Yükleniyor...
Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinde taraflar birbirlerini anlamakta zorluklarla karşılaşmışlardır. Türkiye ile AB üyesi ülkeler arasında da zaman zaman suçlamalara kadar varan sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda Avrupa Komisyonu, Türkiye-AB sığınmacı anlaşmasının (18.03.2016) uygulanmasına ilişkin Beşinci Beşinci Raporu (Fifth Report on the Progress made in the implementation of the EU-Turkey Statement, Brussels, 2.3.2017 COM(2017) 204 final) ile Türkiye’deki Mülteciler İçin Mali Yardım Programı’nın Birinci Yıllık Raporu’nu (First Annual Report on the Facility for Refugees in Turkey, Brussels, 2.3.2017 COM(2017) 130 final) 2 Mart 2017 tarihinde yayınlamıştır.
AB Komisyonu’nun 18 Mart 2016 sığınmacı anlaşmasının uygulanmasına ilişkin Beşinci Raporu’nda yer alan tespitler şunlardır: AB, sığınmacılar konusunda açıkladığı miktarın yüzde 4,9’nu almıştır, söz verilen 3 milyar Euro’nun 750 milyonu gönderilmiştir, gümrük birliğinin güncelleştirilmesinde yol alınamamıştır, AB yeni başlık açılması hazırlığını tamamlamamıştır, vize serbestisinde ilerleme sağlanamamıştır, AB terörle mücadelenin önceliğini koruduğunu onaylasa da, PKK ve FETÖ ile mücadele kapsamında aldığı önlemler sebebiyle Türkiye’yi eleştirmiştir.
Avrupa Birliği’nin ve de Batı’nın Türkiye’ye karşı uyguladığı çifte standartlara ben Bobon kriterleridiyorum. Bu kriterler Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye yapılan ayırımcılığı belirtmek üzere ilk defa tarafımdan kullanılan ve Türkçe literatüre giren bir kavramdır. BOBON kriterlerinin açılımı söyledir:BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar. Türkiye, bazı AB liderleri (Merkel ve Sarkozy gibi)ve Avrupalılar tarafından BON kapsamında algılandığı için daima önüne engel çıkarılan ülke olmuş, Ankara ve Brüksel’deki terör olaylarını kınama konusundaki farklı tutumlar buna örnek oluşturmuştur
Avrupa Birliği liderleri Mart 2016’da Avrupa’ya göç eden mültecilerin sayısının azaltılması için müzakere edilen metin üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Buna göre, Pazar gece yarısından sonra Yunanistan’a ulaşan mültecilerden sığınma başvuruları reddedilenler Türkiye’ye geri gönderilecek, bunun karşılığında da Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye’den mültecileri kendi ülkelerine alacaklar, Türkiye’ye mali destek sağlanacak ve AB ile tam üyelik müzakereleri hızlandırılacaktır.
Dördüncü rapordan sonraki (8 Aralık 2016-26 Şubat 2017) bu rapora göre Türkiye’den Yunan adalarına geçen 3.449 mülteci sayısı günlük ortalama 43 kişiye düşmüştür ama 21 Mart 2017 tarihi itibariyle söz verilen 72 bin sığınmacının kabul edilmesi mümkün olmamıştır. Anlaşmada ilk aşamada 18 bin, ortaya çıkabilecek ihtiyaçları gidermek için ek 54 bin sığınmacı ile beraber toplamda AB ülkeleri tarafından 72 bin sığınmacının alınması gerekirken, Türkiye’den sadece 3 bin 565 Suriyeli sığınmacı AB ülkelerine yerleştirilmiştir. (In total, 3,565 Syrian refugees have been resettled from Turkey to the EU to underline that Europe will live up to its responsibilities as a continent committed to the Geneva Convention and to the fundamental right to asylum)
AB, söz verdiği sayının ancak yüzde 4,9’u kadar sığınmacıyı kabul etmiştir. Anlaşma uyarınca Türkiye’ye gönderilen sığınmacı sayısı ise bin 487 olmuştur. Böylece AB Türkiye ile sığınmacı krizine ilişkin vardığı anlaşmada yükümlülüklerini yerine getirmediğini kabul etmiştir.
Günlük geçişler büyük ölçüde azalmasına rağmen, söz verildiğinin aksine üye ülkelerin gönüllülük esası kapsamında Türkiye’den sığınmacı almasını öngören Gönüllü İnsani Kabul Programı devreye sokulamamış, aksine Türkiye’den sığınmacı alınmasının hızının korunması gereği üzerinde durulmuş, Yunanistan’dan Türkiye’ye sığınmacıları daha hızlı bir şekilde göndermesi istenmiştir.
Avrupa Birliği 2016-2017 yılları için 3 milyar Euro, 2018 için de ek 3 milyar Euro Türkiye’ye katkıda bulunmayı taahhüt etmiş olmasına rağmen 2 Mart 2017 tarihine kadar söz verilen miktar 2,2 milyar Euro iken, transfer edilen para 750 milyon Euro olmuş, bunun 411 milyon Euro’su da çeşitli insani yardım kuruluşlarına verilmiştir. AB’nin Türk kurumlarına aktardığı miktar ise 339 milyon Euro’dur. Bu miktar, Türkiye’nin son 6 yılda yaptığı toplam 25 milyar dolar harcamanın (23,7 milyar Euro) ancak yüzde ikisi kadardır.
Avrupa Birliği’nin bir diğer çifte standardı, gümrük birliğinin güncelleştirilmesi müzakerelerinin 2016 yılı sonuna kadar başlanması gerekirken, müzakereler donmuştur. Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye ile Gümrük Birliği güncelleştirilmesi müzakerelerinin açılması için AB Konseyi’nden 21 Aralık’ta yetki talep etmiştir ama yetki henüz verilmemiştir.
Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, gümrük birliğinin güncelleştirilmesinin29 Kasım 2015 ve 18 Mart 2016 tarihlerinde yapılan AB-Türkiye Zirve kararlarında yer aldığını hatırlatmış, “Bu teklifle birlikte AB Komisyonu taahhütlerini yerine getirmeye devam ediyor. Gümrük Birliğinin mevcut AB-Türkiye ticari ilişkilerini yansıtarak iyileştirilmesi tüm taraflara önemli ekonomik fayda sağlar” demiştir.
31 Aralık 1995 tarihinde yürürlüğe giren gümrük birliğinin günümüz şartlarına uyarlanması hem AB hem de Türkiye’nin yararınadır. Güncelleştirmeyle gümrük birliği tarım, hizmetler, sanayi ve kamu alımları alanlarını kapsayacak şeklide genişletilecek, AB’nin üçüncü ülkelerle imzalayacağı serbest ticaret anlaşmalarında Türkiye’nin mağdur olmasının da önüne geçilecektir.
Avrupa Birliği, katılım müzakerelerinde Türkiye’nin açılmasını istediği 23’ncü başlık olan “Yargı ve Temel Haklar” ile 24’ncü başlık olan “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” başlıklarının teknik hazırlıklarını tamamlamamıştır. Bu konuda AB, “Avrupa Birliği, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve aralarında ifade özgürlüğünün de olduğu temel özgürlüklere saygı söz konusu olduğunda Türkiye’nin en yüksek standartlara saygı göstermesini bekler” vurgusunu yapmaktadır.
Avrupa Komisyonu Vize Serbestisi Yol Haritası kapsamında geriye kalan kriterlerin yerine getirilmesi yönünde ilerleme kaydedilmesi amacıyla Türkiye ile çalışmalarını sürdürmektedir ama taraflar arasında vizelerin 2016 Haziran sonuna kadar kaldırılması konusunda bir ilerleme sağlanamamıştır.
Türkiye 72 şarttan geriye kalan 7 şartı yerine getirmemiştir. Bunlar arasında en önemli iki şart, terörle mücadele yasa ve uygulamalarının Avrupa standartlarına göre düzenlenmesi ile AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması’nın tüm maddelerinin uygulanmasıdır. Türkiye’nin ülkedeki mevcut durumu göz önünde bulundurarak esneklik istemesini AB kabul etmemektedir.
Fakat AB, PKK ve FETÖ terör örgütü üyelerinin üye ülkelerde serbestçe dolaşmasına göz yummaktadır. Bu bir çifte standarttır.
İngiliz Guardian gazetesi geçen yıl Avrupa Komisyonu’nun Türk vatandaşlarına Schengen vizesinin kaldırılması tavsiye kararının ardından vizesiz Avrupa’yı oylayacak olan Avrupa Parlamentosu’ndan itirazlar geldiğini yazmıştır. Guardian’ın Avrupa Parlamentosu üyeleri Türkiye’ye vize serbestisi planlarına direnme sözü veriyor başlıklı haberi şöyledir: “Parlamento’nun iki büyük grubunun (Hıristiyan Demokratlar ile Sosyalistler) Türkiye 72 kriteri yerine getirmedikçe vize planına destek vermeyecek.”
Liberal Grup’un lideri Guy Verhofstadt, Parlamento üyelerine Türkiye terörle mücadele yasasını değiştirmedikçe Komisyon’un önerisine karşı çıkmaları gerektiğini açıklamıştır. Dönemin AB BakanıVolkan Bozkır da bu gelişmeden endişeli olduğunu 6 Mayıs 2016 tarihinde şöyle değerlendirmiştir:“Bu sürecin Parlamento ayağı en zor olanı. Grup disiplinlerinde olumlu karar çıkması için temaslarımızı sürdüreceğiz. Bunları konuşa konuşa ikna edeceğiz. Bunlar izah edilerek bir mutabakat sağlanabilecek konular. Şu an olumlu bir tablo var.”
Bozdağ ve Çavuşoğlu Haklıdır: İfade Özgürlüğü Herkes İçin Geçerlidir
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Almanya’daki Türklerle yapacağı toplantının yer bahanesiyle iptal edilmesi, Avrupa Birliği hukukunun yok sayılması anlamına gelir ve bir çifte standarttır. Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik bu duruma tepki göstermiştir: “Oradaki belediyenin kendi inisiyatifiymiş gibi gerekçelerin gerçekçi olmadığını biliyoruz…Çok uzun zamandan beri Avrupa ülkesi olan Türkiye’den şu mesajı gönderiyoruz: Kendi değerlerinizi tehdit ediyorsunuz. Bu ortak refahımız için son derece tehlikeli bir yaklaşımdır.”
Almanya’nın, AİHM Büyük Dairesi’nin 28 Ocak 2015 tarihinde verdiği Perinçek Kararı’nı yok sayarak toplantıyı iptal etmesi bir hukuk skandalıdır. İsviçre’yi mahkum eden bu karar, 17 Aralık 2013 tarihli AİHM İkinci Daire Kararı’nın onanması anlamına gelir ve kesin hüküm ifade eder.
Karar, ifade özgürlüğü bakımından önemli bir hukuki kazanım, insan hakları içtihadının önemli bir parçasıdır, Almanya’yı ve Hollanda’yı bağlar.
Bilindiği gibi İsviçre’de bir konferansta “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” sözüyle İsviçre tarafından cezaya çarptırılan Doğu Perinçek, kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımıştı. 28 Ocak 2015 tarihindeki AİHM temyiz duruşmasından sonra karar 15 Ekim 2015 tarihinde kesinleşmiş, AİHM Doğu Perinçek’i ifade özgürlüğü noktasında haklı bulmuştur. Kesinleşen karar sonucunda İsviçre’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’ncu maddesinde yer alan ifade özgürlüğünü ihlal ettiği 7’ye karşı 10 oyla kabul edilmiştir. (Case of Perinçek V. Switzerland, Application No. 27510/08)
Almanya ve Hollanda Avrupa Konseyi’nin üyeleri olarak AİHM kararlarına uymak zorundadır.Mahkemenin içtihatları Avrupa Birliği için de olmazsa olmaz asgari standartları oluşturmaktadır. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın konuşmasının engellenmesi, Hollanda’nın da Dışişleri BakanıMevlüt Çavuşoğlu’nun referandum etkinliği düzenlemelerine izin vermemesi, ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi anlamına gelir ve Perinçek – İsviçre kararının ihlali demektir. Çavuşoğlu, Hollanda’nın tutumuna tepki göstererek “Hani demokrasi, hani özgürlükler, hani ifade özgürlüğü, bize ders veriyorsunuz ya… Hani toplanma özgürlüğü. Bu mu sizin demokrasi anlayışınız” derken haklıdır.
Fakat, madalyonun diğer yüzü de vardır. AİHM’nin Perinçek Kararı Türkiye için de geçerlidir. Çavuşoğlu’nun “Hani demokrasi, hani özgürlükler, hani ifade özgürlüğü” açıklamasına aynen katılıyorum.
Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye, Case of Perinçek V. Switzerland kararına uymak zorundadır. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks’in 15 Şubat 2017 tarihinde, Nisan ve Eylül 2016’da Türkiye’ye yaptığı iki ziyaretin verilerine dayanarak yaptığı açıklama bana kalırsa Almanya ve Hollanda’nın aldığı kararlarda etkili olmuştur: “Yetkililer… ifade özgürlüğünü koruma yönünde yeniden kararlı bir tavır göstermek suretiyle acilen bu gidişatı değiştirmelidir.”