Yükleniyor...
Akşam saat 9 civarı. Milli Düşünce Merkezindeyiz. Devlet eski Bakanımız Sadi Somuncuoğlu’nun “Ölümünün 15. Yılında Türkeş ve Demokrasi” konulu, zevk ile dinlediğimiz konuşmasının ardından kardeşim Alperen Kızıklı ile birlikte MDM’den ayrıldık. Sabah anıt mezarda yapılan törene katılmıştım. Ancak bu saatler bir başkaydı. Saat 10’a yaklaşıyordu. Gün geceye dönmüştü. Alperen’in de isteği ile tekrar Başbuğ’un mezarına gitmeye karar verdik. Gece vakitleriydi Başbuğumuzun aramızdan ayrıldığı saatler… Ayrı bir hüzün vardı içimizde.
Bahçelievler metrosundan çıktık. Anıt mezara doğru yöneldik. Anıt mezarın girişinde bekleyen polis arabası dikkatimizi çekmişti. Pek fazla aldırış etmeden polis aracının yanından geçtik ve Başbuğumuzun mezarına doğru yöneldik. Yeşil ışıklarla aydınlatılmış yolda Başbuğ’un mezarına doğru yürürken yüreğimiz buruktu. Bir tarih orda yatıyordu… Bir çınar…
Sabah saatlerinde düzenlenen anma töreni geldi bir an gözlerimin önüne. Her yer tıklım tıklım kalabalıktı. Devlet Bahçeli ve Tuğrul Türkeş mezarın başında vazifelerini yapmıştı. Mezarın başından ayrıldılar. O anlarda hemen yan tarafımda bir sima belirdi, ya da ben yeni fark ediyordum. Puslu bakışlarıyla hüzünlü bir adam, kalabalığı yararak mezara doğru yaklaştı. Mezara eğildi. Adeta dertleşiyordu mezarla. Bu nasıl bir özlemdi. Bu nasıl bir sevgiydi… Vazifesini yaptı. Gözleri puslu, kalabalığı tekrar yararak mezardan uzaklaştı. Başbuğ evladım derdi ona… Ozan Arif’ti…
Gözlerimin önünde canlanan bu görüntülerin ardından, anıt mezarın başındaydık. Saat 10 dolaylarıydı. Birkaç kişi vardı mezarın başında. Dua ediyorlardı. Dua etmeye başladığımızda fark etmiştik. Göz göze geldik, şaşırdım. Alperene baktım o da tanıdı.
Bu kadar mı uzaktı bize? Bu kadar mı farklıydık onun gözünde? Neden akşamın bu saatinde gelmişti ki… Hem de mezarın girişinde bekleyen polislerin nezaretinde… Onun da içi yanıyordu. Onun da içi buruktu. Bizden daha fazla özlem duyuyordu belki de. Hakkıydı… Ama o, sabah düzenlenen anma törenine gelmemişti. Belki de bizlerden çekinmişti. Ülkücülerden…
Evet, belki ona kırgındık… Babası ülkenin birliği ve bütünlüğü için ömrünü harcamıştı, o ise bu ülkenin birliğine dinamit koyan bir partinin vekili olmayı seçmişti. Türk Dünyasının lider olarak kabul ettiği babasının (Alparslan Türkeş’in) adını bir üniversiteye vermeyi dahi kabul etmeyen bir partinin vekili…
Her ne kadar kırgın olsak da bugün başkaydı. Bugün 4 Nisan’dı. Akşamın bir saatinde sessiz sakin bir vakitte gelmesine gerek yoktu. Abisi Tuğrul Türkeş ile gelmek isteseydi babasının mezarı başına, biz (ülkücüler) onu 4 Nisan sabahı bağrımıza basardık… Emin olsun. Hiç şüphesi olmasın…
Mezara baktım… Hüznüm bir kat daha arttı… Alperen Kızıklı ile birlikte ayrıldık mezarın başından…
Düşünceliydik. İkimizde aynı şeyleri düşünmüştük aslında. Böyle olmamalıydı…