Yükleniyor...
Memlekette hür düşünce yadırganır hâle geldi. Seçime, sonuçlarına ve değerlendirmelere bakınca da gördüğüm bu. Herkes kendi takımının çerçevesinden bakıyor. Buradan iyi bir şey çıkmaz. Kafalar değişmeli demek kolay değil ama değişmeli.
Partiler, frenk tabiriyle dükalıklar gibi. Büyüğü küçüğü öyle. Başlarında tiranlaşmaya meyyal adamlar. Her birini ayrı değerlendirmeye gerek yok. Küçükler, kendi mahallelerinden dışarıya çıkamıyorlar. Biraz semirenleri kan tutuyor sanki. Yarışın ortasında düşüp bayılıyorlar. Yaptıkları, ettikleri kendilerini zehirliyor. Onlar yuvarlanırken, büyükler ve adı konulmuş-konulmamış ittifaklar yarışıyor.
CHP ayrı bir âlem. Nasıl oldu da biz kazanmış görünüyoruz şaşkınlığını atamadılar. Kendi içlerindeki didişmenin ve bildiğimiz sloganik solculuğun depreştiği bir dönemde onlara rağmen alınmış bir sonuç olduğunu anlayacak bir dikkati gösteremediler.
CHP’nin partisi ayrı, belediye başkanları ayrı değerlendirilmeli. Parti o bahsettikleri % 25’lik cam tavana mahkûm. Özgür Özel sanki bu durum değişmiş gibi konuşuyor; hayır kendisi de dâhil henüz değişmediler, durum da değişmedi. Neden böyle olduğunu konuşmak lazım. Başarısızlıkta ısrar eden bir yapıda görünmeye devam ettikleri kesin. Merkez partisi olmaya yaklaştıkları bu seçim sonrasında değişir ve yerlerin hak ederler mi bilmiyorum. Merak edilen en önemli konu da bu.
Orada değişen belediye başkanlıklarına aday gösterilenlerin partiden farklı bir yol izlemeleri. Başkanların halkla yakınlıkları, sadece dokunma ve çok yönlü temas değil, doğru ilişki kurmaları. Küçümsemeden, kimsenin hayat tarzına karışmadan, istediği şekilde düşünme-inanma ve yaşama haklarının garantisi kendileri olduğuna inandırarak kazandılar.
Ayırmadılar. Şu seçmen bu seçmen demediler. Ayırımcılığa gidecek ifadeler kullanmadılar. Mesela, Kürt Seçmen, Kürtler gibi aptalca ayırımlara girmeden her tür seçmenin hassasiyetlerine ayırmadan dokundular. Bu tabirlerin havada uçuştuğu bu seçimlerde CHP’nin belediye başkanları dikkatliydiler. Hatta bir başkan, “Türk seçmen diye bir tabir var mı ki Kürt seçmen diyorsunuz?” dedi ve ekledi: “Seçmen seçmendir ve hepsi de bizim için aynıdır”. Özgür Özel’in, CHP’nin farkına varması ve anlaması gereken hususların başında bu geliyor.
Ankara ve İstanbul belediye başkanları başta, diğer büyük şehir adaylarının niçin başarılı olduğunu CHP iyi anlamalıdır. Hayatı boyunca o partiye oy vermemiş kimseler belediye seçimlerinde oy verdiler. Bunu, doğru anlamaları ve iyi değerlendirmeleri lazım. Partinin değişmeyen hastalığının nüksettiği, gereksiz konuları tartıştığı ve tartıştırdığı her yerde iyi sonuçlar alamadılar. Başta Hatay. Lütfü Savaş, en az on puan farkla kazanacakken iki ay adamı tartıştılar ve tartıştırdılar. Yazmıştım, solun aşırı kanadı, onun –özellikle- sığınmacılar konusundaki tavrında gördükleri milliyetçi bakışı değersizleştirmek için bir kampanya yürüttüler. CHP de bu oyuna geldi ve kaybetmenin yolunu kendileri açtılar. Vahim bir hataydı. Özgür Özel’in anlaması gereken bir yanlışlık da budur.
Biraz keskin konuşmanın zararı yok: Bu çerçevede daha çok konuşulacak mesele olduğunu düşünmeden ve anlamadan CHP bir adım ileriye gidemez. Belediye başkanlarının aldığı oylar parti oyları değildir. Geldiği gibi gider ve daha fazlasını da rahatlıkla götürür. Parti, halini, dilini değiştirecektir. Yoksa daha düşük de olsa memlekete AKP’nin verdiği zararların devamcısı olmaktan kurtulamaz.
Muhalefetin diğer irili ufaklı üyeleri yine kırk parçalı hâlleriyle mektep çocuğu gibi “Ben yapmadım, o yaptı!” havasındalar. Mahalli seçimlerde boy ölçüsü alınacağını söyleyerek iktidara can suyu taşıdıklarını gizlemeye çalışanların yüzlerine çektikleri perde halkın oylarıyla açıldı. Üçte iki oy kaybına uğradılar. Büyüyeceği tahmin edilenler bile düştü. Halk, muhalefetin bölünmesini manasız buldu. İttifaka girmeyerek, birçok yerde memleketi batıran iktidarın adaylarına açık destek verdiğini düşündüğü muhalefet partilerini cezalandırdı. Önde görünen adaylar arasında bir seçim yaptı. Partileri ve particiliği dinlemedi. Kendisiyle sınırlı parti genel başkanlarının kulağını sıkı çekti.
İktidardakiler, ayrı bir âlem. Halk tabiriyle kestaneleri çizildi. Onlar da niye kestanelerinin çizildiğini anlamaya yanaşmıyorlar. İçerde neler konuşulduğu sızıyor. “Biz kaybetsek de kazanan onlar değil” demenin yollarını arıyorlar. Nasıl bir kaçışsa? Memnuniyetsizlik had safhada. Homurdanmalar duyuluyor. Tuhaf bir şekilde suçlu aranıyor. Neden “tuhaf” dediğim açık: O partide adaylar ve parti yöneticileri olsa olsa ikinci dereceden kabahatlidir. Memlekette olan bitenler gibi o partide olan bitenlerin sorumlusu da Erdoğan.
Bakalım buraya gelebilecekler ve Erdoğan faktörünü konuşma noktasına gelebilecekler mi? Erdoğan oraya gelemez, gelinmesini istemez. Öyle bir ihtimal olmadığını geçen haftaki yazımda verdim. Diğerleri gelebilirler mi göreceğiz.
Ülkede, kimse olanı biteni anlamaya çalışmıyor görüntüsü devam ediyor. Birkaç hür kafalı ismin anlama gayretine çağıran sözleri de duvara çarpıp dönüyor. Kimse kendine toz kondurmuyor. Eleştireni taşlıyorlar. Hâlbuki işin başı tenkittir. Tenkit karalama değildir. Anlama çabasıdır. Zor bir yoldur. Zihnin çok yönlü çalışmasını gerektirir. Bilgi gerektirir. Görgü gerektirir. Doğruluk gerektirir.
Bunlar yoksa orada bir ilerleme olmaz. Yol gidemezsiniz. Devamlı patinaj yaparsınız.
Her partide dostlarımız ve tanıdıklarımız, bildiklerimiz var. En çok onların eleştiriye yanaşmalarını bekleriz. Liderleri rahatsızlık duyacaksa duysun. Alıştıracaklar. İlerleme böyle sağlanır. Tek adam rejimine düşmemenin yolu da düşünmekten ve eleştirmekten geçer. Bir Erdoğan bize neler kaybettirdi, görüyor, yaşıyoruz. Herkesin Erdoğan gibi davranmaya meylettiği bir siyaset hayatı ister miyiz?
Bu sorunun cevabı bizim için elbette hayırdır. Liderler için bu derece net değilse düşüneceğiz. Onlara Erdoğanlaşma tehlikesini hatırlatacaklar, çevrelerindeki namuslu insanlar ve bizleriz. Onlar da değişecekler. Siyaset değişecek, memleket değişecek. Cumhurbaşkanlığı denen ne idüğü belirsiz rejimin kuralsızlığı, keyfiliği bitecek. Hemen bitecek demiyorum ama çok sürmez, bitecek.
Düzen gözeten yapılarda, nerede ve nereye olursa olsun, “adam” seçiminde ehliyet ve liyakat aranır. Şu veya bu mensubiyet etiketi ölçü değildir. Bir de “bizim adam” tercihi var ki kötülüklerin anası! “Bizim adam” seçimi ruhunu kaybetmiş ülkelerde ve yapılarda olur.
Yalnız emir eri ve tetikçi ararlar. Bu tavrın ahlâkı yoktur ve tabiati bozmasından anlarız ki yaradılışa terstir. Ölçüler hoyratça ortadan kaldırılır. İyiler kenara itilir, hak gözetilmez ve -Hak saklasın!- batırır.
“Gidiş nereye? Niye bu hâldeyiz?” demeyi geçtik. Artık yolun sonu göründü.
Ülkenin ve sevgili okuyucularımın bayramları bayram olsun!