Yükleniyor...
Merhum Kâmran İnan, Türkiye’nin yetiştirdiği büyük devlet adamları arasında özel bir yerdeydi. Büyükelçilikleri hep anlatılır. Siyasetçi olarak da çok değerliydi. Ne zaman Meclis kürsüsüne çıksa büyük bir entelektüelin çok yönlü bakışını sergilerdi. Sanırım o Meclis, son elli yılda onun gibi bir değeri çok az gördü. Kayıtlar yayınlansa da insanımız görse, bilse. Fikirlerini ve hatıralarını veren on kitabı devlet adamı bakışının şahane örnekleridir.
Bitlisliydi. Büyük bir aşiretin büyüğüydü. Hayatına baktığınızda ağızlarda sakız edilen kimlik yarıcı sözleri duymazsınız. Aydın denen özel karakter bununla kalmaz, fikrini bildirir. Öyle yaptı. “Sorun var” diyen ve dedirtenlerin devlete ve kurucu güce iftira ettiğini söyledi. Onlarla yerli yerince mücadele etti. Bütün varlığıyla tam bir Türk’tü. Nereye gitse sözü dinlenen, saygı duyulan bir Türk’tü. Muhatabı yabancı diplomatlardan ve devlet adamlarından ileri bir kültürü olduğunu ve düşünce genişliğini onlar söylerlerdi.
Mine Şenocaklı, 2010 yılında, kimlik krizlerine yol açan mâhut açılımlar sırasında kendisiyle bir mülakat yapmıştı. Mine Hanım, röportajı sunuş cümlelerinde şöyle diyordu: “..pek çok yerde özgeçmişinde ‘Kürt kökenli milletvekili’ tanımı geçiyor. O ise bu vurgudan hiç söz etmek istemiyor. Tersine onun tüm vurgusu üniter devlete, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına…
Türkiye’ye karşı tavır alanlara gereken tepkiyi göstermekte de hiç tereddüdü yoktur. Örneklerden biri şudur: “Öyle ki dünyanın en önemli nişanlarından Legion d’Honneur nişanını, Fransa’nın Ermeni soykırımındaki tutumundan ötürü iade ederken bir saniye bile düşünmemiş.”
Aklınıza geleni tahmin ediyorum: Zihniniz, Gazze’yi iç mesele gibi sunan ve İsrail’e demediğini bırakmayan Erdoğan’ın durumuyla kıyaslayacaktır. Yahudi Üstün Cesaret Madalyası’nı alan tek Türk Erdoğan’dır. Haklısınız, bu madalyayı iadeyi hiç düşünmediğini ve sebebini kamuoyu ne konuşuyor, ne de merak ediyor.
Mine Şenocaklı giriş cümlelerinin devamında gündemden düşmeyen mağduriyet kavramlarına ve hücumlarına geliyor. Yine Kâmran İnan’ın çözülmeyi önleyici devlet adamı tavrını görüyoruz: “Sohbetimiz sırasında “Kürt meselesi” diye başladığım soruyu bitirmeme bile izin vermeyip, “Böyle bir meselenin varlığını kabul etmiyorum ki, münakaşa edeyim” diye kestirip attı. Ama yine de adını böyle koymasak da uzun uzun konuştuk..”
Sonra röportaj başlıyor. Mine Şenocaklı soruyor: “Siz Kürt kökenli bir milletvekilisiniz… Anneniz de babanız da Kürt mü?
Kamran İnan : ”Ailemiz 1292’de Bağdat’tan gelmiş ve Van’ın Arvaz Köyü’ne yerleşmiş…
Ben bu köken işlerine karşıyım. Eğer siz aynı değerleri, sevinçleri, acıları paylaşıyorsanız bu milletin bir ferdisiniz demektir. “
Evet, sevinçte, kıvançta acıda bir olmak. Anahtar fikir budur.
Devam ediyor: “Alt kimlik, üst kimlik bunlar Türkiye’ye yakışmıyor. ABD’ye bakın, kime sorsanız, “I’m American” diyor. Bizde de bu vardı eskiden. Ama kalmadı. Toplum öyle bir hale getirildi ki, idealler, değerler maalesef çok eridi…
(…)1000 yıldır birlikte yaşıyoruz. Kimin ne olduğu belli mi?
Bugün Türkçe dünyada en çok konuşulan 5 dilden biri. UNESCO’nun tespitine göre 200 milyonun üstünde insan Türkçe konuşuyor ve bunların binlerce yıllık bir tarihi geçmişi var. ‘‘ (https://www.medyagunebakis.com/haber_detay.asp?id=2648&menuno=64)
Bu tarih gerçeğine rağmen, etnik kaşımayı başlatan başkalarıysa, ayrıştıracak hale getiren biziz. Gerçek nedir, konuşmuyoruz. Bir millet yaratılmaya çalışıldığı açık. Bunda kimin eli, çıkarı var, kime yarar.. düşünmüyoruz.
Söylemiştim, Kâmran İnan Ermeni tezlerine karşı en çetin mücadeleleri veren devlet adamlarımızdan biridir. Dünyada rahat konuşuyordu. Ne çare, kendi ülkesi Türkiye’de işi daha zordu. Çünkü içerdekiler dışardakilerden yıkıcıydı. Bizde “yabanın yeniçerisi” kadrosu her zaman geniştir. Bunu “haini bol millet” şeklinde keskin cümlelerle söylerdi.
Son yıllarında görüşme ve dinleme imkânı buldum. Engin kültürüne, meseleleri ele alış tarzına ve üslûbuna hayran olurdunuz. Tarihten gelen Türk varlığının ve egemenliğinin gönül yangınıyla kavrulan Kâmran İnan, dokuz yıl önce bu sancılarıyla dünyamızdan göçtü.
Açılımlar sırasında her yerde tekrar ettiği bir sözü vardı ki, tam da bu yazıda anlatacağım hususu söyler: “Kimliğini tartışmaya açan orta boy bir devlet bile dünyada görülmemiştir; Türkiye, Türklüğü tartışmaya açmakla, akıl ve tarih dışı bir iş yapan bir hükûmet etme modeliyle karşı karşıyadır. Olacak iş değildir.”
İşte derdin büyüğü budur. Son yıllarda devlet aygıtı da kullanılarak yapılan bölücülüğün yıkıcı hamlelerinin sonuçları ortada. Epeyce mesafe alındığını görüyoruz. O halde tekrar bakalım diyorsanız, gelecek hafta onu da konuşalım.