“Din yobazlığı”na düştük

İşimizin kolay olmadığı açık: Toplum kesimlerine yayılmışsa, sahteliğin önünü almak zordur. Din üzerinden gelen sahteliğin yarattığı bu bozgunu düzeltmekse zorun zorudur.


Paylaşın:

Peyami Safa doğru söylüyor: “Devrim yobazı da, din yobazı da memleketin başına bela”dır. Biz bu eşiği atlayamadık.  Böyle düşünürseniz konuşturulmazsınız. Bir tarafın değil, tarafların okları size çevrilir. Ertem Eğilmez’in Namuslu filminde Şener Şen’in oynadığı Ali Rıza karakteri gibi görülürsünüz. İtibarı, ancak hırsızlık yaptığı düşünüldüğünde artar ya, siz de her tür bozulmaya ve kullanılmaya açık yobazlığa göz kırpmaya başlarsanız yollar açılır.

Diyeceğim o ki yobazlığın egemenliğinde ahlâka yer yoktur. Burada yobazlık, lügat manasındaki dediğim dedik direnmesinden, “efendimin, reisimin, şeyhimin, hocamın dediği dediğimdir” bağnazlığına geçer. Bildiğimiz dinî, tasavvufî bağlanmanın böyle bir nüfuz kullanmaya evrilmesiyle aldatıcılara gün doğar. İstedikleri yöne sevk edecekleri hipnoza uğramış saf kalabalıklar ordusu din deyince zaten hazırdır. “Yığın, düşünmediği ve düşündürülmediği için pimi çekilmeye hazır bomba halindedir. “Tabii âfet”ten beter yıkım böyle başlar. Çünkü bu önder görünenlerin din-iman dediklerine bakmayınız, mukaddesleri yoktur, sadece kendilerine inanırlar. Dinin yapıcılığı gider, din adıyla kendi yıkıcılıkları merkeze yerleşir. İlahiyatçılar, sosyal bilimciler ne der bilmem ama din de dinlikten çıkar. Bilirsek, yaşadığımız budur.

Anlama gayretine devam edelim: Din yobazları da, devrim yobazları da birbirlerinden çok düşünenden, sorgulayandan korkarlar. Ahlâka düşmanlık ve bu özellikleri değişmez. Yobazlık, bağnazlık(fanatizm), fikir ve kurum olmaktan ziyade çeşidi bol bir kör bağlanmadır. İçi boştur. Affedersiniz Pavlov usulüdür. Daha anlaşılır şekilde söyleyeyim: Kör takım tutmadır. Yobazın bu türü, ne olursa olsun kazanmak ister. Düzen, hakem-kanun-kural tanımaz.

Beterin beteri “din yobazlığı”

Peyami Safa, 1954’te o vecizeyi söylediğinde devletin merkezinde devrim yobazlığı canımızı yakıyordu. Din yobazlığı gerilemiş, taşrada, dar bir alanda saltanat sürüyordu. Sünepe, zavallı, şamar oğlanı konumundaydı. Şimdi merkeze yerleşen o anlayıştır. Dini yüzüne tutamak ederek yağmaya girişen insaf tanımaz tüccarlık dümendedir. Bunu göreceğiz. Kullandığım sıfatları bir daha düşünmenizi isterim. Devlet hayatında görmediğimiz türden görmemişliklerin psikolojik altyapısı buralardadır.

O ezilmişliğin başkaldırışının nasıl bir zulme dönüşeceği, insan psikolojinden, toplumdan, gidişten anlayanların beklediği bir durumdu. Yıllar önce bunu söylediğimiz vakit kendimizi kâhin gibi hissetmedik. “Görmemişin bir çocuğu olmuş..” diyerek başladığımız cümleleri “Bizde böyle şeyler olmaz!” diyerek karşılayan yakınlarımız iyi niyetli ve mazurdular. O dostlardan bazılarının bugün geldiği keskinliği görüyorum.

Yobaz demek yetmiyor, farkındayım. Gözü dönmüş yobazlığa, sade vatandaşın saflığını dışarda tutarak “din simsarlığı” demeyi tercih ediyorum. Aslında daha ağır vasıfları hak ettikleri ortadadır. Holdingleşen tarikat görünüşlü yerlere, sefa düşkünü cemaatlere, bu türden “gibi görünen”lere, milletin malını peşkeş çekenlere denecek sözler, yolundan gittikleri mafya ve yağmacılık literatüründe bolca var.

Simsarlık din ve değer yıkımı

Durmadan din üzerinden konuşan fakat değer tanımayan bir toplum haline geldik.  Salgın ortasında, siyaseten sıkışınca Ayasofya’nın gündeme sürülmesi yetmedi, ara vermeden devam ettik. En son, İstanbul Sözleşmesi’ne “âhiretimizi kurtarmak için karşıyız” sloganını bağıranları duyduk. Neden, hangi dinden bahsettiklerini sorsanız kendileri de bilmiyorlar.  Böyle bir cehaletin kıskacındayız.

Bu sahteliğe nasıl geldiğimizi anlamalıyız. Bu memleket, en az on nesilden beri yön kavgası veriyor. Yönümüzü, yolumuzu bulmamıza engeller arasında maalesef din üzerinden konuşanların prangası öne çıkıyor. On dokuzuncu yüzyıldan kalan “Din ilerlemeye engel midir?” tartışmasına şiddetle karşı çıkanlar, şimdi dindârâne bir bakışla içleri yanarak soruyorlar: “Bu din görünüşlü yağmacılıktan nasıl kurtulabiliriz?”  Bu arayış varsa endişeye yer yoktur.

İşimizin kolay olmadığı açık: Toplum kesimlerine yayılmışsa, sahteliğin önünü almak zordur. Din üzerinden gelen sahteliğin yarattığı bu bozgunu düzeltmekse zorun zorudur. Önce eğitimi ve kurumları ıslah edeceksiniz. Zorluk orada katlanacaktır: Yağma ve geçim alanlarını ellerinden aldınız, “Kurallara uyacaksınız!” dediniz mi, dinden geçinenler kıyameti koparırlar. Diyecekleri yüzyıllardır bellidir: “Bunlar din düşmanı!”  Genç Osman’dan beri darbe yaptıkları padişahlarımıza, son padişahlarımızın hemen hepsine, 3. Selim’e, 2. Mahmud’a, Abdülmecid’e, diğerlerine ve Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’e denen budur. Onlar bu istismarı bitirmek üzere düzenlemeler getirmek isteyen büyük devlet adamlarımızdı.

Tepedekileri ve din iman diyerek yağmalama örneklerini sıralamayı bilenlere bırakalım. Biz, hayata bakalım ve basit bir örnek üzerinden düşünelim: Camiden çıkan adam, otobüs kuyruğunda, nasıl öne geçeceğini kuruyor, yakalandığında “Ne olmuş yani?” diyerek bir araba laf ediyor ve sahtekârlığını savunuyorsa geldiğimiz ahlâksız bozgun bas bas bağırıyor.

Din alanı sahtelik üretir hale gelmişse, pis kokulardan kaçmakla kurtulunmaz.

 

Yazar

A. Yağmur Tunalı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar