Barzani’ye Kırım Referandumu Yol Göstermiştir

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, referandum kararından geri adım atmayacaklarını 9 Ağustos’ta açıklamıştır. Londra merkezli El-Hayat gazetesine verdiği röportajda, 25 Eylül’de yapılması beklenen referandum kararını, “Bağımsızlığa adım atmak” şeklinde nitelemiştir. Barzani’nin bağımsızlık için referandum yapılacağını açıklaması ve tüm iyi niyetli gelişmelere rağmen bunda ısrar etmesi üzerine MHP Lideri Devlet Bahçeli “Barzani’nin referandum konusunda […]


Paylaşın:

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, referandum kararından geri adım atmayacaklarını 9 Ağustos’ta açıklamıştır. Londra merkezli El-Hayat gazetesine verdiği röportajda, 25 Eylül’de yapılması beklenen referandum kararını, “Bağımsızlığa adım atmak” şeklinde nitelemiştir. Barzani’nin bağımsızlık için referandum yapılacağını açıklaması ve tüm iyi niyetli gelişmelere rağmen bunda ısrar etmesi üzerine MHP Lideri Devlet Bahçeli “Barzani’nin referandum konusunda direnmesi bir savaş nedenidir” diyerek buna tepki göstermiştir. Başbakan Binali Yıldırım ise Bahçeli’nin çıkışına şöyle cevap vermiştir: “Bu savaş nedeni olamaz. Hukuki zemin olması lazım.”

Erbil’den yayın yapan Rudaw televizyonunun haberine göre, Barzani referandumun Kürtlerin kendi iyilikleri için ertelenmeyeceğini belirterek, “Bağdat’ın referandumu onaylamasını beklemek tehlikelidir. Kürtler Bağdat ile yeni bir sayfa açma kararı aldı, ama Bağdat yönetiminin zihniyeti değişmedi” demiştir. Barzani, Irak Anayasası’nın kendi kaderini tayin etme hakkı verdiğini söylemiştir.

Kırım örneği Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’yi heyecanlandırmış olsa gerek ki, Kırım’da olduğu gibi 25 Eylül 2017 tarihinde bağımsızlık için referandum yapılacağını açıklamıştır. Çünkü, Rusya Kırım’ı, uluslararası hukuku yok sayarak yasa dışı fiili bir referandum sonucu ilhak etmiştir. Bu ilhaka karşı Rusya’ya gerekli yaptırımlardan bir sonuç alınamamıştır.

Ukrayna krizi sürecinde 27 Şubat 2014 tarihinde Kırım’ı işgal eden Rusya’nın oluşturduğu yönetim, Rusya’ya katılım kararını 6 Mart 2014 tarihinde almıştır. Rusya, 16 Mart 2014 tarihinde işgale demokrasi süsü vermek için, nüfusun çoğunluğunun Rus olduğu Kırım’da sözde bir referandum düzenlemiştir.

Kırım Tatarları sözde referanduma katılmama kararı almıştır. Yüzde 83 oranında katılım oranının olduğu referandum sonucunda Kırım’da yüzde 96,7, Sivastopol’de ise yüzde 95,6 oranında Rusya’ya bağlanmak yönünde oy kullanılmıştır. Referandumun sonrasında Kırım Parlamentosu Rusya’ya bağlanma talebini iletmiş, Moskova Kırım’ı 18 Mart 2014 tarihinde ilhak etmiştir. Aynı tarihte Birleşmiş Milletler Genel Kurulu referandumu hukuk dışı saymış, 27 Mart’ta BM Güvenli Konseyi Kırım referandumunun yasal olmadığını belirten bir karar almıştır. İşgal, başta Türkiye olmak üzere Avrupa Konseyi ve Batı dünyası tarafından tanınmamaktadır ama Kırım’da fiilen Rusya hakimiyeti vardır. 

17 Nisan 2014 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Rusya’nın Kırım’ı ilhakını onaylamış ve Kırım Rusya Federasyonu’na katılmıştır. İki yıl sonra Rusya Adalet Bakanlığı 18 Nisan 2016 tarihinde Kırım Tatar Milli Meclisi’ni aşırı faaliyetler sebebiyle çalışmaları durdurulan dini ve sivil toplum örgütleri listesine almıştır. Bunun üzerine Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland 26 Nisan’da, Dışişleri Bakanlığı ile AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini 27 Nisan’da Rus mahkemesinin Kırım Tatar Milli Meclisi’ni aşırıcı örgüt kapsamına alarak faaliyetlerini yasaklama kararını kınamıştır.

Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Rusya Federasyonu’nun işgali altında bulunan Kırım’daki fiili yönetim tarafından bir süre önce başlatılan süreç sonucunda Kırım Tatar Milli Meclisi’nin faaliyetlerinin yasaklandığının ilan edildiği hatırlatılmıştır. Kırım Tatar Milli Meclisi’nin, soydaş Kırım Tatar halkının hür iradesinin vücut bulduğu, demokratik yollardan seçilmiş meşru temsil ve karar organı olduğu vurgulanan açıklamada, söz konusu meclisin faaliyetlerinin yasaklanmasının, yarımadanın Rusya tarafından gayrı meşru şekilde işgal ve ilhakı sonrasında Kırım Tatarlarının birlik ve bütünlüğünü hedef alan adımların son halkası olduğuna işaret edilmiştir.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin ofisinden yapılan açıklamada da, sözde Kırım Yüksek Mahkemesi’nin Kırım Tatar Milli Meclisi’nin faaliyetlerini yasaklanması ve aşırıcı örgütler listesine almasının, tüm Kırım Tatarlarının haklarına karşı çok ciddi bir saldırı olduğu belirtilmiştir. Kararın, 2014 yılında Rusya tarafından yasa dışı ilhak edilmesinden beri Kırım Yarımadası’ndaki insan hakları durumunda çok olumsuz bir tırmanışı daha oluşturduğu belirtilerek, azınlıklara mensup kişilere dönük eziyetlerin de buna dahil olduğu açıklanmıştır.

Rusya Devlet Başkanı Putin ve Başbakan Medvedev 18 Ağustos 2017 tarihinde Kırım’ı ziyaret etmiştir.  Putin, Sivastopol’ün (Akyar) işgalini tarihi adaletin yeniden sağlanması olarak adlandırmış ve “Sivastopol gibi SSCB döneminde Moskova’nın yönetiminde olan şehirlerin anlaşmalara göre SSCB’nin yıkılmasından sonra Rusya’ya geçmesi gerektiğini” açıklamıştır.

Ziyaret sebebiyle Rusya’ya protesto notası gönderen Ukrayna Dışişleri Bakanlığı, geçici Rus işgali altında bulunan Sivastopol şehrine Putin’in ziyaretinin Rusya tarafından Ukrayna’nın devlet egemenliği ve toprak bütünlüğünün ihlali olarak kabul edildiğini belirtmiştir: “18 Ağustos 2017 tarihinde Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin başkanlığındaki heyetin Rusya tarafından geçici işgal edilen Ukrayna’nın Sivastopol şehrine sıradaki ziyareti başladı. Ukrayna tarafı, Rus yetkililerinin geçici işgal altındaki Kırım Özerk Cumhuriyeti ve Sivastopol şehrine daha önce gerçekleştirdikleri sözde ziyaretleri gibi bu ziyareti de Rusya tarafından Ukrayna’nın devlet egemenliği ve toprak bütünlüğünün kaba ihlali ve uluslararası hukukun evrensel olarak tanınan normlarının yok sayılması olarak kabul ediyor.”

Barzani’nin önünde Kırım referandum örneği vardır. Irak Kürt Bölgesindeki referandumdan bağımsızlık kararı çıktıktan sonraki süreçte Barzani Kürdistan Devletini ilan ederse, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bahçeli’nin açıkladığı gibi bunu bir savaş sebebi sayacak mıdır?

Barzani, 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapmakta ısrar ederken, İsrail ve Rusya’nın dışındaki ülkeler karara karşı çıkmışlardır. Bölgedeki iki önemli güçten biri olan ABD referanduma Türkiye ve İran gibi doğrudan karşı çıkmamakta, sadece zamanlamasının uygun olmadığını belirtmektedir. İsrail Adalet Bakanı Ayelet Shaked Ocak 2016’da, “Uluslararası topluma, İsrail’in de yararına olan, Türkiye ve İran’ın arasında yer alacak bir Kürt devleti kurulması konusunda çağrı yapmalıyız… Kürtler, İsrail halkının dostudur” diyerek Barzani’ye açık destek vermiştir.

Vladimir Putin, geçen yılki son basın toplantısında Kürt Halkı’nın bağımsızlık talebine ilişkin soruyu şöyle cevaplamıştır: “Rusya’nın Kürt halkıyla her zaman özel ve sıcak ilişkileri oldu. Kürt Peşmerge güçleri terörizmle mücadelede olağanüstü derecede cesur ve etkili davrandı. Egemenliğe gelince, uluslararası hukuk çerçevesinde hareket edilmesi gerekiyor. Kürt halkının hakları korunacak fakat spesifik meseleler Irak ve Kürt halkı tarafından belirlenecek. Irak’ın iç işlerine karışmayacağız.”

Putin, Türklerden çok Kürtlere sıcak bakan bir liderdir. Türkiye’nin ısrarlı taleplerine rağmen Moskova’daki PKK ve PYD temsilciliklerini kapatmamıştır.  Kırım Tatar Milli Meclisi Kırım’ın işgalinden sonra Rusya’nın Ankara Büyükelçiliği’nin tam karşısında resmi bir temsilcilik açsa, acaba Rusya’nın tutumu ne olurdu?

Batı dünyası PKK’yı terör örgütü olarak tanımasına rağmen Rusya bu konuda adım atmamıştır. Putin, Kürt halkının hakları korunacak derken Kırım’da Kırım Tatar Türklerinin tüm haklarını kısıtlamakta ve hukuk dışı bir referanduma dayanarak Kırım’ı işgal edebilmektedir. Buna karşılık Türkiye Barzani’ye gösterilen haklı tepkinin onda birini Rusya’ya göstermemiştir.

 

 

 

Irak Başbakanı Haydar El İbadi’nin “Yerel Yönetimin böyle bir yetkisi yoktur. Anayasaya aykırıdır, kabul edilemez” açıklaması, son gelişmeler karşısında kubbede hoş bir seda olarak kalmıştır. İran Dışişleri Sözcüsü Behram Kasımi, Tahran’ın “Irak’ın Kürtler tarafından bölünmesini kabul etmeyeceğini” açıklamış ve “Irak Anayasası’nda da öngörüldüğü üzere Iraklı Kürtlerin belli hak ve hukukları var, fakat onlar ülkenin toprak bütünlüğüne karşı çıkamaz” ifadelerini kullanmıştır.

İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri ise referandumu kabul edilemez olarak nitelendirirken, Mısır’ın Bağdat Büyükelçisi Ala Musa ise “Bağdat merkezi yönetiminin onayı olmaksızın yapılacak bir referanduma karşı olduğunu,” Irak Merkezi Hükümeti Sözcüsü Saad el Haddithi ise “Hiçbir parti, diğer partilerden izole olarak kendi başına Irak’ın geleceğine karar veremez” diyerek Barzani’nin kararını tanımadıklarını açıklamıştır.

Barzani bağımsızlık için referandum yapılacağını ilk defa açıklayınca, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın “Biz bu konuyu daha önce Kürt Bölgesel Yönetimiyle konuştuk. Biz bunun yanlış adım olacağını düşünüyoruz. Güvenlik risklerinin hat safhada olduğu bir döneme bunun gündeme getirilmesini doğru bulmuyoruz. Ayrıca Irak’ın parçalanması adımı başka bölgelere de yayılır, bunun bedelini de herkes öder” diyerek tepki göstermişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da France 24 kanalına verdiği demeçte, Irak’ın kuzeyinde yapılacak referandumun benzerinin Türkiye’de yapılamayacağını söylemiştir: “Referandum kararı doğru değil. Pişman olacaklar.” Türkiye’de de benzer bir referandumun yapılabileceği konusundaki soruyu Erdoğan şöyle cevaplandırmıştır: “Türkiye’de böyle bir adımı atmak sıkar.”  Gazeteci Barzani’nin, “Türkiye referanduma değil, referandumun zamanlamasına karşı çıkıyor” dediğini hatırlatması üzerine Cumhurbaşkanı şu açıklamayı yapmıştır: “Kuzey Irak yerel yönetimi bundan çok pişman olacaktır…Bizim bütün derdimiz. Irak’ın toprak bütünlüğünü sağlamaktır… Bu bakımdan biz buna sıcak bakmıyoruz.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti’nin grup toplantısında 13 Haziran 2017 tarihinde yaptığı konuşmada “Irak’taki Kuzey Irak yerel yönetimiyle ilgili yapılan açıklama bizi derinden üzdü. Kuzey Irak’ın bağımsızlığıyla ilgili adım atmak Irak’ın toprak bütünlüğünü tehdittir ve yanlış bir adımdır…Bu kritik süreçte böyle bir adım atılması kimsenin yararına değildir” demiştir. Erdoğan geçen yılda Orman ve Su İşleri Bakanlığı toplu açılış töreninde yaptığı konuşmada “Dünyanın ve bölgemizin yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı şu kritik dönemde, eğer durmaya kalkarsak kendimizi bulacağımız yer, Sevr şartlarıdır” diyerek  önemli bir tespitte bulunmuştu.

Barzani’ye yurt içinden az sayıda da olsa destek gelmiştir.  Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, “Kürdistan’da yaşayan halk buna karar verir. Herkese de düşen buna saygı göstermektir” derken, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik haziran ayında Ankara’da SETA’nın düzenlediği bir etkinlikte “Referanduma, Irak’ta istikrarsızlık olabileceği endişesiyle karşı olduklarını, ama referandum yapılması halinde hiçbir yaptırım uygulamayacaklarını” açıklamıştır. Bunun anlamı şudur: Referanduma karşıyız, ama referandum yapılsa bile petrol anlaşmasını sürdüreceğiz. (https://www.setav.org/etkinlikler/ikbyde-bagimsizlik-arayisi/)

Barzani’nin kafasında başlangıçta bağımsız bir Kürdistan devleti kurarak uzun dönemde ve uygun bir konjonktürde Kürt kökenli nüfusun yaşadığı bölgeleri de içine alacak bir Kürdistan yaratmak mı geçmektedir? Türkiye açısından bakarsak, Lozan Anlaşması ile Kürdistan tarih olmuştur ama Lozan’dan önceki Sevr Anlaşması’nda Kürdistan’ın kurulması için konulmuş maddeler vardır.

Günümüzde Demokratik Özerklik ve Referandum adı altında bazıları Sevr’i geri getirmek istemektedir. Demokrasi, özerklik, Avrupa Özerklik Şartı gibi kulağa hoş gelen ama altında gizli emellerin bulunduğu sözlere kanmayalım, bazı aydın geçinen ama bir türlü aydın olamayanların sözlerine de inanmayalım.

PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden Murat Karayılan geçmişte “Kürt inkarı üzerinde şekillenen Lozan Anlaşması artık ortadan kalkıyor. Dolayısıyla, Davutoğlu daha bir yıl önce karar aldıklarını söylüyor ki bu doğrudur” diyerek Lozan üzerinden Sevr Anlaşması’na atıfta bulunmuştur.

Barzani’nin referandum kararını, Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı YPG’ye ABD’nin ağır silahlar vermesiyle birlikte düşündüğümüzde, acaba yeni bir Sykes Picot mu gündeme geliyor sorusu akla gelmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti ile 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Anlaşması, büyük ölçüde   Skyes-Picot’da belirlenen sınırlara dayanır.

Sykes-Picot, 29 Nisan 1916 tarihinde Kut’ül Ammare Kuşatması sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı Devleti’nin 6’ncı Ordusu karşısında yenilmesinden 17 gün sonra, 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve aynı yılın Ekim ayında Rusya tarafından onaylanan, Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli anlaşmadır. Gerçekleşmemiştir ama Sevr Anlaşması’nın temelini oluşturur ve de  Sevr’de büyük Kürdistan vardır.

Geçmişte Diyarbakır Silvan’da 13 şehidin verildiği günde Demokratik Toplum Kongresi demokratik özerklik ilan etmiştir.  Kongre’de   BDP’yi temsil eden Batman milletvekili   Bengi Yıldız, Taraf Gazetesi’nden Neşe Düzel’e demokratik özerkliğin ne anlama geldiğini kendine göre açıklamıştır. Yıldız, Demokratik Özerklik (Sevr Anlaşması’ndaki ifadesiyle muhtariyet-i mahalliye) ilan edilen bölgenin Kürdistan   olduğunu belirterek bu bölgenin Sivas Koçgiri, Maraş’ın bir kısmı, Erzincan, Malatya, Elazığ tarihsel olarak Erzurum, Van, Ağrı, Batman, Diyarbakır ve Doğu ve Güneydoğu’nun tamamı olduğunu söylemiştir. Sevr Anlaşması’nda da bu iller Türkiye’nin sınırları dışında tutulmuştu.

Bu gelişmeleri yakından izleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan 14 Aralık 2016 tarihinde   “Yaşadığımız bu dönem en az İstiklal harbi kadar zordur. Bugün adı konulmamış bir Sevr tehdidi ile karşı karşıyayız” diyerek Sevr Anlaşması’na (Le Traité de Sèvres), atıfta bulunmuştur.  Sevr, emekli Büyükelçi Osman Olcay’a göre Avrupa’da 102 oturumda hazırlanan 433 maddelik bir idam fermanıdır. (Sevr Andlaşmasına Doğru, Ankara, 1981. http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/054.pdf)

Sevr paylaşımını hazırlayan ABD Başkanı Woodrow Wilson‘dur. ABD Planın kabul edilmemesine bozulmuş, Lozan’ı onaylamamıştı. Türk düşmanı İngiltere Başbakanı David Lloyd George da 29 Ekim 1919 tarihinde Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.” (Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, İstanbul, 2014, s. 23).

Sevr Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştır. Bu müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni Soykırım Anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır.

Mahatma Gandi Sevr Anlaşması’nı adaletsizlik anıtı olarak adlandırmıştır: “Türkiye’ye barış diye imzalatılan bu anlaşma uzun süre yürürlükte kalırsa onur kırıcılığın ve insan yapısı adaletsizliğin bir anıtı olacaktır. Savaşta talihi yaver gitmedi diye kahraman ve cesur bir ırkın yok edilmeye çalışılması insanlığın bir zaferi olmayacak, fakat insanlık dışı davranışın bir örneği olarak tarihe geçecektir.” (Ravindra Kishore Sinha, Kurtuluş Savaşı, Devrimler, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, İstanbul, 1972, s.102-181)

Amerikalı tarihçi Paul C. Helmreich Sevr Anlaşması için 19’ncu yüzyıl sömürgeciliğini izleyen önemli bir emperyalist çözüm demiştir: “Herkesin Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyordu. Bir anlamda, çıkar çatışmalarının da ötesine geçilmiş, yıllara yayılan uyutma anlaşmaları süreci, yerini nefret tutumuna bırakmıştı. Barbar bir ulus olan Türkleri, Avrupa’dan kovma fırsatı kaçırılmamalıydı. Lloyd George, sezgi gücünü yitirmiş, Türkler’in İstanbul’dan çıkarılmasında diretiyordu. Türkiye topraklarında, neredeyse akla gelebilecek bütün azınlıklar için birer ülke planlanıyordu. Büyük güçler, kamp ateşinin çevresinde, aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi”. (Paul C. Helmreich, From Paris to Sevres: The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919-1920, Ohio State University Press, 1986. Türkçesi Sevr Entrikaları, Sabah Yayınları, İstanbul, 1996, s. 22)

Sevr Anlaşması’nın 62-64’ncü maddeleri Kürdistan ile ilgilidir.

İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir Komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak, bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecektir.  Madde 64 şöyledir:

“İşbu muahedenin mevki-i meriyete vaazından bir sene sonra 62 inci maddede zikredilen havalideki Kürtler, bu havali Kürtlerinin ekseriyeti Türkiye’den ayrılarak müstakil olmak arzu ettiğini ispat ederek Cemiyet-i Akvam Meclisine müracaat ederler ve Meclis de ahali-i mezkûreyi bu istiklâle lâyık görür ve onlara istiklâl bahşetmesini Türkiye’ye tavsiye eyler ise Türkiye işbu tavsiyeye muvafakat ve bu havali üzerindeki bilcümle hukukundan feragat etmeği şimdiden taahhüt eder.

Başbakan Binali Yıldırım “Bu savaş nedeni olamaz. Hukuki zemin olması lazım” demiştir. Bununla beraber 25 Eylül’deki referandumundan bağımsızlık kararı çıkmadan önce, Kırım’ın Rusya tarafından ilhakındaki sürecin yaşanmaması için bölge ülkeleri ile ABD nezdinde etkin girişimlerde bulunulmasında yarar vardır.

Sykes-Picot ve Sevr Anlaşması’nın 64’ncü maddesi kağıt üzerinde kalmıştır ama, PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden Murat Karayılan’ın “Kürt inkarı üzerinde şekillenen Lozan Anlaşması artık ortadan kalkıyor” açıklamasını görmezden gelirsek, arzu edilmeyen durumlarla karşılaşabiliriz. Bunun için gerekli önlemlerin şimdiden alınması gerekmektedir.

 

Yazar

Rıdvan Karluk

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar