Yükleniyor...
Türkiye’de din üzerinden yıkılası bir talan düzeni tutturulmuş görünüyor. Düzensiz düzeni kurduğunu sananlar için dünya cenneti, vatandaş için cehennem böyle geldi. Cehennemi kimin yarattığını gizleyecek bir propaganda ve iletişim kurgusu da beraber geldi.
Mekanizmanın nasıl kurulduğu ve nasıl işlediği önemlidir. Bu işler yeryüzündedir fakat yukardan olur. Yukarı, evet Yukarı. Birileri o Yukarı’yla temasta olduğunu türlü şekillerde söyler durur. Onun adıyla ve onun adına konuşma değişmez kuraldır. Yukarı’yı bağladığına inandıran her şeye inandırır.
Yaşadığımız sosyal çöküşü getiren yağma düzeni böyle geldi.
Birileri, bu fasıldan tanrılık tasladıklarını bağıra çağıra, kaba dilden, kaba halden gösteriyorlar. Tuhaf bir tezat işliyor: Tanrı’nın tanrılığını kimseye bırakmadığını onlardan da duyarsınız. Hâllerine bakarsanız, Tanrı’yı ve dini tekellerine almışlardır. O, yarattıkları bir tanrıdır. Tanrılık taslamalarının, haliyle bildiğimiz eşitlikçi tanrıyla ve tanrılıklarla ilgisi yok.
Evet, onların üzerinden konuştuğu, yarattıkları tanrı, dinlerin tanrılarına benzemiyor. Bir kere hak hukuk gözetmiyor. Önünde kurallar tuz buz oluyor, kanun nizam kalmıyor. Bunu kullanarak, bastırılmış, korkutulmuş, ürkütülmüş kalabalıklar yaratıyorlar. Tanrı adına konuşunca, sade vatandaşı bağlıyor, bilenlerin konuşmalarını da çeşitli yaftalamalarla kesiyorlar. Alan bunlara kalıyor. İstedikleri gibi at oynatıyorlar. Onun için yağmanın-talanın, yalanın-dolanın ardı arkası kesilmiyor.
Kaba softalığın zebanilerden meded uman cami vaizi tipinden bahsetmiştim. Ona benzer bir politikacı tipi camide ve cami önünde devamlı parti siyaseti yaparak hipnozu artırdı. Buraya nasıl geldiğimizi anlamak zorundayız. Din artık din olmaktan çıkmıştır. Bunu görmezsek, -hadi o argoyla söyleyeyim- paçamızı kurtaramayız.
Diyanet, dine değil siyasete bakıyor ve ona göre din ayarlıyorsa düşüneceksiniz. Camilerinizde, medyanızda, okullarınızda aynı kurguya göre hareket ediliyorsa burada hakikatten eser kalmaz. Hipnoz uzun sürüyorsa yandınız. Ancak yere çakılınca anlarsınız. Türkiye, dibe batmadan bu felaketi fark ederse kurtuluş yolu açılır. Yoksa gidiş fenadır.
Dinin, birilerinin hâkimiyet aracı olması elbette yeni değildir. Tarihin kaydettiği zulümler, yıkımlar içinde en fecileri dini kullananlar eliyle gelenlerdir. Bu yeni bir şey değilse de araçları yenidir. İletişim çağının bütün imkânları bu Tanrı adına konuştuğunu zannedenlerin egolarına hizmet için kurgulanmıştır. Kulakları sağır edecek cami mikrofonlarına varıncaya kadar bağıran-bağırtan, baskılayan, despot bir dinden görünme var. Kaba ve itici. Dinin inceliğinden ve özünden uzak bir dindarlık kurgusu altında eziliyoruz. Bu din değil, ideolojidir diyenler bir tarafıyla haklıdırlar.
İdeolojik kurgular basitlik ister ama hiç olmazsa bir fikir derinliğiyle kurgulanır. Bu bizimkilerin din ideolojisinde dinin derinliğinden eser yok. Üç beş slogana ihtiyaç var. Bir zamanlar “Huzur İslâmda” yazıları arabaların arka camlarında görülürdü. Sonra buna “Mülk Allahındır” eklendi. Buna benzer başka sloganlar da yıllarca gözlerimizi, kulaklarımızı ve bazılarının kafalarını işgal etti. Önemli olan, bunların ne manaya geldiğini kimsenin anlamamasıdır. Üzerinde düşünülmez. Cazibeleri de oradan gelir.
Son model ciplerin arkasında bunları görürdük. Bir de bizim Yahyalı’daki gibi bilmem kaçıncı el araba ve motosikletlerde görülürdü. Gariban ve samimi halk, din deyince orada durur. Sahtesine bile hürmet eder. Kolayca aldanır. Hatta bile bile aldanır dediğimiz durumlar çoktur.
Bu da bir slogan. Cami adamlarının dini indirdiği yerde bazı ritüellerin amaç gibi algılatılması böyle geldi. Namaz kıl da nasıl kılarsan kıl. Camide kılarsan ballı börek. Niçin namaz kılınır, nasıl kılınır. O yapılan namaz kılmak mıdır. Konuşulmaz. Mesele müşteri toplamak. Bana gelin, beni dinleyin, benim dediğimi yapın. Cami ve namaz bahane.
Dinden geçinenlerin müşteri edinmelerinin yolu namazdan geçer. Onun için namazı dindarlıkta baraj gibi görürler. “Kıl beşi bitir işi” demek tam bir avlama aracı. Madem namaz yetiyor, işi toptan bitireyim diyen sade vatandaş için bundan daha büyük ödül olur mu?
İşin esasına bakılmaz. Çünkü Kur’an’ın böyle bir mesajı vermesi mümkün değil. Kur’an yapılacak işlerde samimiyet ve dürüstlük esasını koyar. Unutulmaması gereken şudur: Ritüeller dindendir ama din değildir. Namaz, oruç gibi çok öne çıkarılan ibadetler de ritüeldir. Kur’an iyi insan olmayı esas alır. Adaleti, hak hukuk gözetmeyi, fuhşiyattan(kötü huylardan, sapkınlıktan) arınmayı hedefler. Kötü huylar, kindir, nefrettir, hasettir, kıskançlıktır, cimriliktir. Hırsızlıktır. Hepsinden fenası yalan(lar)dır. Dinin esası bunlardan kurtulmaktır. Herhangi bir ritüel değildir. Ritüeller o hedefe giden yolda araçlardır, amaç değildirler.
Bayramda Yahyalı’daydım. Bayram namazına birkaç dakika kala camiye girdik. Va’z eden kişi namaz da namaz derken girdik. Sonra Cuma günü baktık, hutbe de namaz hakkında. Adamın dilinde namazın niye kılındığı ve neye yarayacağı yine yok. Hutbe şöyle bir hadisle bitti: “Kıyamet günü ilk sorulacak namazdır.” Allah Allah! Gel de anla!
Kilisede vaaz eden bir papaz buna benzer nasıl bir söz ederdi diye düşündüm. Hıristiyan ayinlerini ve diğer ritüelleri bir bir hatırladım. Papaz, “Yarın kıyamette ilk olarak ayine katılıp katılmadığınız sorulacak.” diyebilirdi. Veya “İstavroz çıkarmaktan sorumlusunuz.” da diyebilirdi. Düşünün, bunları duymak bize ne kadar tuhaf geliyor, değil mi?
Kimse çıkıp da, bu Diyanet’e, “Kardeşim namaz araçtır, amaç değildir. Ondan maksat iyi insan olmaya yardım etmesidir. Etmiyorsa zaten o tür bir ibadetin gereği yoktur…” demedi, demiyor. Biz davranışlarımızla değerlendiriliriz. Kimsenin namazına, orucuna bakarak karar verilmez. Onun ne sonuç verdiği önemlidir. İyi yönde değiştirmiyorsa faydasızdır. İnsanın davranışlarına, insana, canlıya cansıza ve eşyaya karşı tavrına bakılır.
Yatıp kalkmanın böylesini bu kadar üst perdeden teşvik ve dinin direği kabul ediş, insanımızın içini çürüttü. Namaz dışındakiler gölgelendi. Onlarla kazanılacak değerlerden hemen hiç bahsedilmez oldu. Dinin gayesi unutuldu. Bu propaganda, beş vakit arasında her şey serbest duygusuna yol açtı. Namazı günah çıkarma aracı haline getirdi. Tanrı’yı ve insanları böyle ahlâk dışı bir kanmaya ve kandırmaya götürdü.
Yakınlarda kaybettiğimiz, hocaların hocası Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın, yıllar önce yaptığı tespit önemlidir. Hoca, “Namaz Müslümanın putu oldu” demişti. İslam dünyasının düştüğü rezil durumda, bu sözü ettiren öz kaybının etkisi temeldir. Bunu, din içinde tartışmak mümkün olmuyor. O halde sosyal bir mesele olarak tartışmalıyız. Tartışmaz ve anlamazsak bir yere varamayız.
Kalabalıklar, memleketin her manada içinin boşaldığını yaşadıkları halde fark edemiyorlarsa cehalettendir. Konuşamamaktan, tartışamamaktandır. Şimdi bu satırları okuyanların belki çoğundan gelecek tepkilerin neler olacağını bilerek yazıyorum. Bakılacak yer burasıdır. Değiştirilecek budur.
Millet uyanırsa, kimse yalan dolanla yağmaya talana girişemez ve yaptığının ettiğinin cezasını en ağır şekilde görür. O zaman bu durumlara düşmeyiz.