Yalta Konferansı, İsa Yusuf Alptekin ve Hasan Oraltay

21.04.2011  DR. ÖMER KUL Doğu Türkistan tarihinin dönüm noktalarından birisi de Yalta Konferansı’dır. Bilmeyenler veya konu hakkında teferruatlı bilgiye sahip olmayanlar Yalta Konferansı ile İsa Yusuf Alptekin ve Hasan Oraltay arasında ne tür bir bağlantı olduğunu merak edebilirler. Biz burada Doğu Türkistan’ın son asrına damgasını vuran efsanevi lider İsa Yusuf Alptekin’i veya Doğu Türkistan Kazak […]


Paylaşın:

21.04.2011 
DR. ÖMER KUL

Doğu Türkistan tarihinin dönüm noktalarından birisi de Yalta Konferansı’dır. Bilmeyenler veya konu hakkında teferruatlı bilgiye sahip olmayanlar Yalta Konferansı ile İsa Yusuf Alptekin ve Hasan Oraltay arasında ne tür bir bağlantı olduğunu merak edebilirler. Biz burada Doğu Türkistan’ın son asrına damgasını vuran efsanevi lider İsa Yusuf Alptekin’i veya Doğu Türkistan Kazak Türklerinden eli kalem tutan, 1949 sonrası göçü bizzat yaşamış olan hatta hür dünyaya çıktıktan sonra Radyo Liberty’de uzun yıllar çalışmış ve Doğu Türkistan Kazak Türkleri ile alakalı birçok eser kaleme almış olan Hasan Oraltay hakkında bilgi vermeyeceğiz. Bu yazıyı yazmaktaki gayemiz Doğu Türkistan siyasi tarihi konusunda eline kalem alanların olayları tek bir bakış açısı ile yazmalarının, olayın bütününe bakamamalarının doğurduğu neticeleri ortaya koymaktır.

Yalta Konferansının nerede, ne zaman ve ne amaçla yapıldığına ve bu konferansın Doğu Türkistan’ın yetiştirdiği mümtaz şahsiyetlerle alakasına geçmeden önce şunu ifade etmek gerekir ki; Yalta Konferansı’nın Doğu Türkistan davasına etkisini anlayabilmek için Sovyet Rusya’nın Doğu Türkistan Politikasını ve siyasetini teferruatlıca bilmek gerekir. Bu yeterli olmaz 1933-1943 seneleri arasında Doğu Türkistan’da Genel Valilik makamında oturan Sheng Shi-cai ve icraatlarının teferruatlı bir şekilde bilinmesi gerekir. Bu da yetmez 1940 yılını müteakip Doğu Türkistan’ın efsanevi kahramanlarında Osman Batur’un Altay’daki istiklal hareketi çok iyi bilinmelidir. Bu da yetmez dönemin büyük devletlerinden ABD ve İngiltere’nin Doğu Türkistan meselesine bakışlarını da iyi bilmek gerekmektedir. Şimdi konunun objektif ve teferruatlı bir şekilde anlaşılabilmesi için bunların bilinmesinin yeterli olduğunu düşünürseniz yine de yanılabilirsiniz. Yalta Konferansı’nın Doğu Türkistan’ın makus talihine düşen bir balyoz olduğunu anlayabilmeniz için daha da önemlisi Altay’da 1940 yılını müteakip başlayan istiklal hareketine ek olarak 1944 yılında Nılkı’da ortaya çıkan istiklal hareketi ve bu hareketin aktörlerini de iyi bilmeniz ve 1944 yılı 15 Kasım’ında ilan edilen Gulca (İli) Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin ortaya çıkması ile 2 Ocak 1946 tarihinde imzalanan Koalisyon Hükümeti’nin gelişim sürecini de çok iyi bilmeniz gerekir.
 
Ne hazindir ki Yalta Konferansı’nın yapılma sebepleri arasında dahi adı geçmeyen Doğu Türkistan’ın geleceğinin belirlendiği bir toplantı olan Yalta Konferansı hakkında malumat verebiliriz. II. Dünya Harbi’nin bitmekte olduğu, bununla birlikte Doğu Türkistan’daki olayların hızlandığı bu dönemde Sovyetler Birliği, ABD ve İngiltere liderleri Josef Stalin, Franklin D. Roosevelt ve Winston Churchill, Yalta’da (4-11 Şubat 1945) bir araya gelmiştir. Görüşmelerde Stalin, Çin’in Moğolistan Halk Cumhuriyeti bölümünün bağımsızlık statüsünün devamını Japonya’ya savaş açmasının şartlarından biri olarak ileri sürmüştür. ABD tarafından desteklenen bu talep karşısında Jiang Jie-shi (Çan Kay Şek), hem ABD hem de Sovyet baskısı karşısında talebi kabul etmek zorunda kalmıştır. Durumun aleyhine olduğunun farkında olan Merkezi Çin Guo-Min-Dang Hükümeti ise Sovyetler Birliği’nin Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ile ilgili talebini değerlendirmek için Moskova’nın, Çin’in Doğu Türkistan toprağı üzerindeki hâkimiyetini güvence altına alması ve Gulca ayaklanmasına hiçbir destek vermemesini şart koşmuştur. Yalta Konferansı’ndan 5 ay sonra, 9 Temmuz 1945’te, Merkezî Çin’in Sovyetler Birliği’ne verdiği cevapta Moskova’nın Gulca ayaklanmasını bastırmak konusunda yardım etme taahhüdünde bulunması durumunda Guo-Min-Dang Hükümeti’nin Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı konusunda taviz verebileceğini resmen bildirmiştir. Bu isteğe karşılık olarak Stalin tarafından verilen cevapta: “Gerek Yun-nan gerekse Xin-jiang, Jiang Jie-shi’nin liderliğine bağlı kalmalıdır. SSCB, Çin Hükümeti’nin talebi doğrultusunda bu konuda açıklama yapabilir. Ayrıca Çin tarafının SSCB’den Xin-jiang’a yapılan silah kaçakçılığını önleme talebini de kabul edebilir” (bkz. Li Sheng, Çin’in Xin-jiang Bölgesi Dünü ve Bugünü, İstanbul 2006, s. 165). Zikrettiğimiz bu tarihe gelindiğinde, yani Temmuz 1945 itibariyle, Üç Vilâyet İnkılâbı’nın Moskova’nın gözündeki işlevi Guo-Min-Dang idaresini, Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kazanmak noktasında, zorlamak gâyesiyle bir koz olarak kullanma pozisyonuna düşürmüştür. Bununla birlikte Moskova ve Nan-jing idarecileri Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kabul etmekle Doğu Türkistan problemini ekstra bir çaba harcamadan çözmüşler ve Doğu Türkistan’ın Çin’in bir parçası olduğunu, kendi menfaatleri doğrultusunda, teyit etmişlerdi. Bu durum Stalin’in Üç Vilâyet İnkılâbı’na olan desteğinin de kesilmesi anlamına gelmekteydi. Bununla da yetinmeyen Moskova, “Bağımsız Doğu Türkistan Cumhuriyeti”nin ortadan kaldırılması ve isyancıların Merkezî Çin Hükümeti ile görüşmeleri gerektiği görüşünü savunmaya başlamıştır. Bu üç liderin dışında kimsenin davet edilmediği Yalta Konferansı’na İsa Yusuf Alptekin iştirak etmediği ve Doğu Türkistan Meselesini savunmadığı için bazı cühela güruhu tarafından eleştirilmektedir. Bu durum abesle iştigalden başka bir şey olmasa gerek.
 
Konu hakkında bilgisi olanların ittifakla kabul edecekleri mevzu Doğu Türkistan’daki bir istiklal hareketinin başarıya ulaşmasının ancak ve ancak dışarıdan alınabilecek bir yardımla mümkün olabileceği gerçeğidir. Lakin 1943 yılına kadar Osman Batur hareketini desteklemeyen Moskova’nın bu tarihten sonra neden saf değiştirdiğini iyi etüt etmek gerekir. Buradaki eksen kayması 1942 yılı itibariyle Sheng Shi-cai (Şın Şı Sey)’in siyaseten Sovyetleri dışlamaya ve Merkezi Çin yani Guo-Min-Dang’a yanaştığı tarihe tesadüf eder. Aynı Sovyet Rusya hem Osman Batur’u Moğolistan vasıtasıyla desteklemiş hem de Altay’ın diğer bölgelerindeki şehirlerde başkaldırı hareketlerinin çıkartılmasına ön ayak olmuştur. Bu dönemde Moskova’dan yardım alanların durumunu “denize düşen yılana sarılır” atasözü ile açıklamak ve anlayışla kabul etmek mantıklıdır. Lakin Moskova’nın Doğu Türkistan’da Çin’den tamamen bağımsız bir devletin ihyasını ve ayakta kalmasını Batı Türkistan’daki kendi siyasetine aykırı olarak görmesinden dolayı hiçbir zaman istemediğini de unutmamak gerekir. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız Yalta Konferansı ve akabinde gelişen olaylarda Moskova’nın Doğu Türkistan’a bakışını çok net bir şekilde ortaya koyduk. Üzerine fazla bir yorum eklemenin gereği yoktur kanaatindeyim.
 
Konunun İsa Yusuf Alptekin ve Hasan Oraltay ile alakalı kısmına gelince onu da şu şekilde ifade etmeye çalışalım. Hasan Oraltay, 1975 yılında İstanbul’da yayınladığı “Doğu Türkistan Tarihindeki Bazı Meseleler ve İthamlara Cevaplar” adlı 45 sayfalık çalışmasının 23. sayfasında: “Uzun zamandan beri Doğu Türkistan’dan uzakta, bize karşı kaleme alınan yazıda denildiği gibi, ‘Çin’in merkezinde’ ‘mebus’ olarak yaşamakta olan İsa Yusuf Alptekin’i 1946 senesinde, Doğu Türkistan’ın Merkezi Urumçi’ye uçakla kimler? Hangi maksatla?, ne için getirildi?…” ifadelerine yer vermektedir. Biz burada 23-24 Temmuz 1975 tarihinde Orta Doğu Gazetesi’nde Hasan Oraltay ile alakalı Hızırbek Gayretullah Bey’in kaleme aldığı yazıyı veya Hasan Oraltay’ın bu yazı karşısında İsa Yusuf Alptekin aleyhine kaleme aldığı bu risaleyi değerlendirmeyeceğiz. Burada üzerinde duracağımız mevzu İsa Yusuf Alptekin’in Urumçi’ye, Hasan Oraltay’ın deyimi ile niçin getirildiği üzerine olacaktır.
 
Doğu Türkistan siyasi tarihine ilgi duyanlar bilirler ki Dr. Mesut Sabri Baykozi, Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin, Doğu Türkistan’da “Üç Efendiler” olarak tanınırlar. Üç Efendilerin bilinen en önemli özelliği ise Milliyetçi olmaları yanında Sovyet Rusyası’nın siyasetini çok iyi kavramış olmalarıdır. Maalesef Doğu Türkistan’da 1949 senesinden sonra hür dünyaya çıkabilenler arasında husumet, birbirini karalama, olayları tek yönlü ve kendi bakış açılarına göre yorumlama zaafları yaşanmıştır. Biz bu konulara da girmeden bir hakikatin altını çizerek konuyu kapatacağız.
 
Doğu Türkistan’da 1944-1946 tarihleri arasında olup-bitenleri bütün yönleriyle değerlendirebilenler ile Üç Efendilerin Doğu Türkistan’ın kurtuluşu sürecindeki politikalarını anlayabilenlerin ittifakla kabul edecekleri mevzu 1946 senesinde imzalanan “11 Bitim Anlaşması” ile kurulan Koalisyon Hükümeti sürecinde Üç Efendilerin Urumçi’de bulunmalarının bir şans olduğu gerçeğidir. Bu bulunma 17 Mayıs 1947’de Doğu Türkistan tarihinde bir ilki meydana getirmiş ve Dr. Mesut Sabri Baykozi’nin başkanlığında Milli Cephe işbaşına gelmiştir. 1945-1949 döneminde Üç Efendilerin tatbik sahasına koyduğu politikalar, onların Doğu Türkistan’ın kurtuluş planında günümüzde dahi bu işle meşgul olanların bırakın tatbik sahasına koymayı, anlayamadıkları icraatlar yapmalarına ve vatandaşlarını aydınlatmalarına vesile olmuştur. İsa Yusuf Alptekin’in hatıratında da teferruatlı bir şekilde anlattığı bu süreç kanaatimizce de Alptekin’in yanlış bir mecrada olmadığını, aksine Doğu Türkistan’ın kurtuluşunun uzun vadede ve planlı hareket edilmesi ile mümkün olabileceğini ifade ettiği “Ali Muhtariyet”in içinin doldurulması ile mümkün olabileceğini savunduğu düşüncesidir. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere burada gayemiz hür dünyaya çıkmış Doğu Türkistanlıların arasındaki çekememezlikleri, karalama ve aleyhte yazılan yazıları gündeme taşımak değildir. Bu yazı ile düşünülen amaç Doğu Türkistan tarihinin bilinmeyen yönlerini objektif olarak ortaya koyabilme ve ortaya çıkan gerçeklerden ibret alınmasına katkılar sağlayabilmektir.

12 Ocak 2010

Yazar

Milli Düşünce Merkezi

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar