesidir. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde Mefkûre Mektebi adıyla devamlı eğitim veriyorlar. Muazzam bir iştir. Berkan Sözer dostumla bu hususu Denizli’de de konuştuk. Bu gençlere ne verileceği önemlidir. Bir heyecan verildiği görülüyor. İlk şart budur ve olmazsa olmazdır. Bu devam ettirilecektir. Kalıcılığı ve ağacın meyveye durmasını sağlayan dediğimiz gibi kültürdür. Burada problemimiz var. Yeterince başarıldığı söylenemez.
Yeni Ufuk için bunun anlaşılabilir tarafı vardır. Henüz bu meselenin tam kavranmadığı açık. Esasen, içinde bulunduğumuz milliyetçilerin ve genel olarak toplumun yarasıdır. Bu zayıflık giderildiği ölçüde başarı gelecek ve büyüyecektir. Onun için de önce dile önem vereceğiz. Önce Türkçe, sonra Türkçe ve muhakkak Türkçe.