Başıboş köpek sorunu

Doç. Dr. Alper Bilgili: “Doğa bilimleri her konuda soruya cevap verme iddiasında değildir. Bilim, temelde doğa ile ilgili sorularımızı cevaplar. Bununla birlikte ahlak konusunda tek başına bir rehber işlevi görmez.”diyor. Sonuç olarak mesele doğayla ilgiliydi, biz kendi ahlâkımızca çözmeye çalıştık.


Paylaşın:

Bizim gibi 100 senedir “gelişmekte olan” ama bir türlü gelişemeyen bir ülke için her mesele aşılamaz, kutuplaştıran birer sorun hâline dönüşme potansiyeline sahiptir. Onlardan biri de başıboş köpek sorunu adını verdiğimiz problem. Çözmek için uzun zaman boyunca hiçbir şey yapmadığımız ve yine sosyal medya baskısı ile köpek öldürme çözümü ile karşı karşıya kaldığımız bir problem… Hayati öneme sahip, acilen çözülmesi gereken sorunlarımız yokmuş gibi haftalardır kavga ettiğimiz yeni popüler gündem maddemiz bu oldu.

Hâlbuki daha bir ay öncesinde sokaklara taşan olayların yaşandığı, taciz, tecavüz, çevre kirliliği, ekonomik problemler, demografik yapının bozulması vb. birçok sıkıntının sebebi sayılan ve kimilerine göre sayıları 13 milyonu bulan sığınmacı ve kaçak sorunu dağ gibi karşımızda duruyor. Ağır ekonomik şartlar altında ezilen emekliye ve memura yapılan zamlarla, enflasyonist ortamın getirdiği yüklü vergiler deve dişi gibi… Anayasa değişiklikleri konuşulurken iktidar ve muhalefetin ortak tutumunun millî egemenliğe vereceği zarar fark edilir boyutlara ulaştı. Dünya genelinde, Türklüğe dair asırlardır süren ve 21. yüzyılda da hız kesmeden devam eden ırkçı ve ayrılıkçı tavırla mücadele edecek kudrette siyaset üretememe problemimiz öylece duruyor. Hatay başta olmak üzere deprem yaşamış illerimizde son durumdan kimsenin haberi yok. Türkiye’nin hem en kalabalık şehri olması hem tarih ve kültür mirasları bakımından önemi hem de sanayinin kalbi sayılan İstanbul ve eli kulağında Marmara’nın doğusunda beklenen deprem gibi bir uyuyan dev var, kulağımızı tıkadık. Eğitimde fırsat eşitliği ilkesi yerle bir edildi. Değil ekonomik eşitlik, cinsiyet eşitliği bile ihlal ediliyor. Buna bir de daraltılan ve köhneleştirilen müfredatlar ekleniyor. Sağlık sistemi çökmek üzere. Hekimler ve diğer sağlık çalışanları adeta cephe askeri gibi kelle koltukta çalışmak zorunda bırakılıyor. Yetmiyor, özlük haklarından mahrum ediliyorlar. Tüm kurumlarda nepotizm, liyakatsizlik, adaletsizlik almış başını gidiyor. Bütün bunların içinde biz, toplum olarak bambaşka ve insan onuruna yakışan çözümlerle çözülebilecek sorunları birinci gündemimiz yaptık.

İlk insan güdülerimiz aktif

Oysa esas sorun medenileşememek.

İnsanı hayvandan ayıran en önemli özellik, düşünmesi ve irade sahibi olması. O sebeple biz hayvanlar gibi ye, iç, üre iç güdüsü ile yaşamıyor ve modern bir dünya yaratabiliyoruz. Ama yarattığımız modern dünyada önceliklerimiz taş devri versiyonuna döndü. Biz de ye-iç-üre yasasıyla yaşar olduk. İlk insandan bile fazla bir dürtüyle üremek, en iyi hâliyle haz almak istiyoruz. Bu yaman çelişki sayesinde, ayrıldığımızı iddia ettiğimiz hayvanlardan farkımız da kalmıyor. O karın doyurmak, sürüsünü korumak için vahşileşiyor, biz de kendimizi/çocuğumuzu korumak için vahşileşip yok etme yolunu seçiyoruz. Ve yazıktır, bu konuda orantısız güç bizim elimizde.

Dünyanın hiçbir yerinde başıboş köpek yok deniyor. Dünyanın her yerine gitmedim ama muhtemelen öyledir. Çünkü medeni ülke, böyle davranır. Fakat bu “yok”un ardını da iyi okumak lazım.

Seviyeli önerilere bakalım: Kısırlaştırma, sahiplendirme… Kanımca hepsi doğru. Ama bizde pratiğin yanlışı, teorinin doğrusunun önüne geçiyor. Kasabalılaşmanın ötesine geçememiş insanımız, örneğin bir çoban köpeğini sahipleniyor. Başlangıçta güzel. Ama o köpeğin kısırlaştırılmasına izin vermiyor. Yetkili/gönüllü ekipler bu işlem için gittiklerinde ya bakmayacakları yavruları ya da işlerini yapamaz hâle gelen “eskimiş”, yaşlı köpekleri için bu işleme izin veriyorlar. Sonuçta, kısırlaşmadığı için üreme organında kocaman bir tümör sallanan acı içinde, aç ve terk edilmiş bir hayvan görüyoruz ya da gözünü yeni açmış, annesinden ayrı vahşi dünyada hayatta kalmak zorundaki bir dolu yavru. İşte sorun da tam burada başlıyor. Sahiplenen, sonuna kadar sahiplenmiyor, zamanında kısırlaştırma yapmadığı için hem üreme oranı artıyor hem de vahşet… Sonunda da terk edilme ve hastalık/açlık vb. sorunlar, köpekler için de insanlar açısından da önü alınmaz cinayetlere yol açıyor.

Sorunun tanımlanması

Bir sorunu çözebilmenin en iyi yolu, önce onu tanımlamak derler. Genişletelim: Genel olarak bir sorunu çözme kabiliyeti, sorunların köklerini doğru teşhis etmek ve kaynaklarını bu kök sorunlara tahsis edebilme becerisine sahip olmak demektir. Siyaset ise toplumu ilgilendiren sorunların çözümüne doğrudan talip olan kurumdur. Biz, toplum ve siyasetiyle birlikte maddi ve manevi enerjimizin çoğunu, sorunların semptomları ile boğuşmaya harcamak gibi olumsuz bir alışkanlığa sahibiz. Sonuç olarak bu tavır da çözümsüzlüğü getiriyor.

Eğer bir çağdaşlaşma arzumuz varsa bilmeliyiz ki, çağdaş toplumlar, sorunları olmayan değil onları çözebilen toplumlardır. Dolayısıyla sorunları çözmek, çözmek için anlamak, anlamak için anladığını sanmaktan vazgeçmek ve bunun için de bir metotlar dizisi geliştirmek zorundayız.

Bir kere kabul etmemiz gereken ilk şey, köpek ırkının insanların ilk evcilleştirdiği hayvan türü olduğudur. BBC’nin haberine göre; İngiltere’deki bir araştırma, köpeklerin son Buzul Çağı’nın sonunda yani yaklaşık 11 bin yıl önce evcilleştirilmiş olabileceğini gösterdi.[1] Yani, kimileri saldırgan diye tüm köpekleri vahşi kategorisine koyamayız. Bugün sokak köpeği dediğimiz hayvanlar düne kadar kırlarda sürülerimize çobanlık yapan köpeklerdi. (Kangal ve Akbaş/Karabaş diye tabir ettiğimiz özel çoban ırkları ayrı tutuyorum.)

Sonra biz bir seçim yaptık. Anadolu’nun mümbit bağrına ektiğimiz tohumlar bize nimet veriyordu. Biz dedik ki, “Hayır, Anadolu! Ben sana tohum vermek istemiyorum. Sen de bana mahsul verme. Yerine bir müteahhit bilmem kaç katlı binasından şu kadar daire versin.” Ne oldu? Uçsuz bucaksız tarlalar, sadece bitkinin değil, pek çok yaşamın da habitatı olmaktan çıktı. Kurtları öldürdük, yaban domuzlarını gördük mesela. Yetmedi. Tarlalarımız ev olunca, kendimizi modern yapılarda vergisini nasıl ödeyeceğimizi bilmediğimiz hayatlar yaşarken bulduk. Bu ‘modernitenin’ içinde sürülerimizi devam ettiremeyecektik elbette. Zaten bakım maliyetleri de her geçen gün artıyordu. Koyunlarımızı, ineklerimizi satmaya başladık yavaş yavaş. Ve artık tarlamıza ya da sürümüze çobanlık edecek bir köpeğe de ihtiyacımız kalmadı.

Aradan yıllar geçti. Ev sayımız artsa da büyüklüğü daraldı. Artık bahçelerimiz, tarlalarımız en fazla 300 m2 ediyordu. Hâliyle evimize girecek hayvan büyüklüğünün de küçülmesi gerekiyordu. Devreye laboratuvar köpekleri, cins hayvanlar ama en önemlisi merdiven altı satıcıları girdi. Biz, hayvan sevgimizi birbirimize kanıtlama yarışına girerek “parasıyla” sahiplendik. Bir zamana kadar kararındaydı ve zarar vermiyordu. Ama yıl 2020 olunca ve tüm dünyayla birlikte Türkiye de salgından nasibini alınca insanın yalnızlık korkusu, bir de özgürlük dürtüsü ağır bastı. Hayvan sahiplenme, daha doğrusu satın alma sayısında ciddi bir artış yaşandı. Önceleri küçük, sevimli, haylaz ve bize sosyal medya reklamı olabilecek canlılar, pandeminin sonuyla birlikte alerjik, kirli, yaramaz ve baş edilmez oldular. Ve bir bir terk edilmeye başlandılar. Sonuçta önceki popülasyonun üzerine bir de terk edilenler eklendi.

Yetti mi? Hayır. Birkaç yıl sonra bir yasa geldi: Çip zorunluluğu ve bazı türler için kısırlaştırma. Zaten salgının ekonomik faturası hayli ağır olmuştu. Dolayısıyla bu tip işlemlerde de maliyetler arttı. Bizim doğamızda da son güne bırakma alışkanlığı olduğundan, bu maliyetler hayvan sahiplerini düşündürmeye başladı. Hele, bir doğumun hemen ardına yeniden hamile kalması için art arda çiftleştirme yaptıran zorba satıcılar içinse, bu işlemler bambaşka bir sorun kapısıydı. Tespit edilirse para cezası… Hâliyle bu köpekler de kendilerini birer birer sokakta bulmaya başladı.

Sonuç, önü alınmaz bir popülasyon artışı, terk edilmişlik psikolojisi, açlık ve kış/yaz koşullarının zorluğu ile boğuşmaktan bitap düşmüş hayvanların saldırganlık seviyelerindeki artış…

Gele gele bu günlere geldik. Tüm bunlardan sonra Türkiye’de başıboş köpek sorunu var mı diye sorsak; cevabımız kesinlikle evet olacaktır. Peki, bulduğumuz çözüm ne? “Ölüm.” Neden? Çünkü “önce insan.”

İnsanın doğadaki yeri

Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, kitabındaki bir bölüme şöyle başlar: “Doğaya nasılsın diye sor. Sana şöyle diyecektir: Benim gecem de var, gündüzüm de![2]

Savunduğu şudur. Yaratılan kozmik sistemde herhangi bir denge problemi yok, kusur yok. Öyleyse biz bu sorunları neden yaşıyoruz? İnsandan dolayı. Nasıl? İnsanlar, dünyada aktif birer ahlaki özne olarak rol alır. Ama kusursuzluğu değil, aksine kusurların/hataların taşıyıcısı ve/veya uygulayıcısı hâlindedirler. Bu sebeple, doğa yasaları ve ahlak yasalarını birbirinden ayırmak gerekir.

Bu dünyada olup bitenden insanın sorumlu olduğunu, hayatı bu sorumluluk bilinciyle inşa etmenin temel kavramlardan biri olduğunu kabulle başlar. Ona göre Tanrı, bize rahmet/sevgi gibi duyguları yerleştirerek kötülüğe giden her yolu kapatmayı hedeflemiş ve ortaya çıkan her kötülüğü yok etmeyi insana havale etmiştir. Bu mücadelenin nasıl verileceği hususunda bir rehber olması açısından da peygamberler göndermiştir. Ortada kötülükler vardır. Fakat bu kötülüğün eylem hâline gelip gelmemesi insanın elindedir ki buna da özgür irade denir. Bu özgür irade ile insan, doğru ya da yanlış ahlaki kararlarıyla bir dünya inşa eder. Dünyada hiçbir şey insana tamamlanmış hâliyle verilmez. İnsan, her şeyi tamamlayarak onun bir parçası olur. Bu da insanın yaratıcı eylem yapma kabiliyetine vurgudur.

Geçtiğimiz 200 yılda insanın doğaya karşı agresif üstünlük kurma arzusu, pek çok sorunu da beraberinde getirdi. Bilim insanları bu çağa antroposen çağ diyor. Bu çağda insanlar, doğaya tahakküm ediyor, onu nesnelleştiriyor, alınır satılır bir meta hâline dönüştürüyor. Savunu şu: Bütün varlıklar insan için yaratılmıştır. Bu büyük yanılgı sonucunda ciddi trajedilerin yaşandığına şahitlik ediyoruz. Pandemi bunlardan biri idi. İklim değişiklikleri, deniz müsilajları, ani ve büyük yangınlar, hayvan istilaları vs.

Kur’an’da bile Tanrı, “Allah, yeri canlı yaratıklar için var etti.” der; insanlar için değil.[3] Zira, hayattaki her şeyin insana tapulanması, beraberinde ciddi bir güç zehirlenmesini getirecek ve diğer tüm türler için bir tehdit hâlini alacaktır. Nitekim son yaşananlar, bunun önemli bir göstergesidir.

Çözüm: Bilim

Y. Noah Harari, “Yerli yersiz bilgi yağmuruna tutulan bir dünyada, net olmak güç demektir.” der.[4] Zaman zaman bu cümleyi tekrar edecek bir örnekle mutlaka karşılaşırım. Yazının konusuyla uyumlandığı yer ise meclis komisyonu oldu. Orada hiçbir uzmanlığı olmayan, sadece çok parası olduğu için milletvekili seçilebilmiş temsilciler gördük. Canı yanmış, acılı aileler gördük. Bazı yayın organlarının temsilcilerini gördük. Ama başlangıçta konunun muhatabı hekim derneklerinin, akademisyenlerin temsilcilerini vs. göremedik. Bu sebeple olsa gerek, eksik ya da yanlış, doğru ya da tam bir karar almak, yani net olmak, gücün temel göstergesi hâline geldi. Ve bugün de cumhurbaşkanı çıkıp “Bizim merhametimizi sorgulamak size mi kaldı?” minvalinden cümleler etti. Oysa sorunun bir tarafı insanken, bir tarafı da hayvandı. Ve hayvanın bilimini yapanlar hakkıyla dinlenmedi, çözüm önerileri ciddiye alınmadı.

Doç. Dr. Alper Bilgili, Bilim Susunca’da şöyle der: “Doğa bilimleri her konuda soruya cevap verme iddiasında değildir. Bilim, temelde doğa ile ilgili sorularımızı cevaplar. Bununla birlikte ahlak konusunda tek başına bir rehber işlevi görmez.”[5] Sonuç olarak mesele doğayla ilgiliydi, biz kendi ahlâkımızca çözmeye çalıştık.

Peki, doğayla ilgili olan bu sorunu, doğa bilimiyle çözmeyi tercih etseydik neler yapabilirdik? Türk Veteriner Hekimleri Birliği (THVB) Merkez Konsey Başkanı Prof. Dr. Murat Aslan’ın yaptığı açıklamalarda; Türkiye’de 4 milyon civarında sokak köpeğinin olduğunun düşünüldüğü, taslak raporunda son 10 yılda 2 milyon 300 bin civarında kısırlaştırma yapıldığı yazdığını söylüyor. Sayılarının düzenli olarak arttığı göz önüne alındığında en az 1 milyonunun kısır olduğunu, geriye 3 milyon hayvan kaldığını ifade ediyor. Ortalama yarısının dişi olduğu kabulünden hareketle sorun olarak görülecek 1,5 milyon köpekten bahsedilebilir.

Öte yandan 2023 verilerine göre ülke kapasitesi yılda 300-350 bin kısırlaştırma yapabilecek şekilde. Bunun uygun teknolojik takviyeler ve seferberlikle yaklaşık 5 katına çıkarılabileceği tespit edilmiş. Bir çiftten 3-4 senede 60-70 bin hayvan türeyebilir. Ama doğurganlığı kestiğinizde, bir çiftten aynı sürede 60-70 bin hayvanı da azaltmış olabileceğimizi öne sürüyor. Hogasen ve ark. (2013) çalışmasında, doğurganlıkta %20-40’lık bir azalışın, serbest dolaşan köpek popülasyonunu %34 oranında azalttığı ifade edilmekte.[6] Sahipsiz hayvanların ömürlerinin de ortalama 5 yıl olduğu düşünüldüğünde bilimsel ve insancıl yöntemlerle popülasyonun azaltılabileceği ortada.  Bununla birlikte, aynı derneğin yaptığı açıklamada sokak hayvanlarının sayısı yine 4 milyon olarak kabul edilirse, mevcut barınak kapasitesi ihtiyaç duyulanın yalnızca yüzde üçüne yakın olduğundan (105 bin / 4 milyon) ve belediyelere bakımevi yapması için 2028 yılına kadar süre verildiğine göre, belediye yöneticilerinin “öldürmek veya hapis cezası” arasında tercih yapmak zorunda kalacakları söylenmekte.

Diğer bir tehdit ise kuduz vakaları. Mevcutta kuduz şüpheli hayvan sayısının 480 bin olduğu söyleniyor. Önceki yıllarda 200-250 bin civarında seyreden vaka sayısı 2022’de sosyal medyanın gündemine gelmesiyle bir anda 300 binlere, 2023’te de 400 küsur binlere çıktı. Bakana net veri olup olmadığı sorulduğunda ise “Hayır ama duyum alıyoruz.” cevabı alındı. Yani kuduz riskinin kriterleri belirlenmeden, saldırganlık ölçütleri tespit edilmeden itlaf yolu tercih edildi.

TVHB’nin tespitleri

Bu maksatla TVHB’nin 21 Temmuz 2024’te yaptığı çağrıda şu tespitler yer alıyor:

  1. Dünyada yapılan tüm yeni bilimsel çalışmalara göre kısırlaştırma köpek sayısını azaltmakta, itlaf ise etkisiz kalmaktadır. Kuduzdan korunmak konusunda da en yararlı yöntemin kısırlaştırma ve aşılama olduğu tüm yeni çalışmalarla gösterilmektedir. Tasarı gerekçesinde referans verilen çalışmaların tümü veteriner hekim sayısının az olduğu, kısırlaştırmanın henüz yapılamadığı veya tekniklerin gelişmediği eski tarihlere aittir.
  2. Toplanacak hayvanlar genellikle aşılı ve toplumla uyumlu hayvanlar olacaktır. Boşalan sokaklara yakalanması daha zor, güçlü, üreme kapasitesi yüksek, aşısız hayvanlar gelecektir. İnsan merkezli olduğu söylenen bu uygulama bilakis daha fazla kuduz ve yeni saldırı risklerini getirecektir.
  3. Kırsal bölgelerdeki hayvanlar toplanırsa yaban hayatıyla insan ve evcil hayvanlar arasındaki canlı bariyer ortadan kalkacak, kurt, domuz, çakal gibi zoonotik hastalık riski taşıyan hayvanlar yerleşim bölgelerine daha fazla gireceklerdir.
  4. Şehirlerde kedi ve köpeklerin yerine sokakta, bahçede daha fazla kemirgen ve yılan gibi hayvanlarla kaşı karşıya geleceğiz.
  5. Tasarı bu haliyle geçerse belediyelerde çalışan veteriner hekimler, ettiği yeminle idarecilerin baskısı arasında evrensel etik ve tıbbi ilkelere göre sağlıklı karar vermekte zorlanacaklar.[7]

Aynı çağrıdaki çözüm önerisi ise şöyle:

Bugüne kadar uygulanmayan 5199 sayılı kanunun gereklerini yerine getirerek kısırlaştırma seferberliği ilan edelim. Başta merkezi hükümet olmak üzere, belediyeler, 29 veteriner fakültesi, 11000 muayenehane/poliklinik/hastanede çalışan 20000 ‘e yakın serbest veteriner hekim ve STK’lar birlikte çalışarak sayıyı yönetilebilir seviyelere çekelim. Bu çözümle 4 milyon hayvanın kademeli öldürülmesi yerine bir buçuk milyon hayvanı kısırlaştırarak sorunu çözelim. Üstelik bu çözüm etik, bilimsel, sürdürülebilirlik, sosyolojik ve ekonomik açıdan en avantajlı çözümdür.

Bu çalışmaya paralel olarak tarafların destek şekilleri (merkezi bütçe, belediyelerin katkıları, STK’ların ve bireysel destekler) tüm hayvanların mikroçiple kayıt alınması ve denetlemesi, kent hayvanlarının tanımlanması, sahiplendirmenin özendirilmesi ve teşviki, bakımevi standartları ve yapımı ile diğer tüm konuları ele aldığımız ve tüm tarafların içinde olduğu bir mevzuat çalışmasını hemen başlatalım.”

Ayrıca taslakta 2003 tarihli referanslara yer verildiği görülüyor. Atıf, Dünya Sağlık Örgütü’nün bir raporuna. Ancak aynı örgüt, 2024’te güncellediği raporunun 7’ye 7 versiyonunda ötenazi çare değil diyor. Kısırlaştırma daha etkili diyor. Kısırlaştırma ve aşılama yaban hayatıyla aramızda bariyer oluşturduğu için daha faydalı deniyor.

İstatistiklerle toplum

Bu yasa tasarısı, hayvanların yaşam hakkının ellerinden alınmasının yanında toplum sağlığı açısından da pek çok zarar vereceğe benziyor.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın 18 Ekim-8 Kasım 2023 tarihleri arasında Türkiye’nin dört bir yanından gönüllülerin katılımıyla yaptığı araştırmada “Sizce sokak köpekleri Türkiye için bir sorun mu?” sorusuna katılımcıların yüzde 83,6’sı “evet”, yüzde 16,4’ü “hayır” yanıtını verdi. Sorunun devamı olarak aynı ankette çözüm için öneri de istenmiş. Katılımcıların yüzde 80,4’ü “Barınaklara yerleştirilmeli, sahiplenilmeyen ve hasta olanlar uyutulmalı” cevabını vermiş. Buna karşılık KONDA Şirketi’nin meclis görüşmelerinden hemen önce yaptığı ankette ise “Sokak hayvanlarına karşı hangi düzenlemenin daha doğru olduğunu düşünüyorsunuz?” sorusunu yanıtlayan katılımcıların yüzde 63’ü “uyutma” yönteminin doğru olmadığını söylemiş. Katılımcıların yüzde 22’si sokak hayvanlarının kimse için sorun olmadığını düşündüğünü belirtirken yüzde 15’i ise sokak hayvanlarının “gerekli hâllerde” uyutulabileceğini savunmuş.

Burada, her iki çalışmada da altı çizilen nokta “gerekli hâllerde” ifadesi olmasına rağmen bunun sınırları çizilmemiş. Benzer şekilde, tasarıda da bazı muallak ve çerçevesi geniş ifadelerin yer aldığı görülmekte. Dolayısıyla bu durum, toplanan tüm hayvanların ölümüne neden olabilir ve kontrol edilmesi imkânsız bir süreç başlayabilir. Hem sorumlu kurumlar hem denetleyici rolündeki bakanlık zor duruma düşebilir. Milletin meclisinin bu tarihi vebalden kurtarılması gerekir.

Öte yandan koruyucu hekimlik eğitimi almış veterinerlere hadi sağlıklı hayvanı öldür demenin hekim için de travmatik olacağı açık. Yapılan bazı çalışmalarda, intihar oranı yüksek ülkelerde itlaf kurallarının işletildiğini görüyoruz. Veterinerler travmatik ortamlarda çalıştırılıyor.

Ötenazi, daha doğrusu itlaf çevre sorunlarına da sebep olacağa benziyor. Toplanan hayvanlar nerede tutulacak? Öldürülenler, nereye gömülecek? Cesetlerin yaban hayvanları tarafından çıkarılması toplu salgınlara ve çevre kirliliğine sebep olabilir.

Çözüm için konunun uzmanlarına kulak vermekte fayda var. Topla, aşıla, kısırlaştır, sahiplendir, yaşat!

Vatandaş ne yapar? Devlet ne yapar?

Bununla birlikte insanların alacağı hiç mi önlem yok? Elbette var. Örneğin;

1) Hayvanlara insan muamelesi yapmayı bırakalım. Sokakta gördüğümüz her insanla selamlaşıyor, konuşuyor muyuz da köpekleri sevmeye, oynamaya çalışıyoruz?

2) Korkuyor olabiliriz. Ama bunu belli etmemeliyiz. Mesela hayvanın gözüne dik dik bakmayalım. Adı üzerinde hayvan o. İnsanın gözüne baktığımızda bile ya kavga enerjisi ya da libidosu yükselirken hayvandan çok fazla medeniyet bekliyoruz.

3) Önümüze gelen her yere mama-su bırakmayalım. Çok seviyorsak (sevelim zaten), bunu belli besleme noktalarında yapalım ki insanların ve özellikle çocukların yoğun olduğu yerlerde çoğalmasınlar.

4) Hayvanların orasını burasını mıncıklayıp tetiklemeyelim. Sonra ya ölüyoruz ya da yaralanıyoruz.

5) Belediyelere, Tarım ve Orman Müdürlüklerine, Bakanlıklara sürekli dilekçe yazalım. Aşı ve kısırlaştırılma zorunluluğu getirsinler. Merdiven altı satıcılara ağır cezalar versinler. Sınırdan hayvan kaçakçılığının önüne geçsinler.

6)Yurt dışında bazı köpekler rehber köpek olarak kullanılıyor. Görme, işitme vb. engele sahip insanlara rehberlik yapmaları için eğitiliyorlar. Hatta bazıları, koku alma duyularının gelişmişlikleri sayesinde çeşitli hastalıkların tespitinde, erken teşhisi kolaylaştırmak için bile kullanılabiliyor. Pekâlâ bizde de sokaktan toplanan köpekler bu maksatlarla yetiştirilebilir. Zaten arama kurtarma faaliyetleri için böyle eğitimler veriyoruz veya narkotik köpekleri için… Bu eğitimleri genişletip diğer sokak köpeklerini de çeşitli faaliyetlerde kullanabiliriz.

7) İnsanlar, kurumlar, gruplar köpek sahiplenmeye özendirilmeli ama aynı zamanda denetlemesi de yapılmalı. Özellikle “tehlikeli” denilen ırkları sahiplenmek isteyenler, psikolojik testler dâhil olmak üzere çeşitli testlerden geçmeli, belli sınırlar konulmalı. Örneğin, Doberman, Pittbull gibi cinslerde kulak/kuyruk kestirme gibi işlemler kesinlikle yasaklanmalı. Hayvanlar, bizim gövde gösterisi yapacağımız canlılar değildir. Pittbull’umuz, Amerikan Staff’ımız var diye daha çok erkek olmuyoruz. Yurt dışında bu köpeklere dadı köpek deniyor, bebek baktırılıyor. Biz karşı cinse kendimizi beğendirmek ya da para kazanmak için hayvanlara eziyet ediyoruz.

8) Barınaklarda maaşlı veterinerlerin sayısı arttırılmalı ve barınak koşulları iyileştirilmeli. Her köpek, her köpekle anlaşmak zorunda değil. Biz her tanıdığımız insanla kanka mı oluyoruz? Ortak yeme içme, dar ve pis kafesler, enerji atımı için yeterli zaman ve ortam gibi şartlar mutlaka düzeltilmeli.

9) İlk ve ortaokulda hayvan sevgisi, sağlığı ve eğitimi konusunda dersler müfredata eklenmeli. Uygulamalı çalışmalar yapılmalı. Bu konuda eğitim, çocukluktan başlamalı.

Denge: Altın oran

Hem vatandaş hem de devlet olarak bu koşulları sağladığımızdaki sonuçları analiz edelim. Bir değişiklik olmazsa o zaman son çareyi düşünelim.

Evde cinnet geçiren baba ailesini bıçaklıyor bu memlekette. Sonra oturup adamın koşullarını konuşuyoruz. Demek ki sağlıklı koşul ve psikoloji önemliymiş. Açlık, barınma, eğitim önemliymiş. İnsan için önemli de çatır çatır arsanı verip, ağacı otu kestirip beton diktirdiğin, adına da medeniyet diyerek doğayı ve dengesini perişan ettiğin ortamda yaşamak zorunda kalan hayvan için bunlar önemli değil mi? Bir kedi bile bizden 1 milyon kat fazla koku reseptörüne sahip. Nasıl oluyor da duyuları bizden bu denli fazla gelişmiş canlılardan kör sağır olmalarını bekliyoruz? Bizim beynimiz, onların duyguları gelişmişken neden aklımız yerine duygularımızı kullanıyor ve “Bize uymadılar mı? O zaman öldürelim.” diyebiliyoruz? Şimdiye kadar hiçbir önlem, hiçbir sorumluluk almamışken, son çare olabilecek bir metodu nasıl, çözüm diye masaya getirebiliyoruz?

Unutmamamız gereken bir şey var. Denizi, toprağı, ağacı ya da hayvanı aldığımızda, doğa da bizden dengesini geri alır. Bugün popülasyonunu kontrol altına almak yerine azaltıp yok etmeyi tercih ettiğimiz her tür, yarın bizim popülasyonumuzun varlığı için en önemli data olabilir. Doğanın dengesini bozmayalım!

[1] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-54742963

[2] Düzgün, Ş.A., (2023). Varoluş Sancısı. Otto Yayınları. Ankara. s.43.

[3] 55/Rahman,10.

[4] Harari, Y.N. (2018). 21. Yüzyıl İçin 21 Ders. Kolektif Kitap. İstanbul. s.13.

[5] Bilgili, A. (2022). Bilim Susunca. Timaş Yayınları. İstanbul. s. 22.

[6] Hogasen, H.R., etc. (2013). “Free-roaming dog populations: A cost-benefit model for

different management options, applied to Abruzzo, Italy”. Preventive Veterinary Medicine.

[7] https://tvhb.org.tr/2024/07/21/turk-veteriner-hekimleri-birligi-uyariyor-cozum-zor-degil/

 

Yazar

Burçin Öner

9 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar