Yükleniyor...
Son yazım, “Milliyetçiler devlet kuran ayarlarına dönmelidir” başlığını taşıyordu. Zihnim bu konuya devam etmekle meşgul. (Aslında Erzurum Kongresi, Lozan Antlaşması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Hatay’ın Anavatan’a katılmasının yıldönümleri bu hafta içinde. Bunlardan birisini yazmak da vardı. Ancak yaşadığımız ağır sorunların temelinde bu fikri dönüşümün olduğunu düşündüğüm için bu konuya devam etmeyi tercih ettim.)
Devlet kuran milliyetçiler mi ayarlarına dönmeli, yoksa tanımı değiştirilmeye çalışılan milliyetçilik mi, diye çok düşündüm. Ama bu değişikliğin faili sadece milliyetçiler. Değişen de milliyetçiliğin tanımına eklemeler yapan da milliyetçiler. Dolayısıyla failin toparlanması gerekiyor.
21’inci yüzyılda da değişmekle başkalaşmak arasında bir yere gelmiş durumdalar. En azından eylemler ve siyasi davranışlarda eksen kayması var. Bu eksen kayması hem devleti kuran fikir ve kadronun siyasi varislerinde var hem de bugünkü fikri devamcılarında.
Şu gerçeği bir kere daha vurgulamak gerekir. Devleti kuran fikir milliyetçiliktir, kuranlar da milliyetçilerdir. Başlarında da Atatürk vardır. Fikirlerin olgunlaştığı mutfağın büyük şefi de Ziya Gökalp’tır.
Yazımda, “milliyetçilik (Türkçülük) bir camia meselesi değildir. Milliyetçilik bir fikir meselesidir. Milliyetçilik, cumhuriyetin kurucu fikridir.” demiştim. Türkçülük siyasi bir fırka değildir; ilmî, felsefi, bediî bir mekteptir de der Gökalp. Dolayısıyla milliyetçilik hayata hâkim olmalıdır.
Atatürk’ün yaptığı da budur. Cumhuriyetin ilk 15 yılına baktığımızda Gökalp’ın, Türkçüğün Esasları’nda ortaya koyduğu fikirler var. Fethi Tevetoğlu, Atatürk “Milliyetçilik ülküsünü gerçekliğe çeviren” insandır derken ne kadar da haklı. Ama buna bir de Türklerin istiklâl aşkının ideale döndürülmesini de eklemek gerekir (Hikmet Özdemir, Atatürk’ün Liderliği, s 117).
Büyük Gazi, her şeyi Türk halkına ve Türk Milleti’ne bakarak gerçekleştirdi. Onun içindir ki bir siyasi deha olarak tarihe geçti. Onun içindir ki fikirleri ve eserleri saldırılar karşısında kıpırdamadan ayakta duruyor.
Gökalp bunu, “Türkiye’de Allah’ın kılıcı halkçıların pençesinde ve Allah’ın kalemi Türkçülerin elindeydi. Türk vatanı tehlikeye düşünce, bu kalemle kılıç izdivaç ettiler. Bu izdivaçtan bir cemiyet doğdu ki adı Türk Milletidir.” diye tanımlamıştı. (Türkçülüğün Esasları, Siyasi Türkçülük)
Binalar yapılırken, rijit (kuvvet altında şekil değiştirmeyen) ve ağırlık merkezi hesapları önemlidir. Rijit merkezi hesabında deprem, rüzgâr gibi yatay kuvvetlerin, ağırlık merkezinde de yerçekiminin (düşey kuvvet) etkisi dikkate alınır. İki merkezin uzaklığı hesaplanır. Açıklık ne kadar az olursa etkilere dayanıklılık o kadar fazla olacaktır.
Devlet, halk ve millet arasında da böyle bir ilişki vardır. Gücünü de millî kimlik aidiyetinden alır. Halk, milletin yaşayan üyeleri, millet ise geçmiş ve bugün yaşayanlarla gelecekte yaşayacak olanlardır. Eğer halkın millî kimliğiyle ilişkisi farklılaşırsa devlet zayıflamaya başlar. Bu da gelecekle bugünün, dolayısıyla geçmişin arasında bağı etkiler. Bu etki zamanla bağı koparacak kadar güçlüdür olabilir de. Veya en azından topluma başkalaşma yaşatacaktır.
Milliyetçiler, 20’nci yüzyılın başında sosyolojik ve siyasi şartları toparlayabilmek için çok çaba sarf etmiştir. İstanbul Üniversitesi rektörü Ord. Prof. Dr. Ekrem Şerif Egeli’nin, Hamdullah Suphi Tanrıöver’in cenazesinde yaptığı konuşma bu çabaları çok güzel anlatır. Egeli Hoca konuşmasında Tanrıöver’e seslenir. “Yıkılan devlet kurulabilir. Fakat çözülmüş, dağılmış bir milleti toplamak, mümkün olamazdı.” dedikten sonra devam eder:
“Bunu duyan senin hocan Ziya Gökalp, ümmetçilikten, milletçiliğe ve milliyetçiliğe yönelecek bir Türk toplumu hazırlamanın çabası içine girmişti. Bunun felsefesini yapmak lazımdı, bunun edebiyatını yapmak lazımdı, bunun hikâyesini yapmak lazımdı, bunun şiirini yazmak lazımdı. Türk’e tarihini, Türklüğünü ve büyüklüğünü gösterecek, küllenmiş mefahirini ortaya çıkartıp ‘Sen buydun; senin eserin budur; ve senin bu olman lazımdır’ demek icap ediyordu.
Bu vazifelerin her birini çeşitli arkadaşlarına veren Gökalp sana da Türk Sanat Tarihinin incelenmesi ve büyük eserin ortaya çıkarılması konusunu vermişti.”
Atatürk’ün önderliğinde bu Türkçülerin her biri de görevini bihakkın yerine getirdi. Büyük Gazi’nin, “Türk Milleti’nin içtimaî nizâmını bozmaya müteveccih didinmeler boğulmaya mahkûmdur” dediği gibi, kimliği değiştirmeye yönelik gayretler bertaraf edildi.
Kurdukları devlet de “milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçı bir cumhuriyettir”.
Devam edeceğiz…