İDRAKİ KÖR EDEN İDEOLOJİ: NEO-HARİCİLİK

İDRAKİ KÖR EDEN İDEOLOJİ: NEO-HARİCİLİK* Bizi bir birimize bağlayan asıl kuvvet nereye gitti? Siyasî ümmetçilerin – isterseniz İhvan-ı Müslimin’in deyin, Türkiye’de hâkim akım bunlardır—teorisine göre Türkiye yirmi küsur, veya otuz küsur, veya elli küsur “ırk”tan müteşekkildir ve Türk, bu “ırk”lardan biri ve pek de makbul olmayanıdır.  Evet, bu felsefe, bu ontoloji düpedüz ırkçılıktır[1] ve “millet” […]


Paylaşın:

İDRAKİ KÖR EDEN İDEOLOJİ: NEO-HARİCİLİK*

Bizi bir birimize bağlayan asıl kuvvet nereye gitti?

Siyasî ümmetçilerin – isterseniz İhvan-ı Müslimin’in deyin, Türkiye’de hâkim akım bunlardır—teorisine göre Türkiye yirmi küsur, veya otuz küsur, veya elli küsur “ırk”tan müteşekkildir ve Türk, bu “ırk”lardan biri ve pek de makbul olmayanıdır. 

Evet, bu felsefe, bu ontoloji düpedüz ırkçılıktır[1] ve “millet” kavramını bir türlü sindirememiş olan bu insanlar milleti ırkla, hatta “kavim” ile aynı şey zanneder. Bunlara göre bütün dertler Türkler’in, diğer ırklara zorla kendi dillerini ve kimliklerini dayatmalarından, fakat bundan da önemlisi, İslâmiyet’i baskı altına almalarından kaynaklanmaktaydı. Kendileri iktidara gelince bütün “ırk çatışmaları” son bulacaktı. Zaten “bizi birbirimize bağlayan asıl kuvvet Müslümanlık”tı. İktidar artık Türklere de Kürtlere de—ve daha bilmem kimlere de— eşit mesafedeydi. 

Böylece Müslümanlık bayrağı altında Türkiye’de “sorun” kalmayacaktı. 

Netice? Neticede Güneydoğumuz Stalinist, yani ateist, yani din düşmanı, yani anti-Müslüman bir örgüte teslim edildi. Örgüt bayrağını sallaya sallaya dolaşıyor, kimlik kontrolü yapıyor, yol kesiyor… “Ümmet” nerede? “Bizi birbirimize bağlayan asıl kuvvet” nerede? 

Gerçek bunun neresinde? 

Cemil Meriç, ideolojilere, “idrakimize giydirilen deli gömlekleri” der. Aslında ideolojiler bunun da ötesindedir. İdraki engellerler; orası muhakkak. Fakat ideoloji gömleğini giymiş adam, gözünün önünde cereyan eden gerçeği görmemekle kalmaz. Onun kafasının içinde kendine özel bambaşka bir gerçek vardır ve gözleri birer alıcı değil, birer projeksiyon cihazıdır: Dış dünyadaki realitenin üzerine kendi kafasının içindeki sahte gerçeği yansıtan bir projeksiyon cihazı. O, dünyaya bakıp algılamaz; dünyaya kafasının içindekileri yansıtır ve size o zahirî görüntüyü anlatır. Artık her olan biten o özel projeksiyonu teyid eder. İdeoloji şizofreninin düşmanları da çoktur. Hiçbir şey kendiliğinden gelişmez; sosyoloji, siyaset bilimi, ekonomi geçersizdir. Bütün olup biten bu düşmanların komplosu, senaryosu, oyunudur. 

Irk ideolojisiyle idrakini körleten Hitler, İngilizler’in Almanya’ya direnmeyeceklerini, çünkü onların da ari ırktan Germenler olduğu kanaatindeydi. Bernard Shaw, İkinci Dünya Harbi’ne çeyrek kala, İngiltere’nin silahsızlanıp ordusunu terhis etmesini teklif etti. Çünkü barış bütün insanlığı kucaklayacak ve silahsız İngiltere’yi gören Almanya mahcup olup harpten vazgeçecekti. 

İki hayal: Proleteryanın ve ümmetin devleti 

İdeolojik şizofreninin en şiddetlisini insanlık komünizm ile, diğer adıyla “bilimsel sosyalizm” ile yaşadı. 

Tarihi ve siyaseti belirleyen kuvvet milletler değil, sınıflardı ve istikbal proleter sınıfınındı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği işte bu ideolojik istikbalin öncüsüydü. Milletler çağı çoktan geçmişti. 

Sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği içerden çürüdü, çöktü gitti. Onunla birlikte işçi sınıfı ve dünya proletaryası da göçmüş olmalı ki kendilerinden bir daha haber alınamadı. Toprağı bol olmasın, komünizm, muhakkak ki millet üstü bir toplum birimi için çalıştığı iddiasında bir ideolojiydi. Yani kozmopolitti. Daha doğrusu görünüşte kozmopolitti. Komünist enternasyonal marşına “Büyük Rus ulusunun perçinlediği” mısraını sokan SSCB komünizminin bugünkü Putinizm’den asıl farkı ikincinin samimiyetidir. 

O tarihte Türkiye’ye yönelen SSCB orijinli ideolojik saldırıda milliyetçiliğin karşısında sınıf tabanlı bir kozmopolitlik çıkarırlardı. Şimdi ideoloji değişmiştir. Milliyetçiliğin karşısında bu sefer ümmet tabanlı bir kozmopolitlik çıkarıyorlar: Neo-Haricilik. Değişmeyen, her iki hareketin de Türk Milliyetçiliği’ni hedefe koymasıdır. Her iki hareketin de Türkiye’deki azınlık ırkçılığı ile işbirliği yapmasıdır. 

Komünizm ile Neo-Haricilik dediğimiz siyasî ümmetçiliğin benzer tarafları birden fazladır: İkisi de hayali, tarihin hiçbir devrinde öne çıkmamış toplum birimlerinin hâkim birim olduğunu iddia ederler: Birincisi sınıfların, ikincisi ümmetlerin. Dış dünyaya bu hayalleri yansıtıp onlarla gerçekleri örttükleri için normal insanları hayrette bırakan hatalar yaparlar. Fakat bizim için en önemlisi, ikisi de Türkiye’de Türk düşmanlığı yapmıştır, yapmaktadır. 

İdeoloji ile devlet yönetilmez 

İdeolojiyle parti kurabilirsiniz, ihtilal yapabilirsiniz ama devlet idare etmeğe kalkarsanız, gerçek size kendini öğretir. Gerçek sizi vurmaz. Siz kafanızı gerçeğe vura vura öğrenirsiniz… 

Türkiye’de soğuk harp yıllarındaki “sol örgütler”den bir kısmı aslında azınlık ırkçısıydı. PKK bu “devrimci”lerden kalmadır. Stalinciliği devam ettirmektedir. Örtülü azınlık ırkçılığında Neo-Hariciler de komünistlerden geri kalmaz. Bu konuda rahmetli Erol Güngör’ün şu paragrafını almakla yetineceğim: 

“İslamcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisiz duruma getirmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslam davasının şampiyonu olarak görünürler…[2]” 

Büyük toplum birimlerine bağlılık propagandası yapanlara dikkat edin, altından mikro milliyetçilikler, aşiretçilik, kabilecilik, kavmiyetçilik çıkacaktır. İslam tarihi kavim çekişmesiyle doludur. Dört Halife’den üçü, bu çekişme sonucu katledildi. Emevi, Abbasi devirleri kavim zulmüyle doludur. Emevi’ler Kureyş aşiretinin bir kavmidir. Abbasiler de kısmen Kureyş aşiretinin diğer kavmi olan Haşimîler’e dayanır. Kavimden aşirete, yani daha büyük bir toplum biriminin asabiyetine çok sonra, ancak İbni Haldun’un yazdığı dönemlerde geçildi. Haldun, Mukaddime’de, aşiret asabiyetini, bununla nasıl devlet kurulduğunu, bu asabiyetin gevşemesiyle devletin de gevşediğini ve hâkimiyetin pusuda bekleyen yeni bir aşirete geçtiğin ayrıntısıyla anlatır. Tabi bütün bu devletler İslâm Ümmeti’ni temsil ettikleri iddiasındadırlar. Başlarındakine de “Halife”derler. Hatta Emevi döneminde bunlar, peygamberin değil “Allah’ın Halifesi”dir[3]. 

Kavmiyetçilik 

Kuran’da da tenkit edilen “kavmiyetçilik”deki “kavim”, kabileden ve aşiretten küçük toplum birimidir ve milletle uzak yakın bir ilgisi yoktur. Bizim yerli siyasî ümmetçilerin kavmi millete eşitleme çabaları ya yanlış yahut da yalandır. Ama onlar için darülharpte yalan zaten mübahtır ve her yer darülharptir.

Ethem Ruhî Fığlalı Hoca, “kavim”i şöyle anlatıyor: 

“Esasen bedevî cemiyetinin temeli sop’a [ kavim ] dayanır. Her çadır bir aileyi; çadırlar topluluğu [ hayy ] ise, sop’u meydana getirir. Akraba bağlarıyla birbirlerine bağlı kavimlerin bir araya gelmesi de kabile’yi teşkil eder. Aynı kavmin bütün üyeleri kendilerini aynı kandan gelmiş sayarlar ve kavmin en yaşlı ve en tecrübelisi reisliğe seçilir.”[4] 

Fiktif dünyalar, John Lennon ve Natan Şaranski 

Komünistler, milleti ve millî devleti sosyolojinin bir gerçeği olarak görmedi. Bunları emperyalistlerin, hâkim sınıfların komplosu kabul etti. Ümmetçiler de milleti ve millî devleti gerçek bir vakıa olarak görmüyor, komplo kabul ediyorlar. Halbuki fiktif olan, gerçeğe dayanmayan sınıf ve ümmet dedikleri siyasî birimlerdir. Tarih ne birinden ne de öbüründen bir sosyal yapı, bir devlet çıktığına şahit oldu. 

Komünizm zamanında SSCB’de Yahudiler ve Sakarov’un hürriyeti için mücadele veren, Gulag’da yatan, daha sonra İsrail’de bakanlık yapan Natan Şaranski (Sharansky) nin “Kimliğin Müdafaası” (İsterseniz Millî Kimliğin Müdafaası deyiniz) kitabından aldığım şu satırları dikkatle okumak gerekir:

“Meseleyi daha vahim hale getiren Batı’dakilerin çoğunluğunun böyle bir kimliksizliğin derinden bağlandıkları değerlere yönelttiği tehdidi umursamamalarıdır. Böyle bir ütopyaya övgüsünde John Lennon cennet ve cehennemsiz, dinsiz, millî devletsiz bir dünya algılıyor. Bu dünyada, ‘uğrunda ölünecek veya öldürecek bir şey yok’, sadece “insanların kardeşliği’ var. Bu öyle bir kardeşlik ki tek bir hakikî kardeşiniz yok, kimse kimseye veya bir hayat tarzına bağlı değil… boş hava. İşte El Kaide ve onun gibilere, inancı için ölmeye ve öldürmeye hazır bir cemaatin merhametsiz gücü karşısında Batı değerlerinin süprülüp gideceği teminatını veren ve onları teşvik eden böyle anlamsız yavan soyutlamalardır.[5]” 

______________________________________________

*21. Yüzyıl Türkiye Dergisi’nin 71., Kasım 2014 sayısında yayınlanmıştır.

[1] İkbal Vurucu, “Sona Doğru Kürt Açılımı (Demokratikleşme mi? Yıkım Projesi mi?)”, Sarkaç Yayınları, 2012. Bu kitaptan başka,  İkbal Vurucu’nun siyasî ümmetçilerin ontolojik ırkçılığı hakkında makale boyunda eserleri de vardır. “İkbal Vurucu” ve “ontolojik ırkçılık” ibareleriyle arayıp erişebilirsiniz.

[2] Erol Güngör, “İslâm’ın Bugünkü Meseleleri“, Ötüken,1981.  Sayfa 181.

[3] Patricia Crone ve Martin Hinds, “God’s Caliph- Religious Authority in the First Centuries of Islam” Cambridge University Press, 1986.

[4] Ethem Ruhi Fığlalı, “Günümüz İslam Mezhepleri”, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, 2008. Sayfa: 43.

[5] Natan Sharansky, “Defending Identity: Its Indispensable Role in Protecting Democracy“, Public Affairs 2008. Sayfa 2.

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar