Yükleniyor...
Ekmeleddin İhsanoğlu siyasî ümmetçi midir? Teokrasi taraftarı mıdır?
Türk Milliyetçiliği’ni ayakları altına alır mı? Türkiye’de Türkleri 27 veya 36 veya 50 küsur etnik gruptan—kavimden/ırktan—biri olarak mı görür? Barzani’ye gidip, “ben Türklere de Kürtlere de eşit mesafedeyim” diyecek tıynette midir? Vilayet/Eyalet etiketli bir bölücülükten yana mıdır? Lazistan’dan Kürdistan’dan bahseder mi? Vatanımızın bir bölümünde, bu adla bir devlet kuruluşuna “evet” der mi?
Bunlar önemli sorular. İhsanoğlu’nu destekleyip desteklememiz de son derece önemli. Çünkü eğer desteklemezsek, yukarıdaki paragrafta özellikleri sayılan bir alternatife oy veriyoruz demektir—oy vermesek de veriyoruz demektir.
* * *
SiyasetCafe.com benden bu konuda bir yazı istediğinde hemen yazmayı düşündüm. Çünkü meslektaşım kimyacı “Ekmel” ile 1970’lerden bir tanışıklığım vardı. Rahmetli Emin Bilgiç Hocamız’ın damadı oluşu, nihayet Mustafa Kafalı Hocamız’ın, Ahmet Bican Ercilasun Hocamız’ın ona desteği, sonucu belirliyordu.
1970’ler… Bizim KÜBİTEM dönemi. SSCB’nin Türkiye üzerinde fikir/ideolojik savaşı ile bütün gücüyle abandığı günler. Silahların konuştuğu, şimdi sıfatları “genç fidan” olan millî demokratik devrim ajanlarının “Türkiye halklarına özgürlük” için çete savaşıyla darbeye tırmanmağa çalıştığı, PKK’nın temellerinin atıldığı günler. Medyanın, akademisyenlerin komünist teröre tek tek teslim oldukları günler. Ankara ve İstanbul’da bir avuç akademisyen direniyor. Öyle bir ortam ki, meselâ ODTÜ’de benimle konuşmak isteyenler, görüşürken kimse görmesin diye karanlık bastıktan sonra odama gelmeyi tercih ediyorlar. İşte o şartlarda meslektaşlarım, bizim düşüncemizde bir akademisyenin Türkiye’ye yeni geldiğini, tanışmamızda yarar olacağını söylediler ve buluşup tanıştık. Bunları anlatmamın sebebi, o tarihteki “tanışma”nın bugünkü gibi olağan hallerden biri olmadığını izahtır.
* * *
Tam Siyaset Cafe’nin yazısını yazacakken, İhsanoğlu Taha Akyol’la konuştu, hemen ardından odatv.com’da Nihat Genç’in yazısı çıktı. Genç, özetle, bu da açılımcı, bu da dizayn edilmiş diyordu. Durakladım tabiî… Canım fena sıkılmıştı ve o sıkıntıyla sosyal medyaya, “İki şık var. Birinde biz kaybediyoruz, diğerinde onlar kazanıyor” yazarak belli ettim.
Şimdi acele ettiğimi, İhsanoğlu’na haksızlık ettiğimi, yanıldığımı, Nihat Genç’in de yanıldığını düşünüyorum. Niçin böyle düşündüğüme döneceğim.
* * *
İhsanoğlu Siyasî Ümmetçi midir?
Bazılarına göre bir insanın namaz kılması onun gericiliğine kâfi delildir. AKP’yi başımıza musallat edenler de kısmen bu cahil kafalardır. (Daha önceki beceriksiz ve/ya hırsız iktidarlar sebebi tamamlar.)
Nedir Siyasî Ümmetçilik? Siyasî Ümmetçilik, dünya siyasetinin hareket ettirici gücünün milletler değil ümmetler olduğuna, devletin ümmet esasına göre kurulması gerektiğine inanan ideolojidir. Bu ideolojinin bizdeki versiyonu, Türkiye’yi bir millî devlet olarak değil, düzinelerce kavmin yan yana oturduğu bir toprak parçası olduğuna inanır. Rahmetli Türkeş Bey’e “ne mozayiği ulan” dedirtene kardeş/eş bir inanç. Bu durumda sınırlarımızın, bilhassa Güney Doğu sınırlarımızın şu anda geçtikleri yerlerden geçmesinin hiçbir manası yoktur. Topraklara Türkiye yerine Lazisan, Kürdistan gibi kavim adları vermek daha doğrudur. Açık açık söylenmese de bir ilavesi daha var: Türk olmak, iyi Müslüman olmanın önünde az biraz engel gibidir. Türk değil de başka bir şey olsak daha iyi olurdu.
Siyasî ümmetçilik budur, yoksa ümmetini sevmek değildir.
* * *
Bu tarif ettiğim tutum size yabancı gelmedi değil mi? Ama bu, Ekmeleddin İhsanoğlu değil. İkisini yan yana yazarken bile İhsanoğlu’na haksızlık ettiğim kanaatindeyim. İhsanoğlu, “Türklüğümle iftihar ediyorum!” diyor ki bu, “Ne mutlu Türküm” demektir. Siz son on yılda Türklüğü ile iftihar eden bir devlet büyüğü duydunuz, gördünüz mü? Bir kitabının adı şöyle: “Mısır’da Türk Kültür İzleri: Mısır Halk Dilinde Türkçe Kelimeler Lügatçasıyla Birlikte”. Bir başka kitabı: “Mısır’da Türkler ve Kültürel Mirasları: Mehmed Ali Paşa’dan Günümüze Basılı Türk Kültürü Bibliyografyası ve Bir Değerlendirme”. Bunlar Türklüğüyle iftihar eden bir insanın yazacağı kitaplardır; Türk Milliyetçiliği ayaklarımın altındadır diyen birinin değil. Mesela Sayın Erdoğan Mısır hakkında kitap yazsa her halde Mısır’da Kürt, Arnavut, Türk, Çerkes, Kıpti, Rum izlerini yazardı. İllâ da İhvan-ı Müslimin izlerini.
* * *
Ekmeleddin İhsanoğlu gerici midir?
Gerici nedir? Son derece istismar edilmiş bu kelimenin anlamını tayin etmek zor. Az önce söylediğim gibi bazıları için namaz kılan gericidir. 28 Şubatçlar devlet dairelerinde Cuma’ya gidenleri tesbite çalışıyordu. Bunlara göre meselâ Sütçü İmam’ın Maraş’ta düşmana karşı durduğu iddiası da gericiliktir. (Bu Cahiller İmam’ın sütçü değil de imam olduğunu sanır ve imam olmak gerici olmak için yeterlidir.)
Fakat bu cahillerin varlığı, gerici diye, gericilik diye bir sapıklığın bulunmadığına delil değildir.
Bence gericinin asıl alameti şu tutumdur: İnsanın düşünmesine, araştırmasına gerek yoktur. İhtiyacı olan her şey asırlar öncesinden vaz edilmiştir. Veya Tanrı’ya doğrudan hattı olan üstün insanlar tarafından vaz edilmektedir. İnsanın yapması gereken bunlara itaatten ibarettir. Tabi ben gerçeğe bu kadar yakınsam, gerçeğe iman etmeyen kâfirlerin canı, malı, namusu benim gibi iman sahiplerine helaldir. Onlara yalan söyleyebilir, onlardan çalabilirim…
Bu düşüncelerin demokrasi, çoğulculuk, insan hakları ve daha kötüsü ahlâkla, dürüstlükle bir ilişkisi yoktur.
Şimdi İhsanoğlu konuşsun: “Müslüman toplumların günümüz dünyasında kararlılıkla ileri gidebilmeleri için siyaset alanıyla din alanı arasındaki ilişkiyi, bunları birbirine karıştırmayacak şekilde tanımlamaları gerekir. Bu ilişki karşılıklı olarak yetkilerin ayrılığına dayanmalı, ayrıca çoğulculuğa yer vermeli ve bunu benimsemeli ve aynı zamanda siyasî gücün elden ele geçişinde demokratik usullere elvermeli. Din alanının siyaset üzerindeki ve siyasetin din üzerindeki kontrolü kaldırılmalı, bu ikisini birbirinden ayıran çizgi net ve açık olarak çizilmeli .” (“Yeni Yüzyılda İslam Dünyası”, Timaş 2013, sayfa: 31).
İhsanoğlu bu satırlarla âdetâ laiklik dersi vermektedir. Bizim laikçiler İhsanoğlu’nu “acaba gerici mi?” merakı ile de okusalar olur. Bir bakmışsınız yan ürün olarak laikliğin ne olduğunu öğrenivermişler! Bu satırlarda sanki Stephen Jay Gould NOMA (Çakışmayan Müfredatlar: Non Overlapping Magisteria) anlatmaktadır.
Ekmel Bey’in, demokrasi, çoğulculuk ve hürriyeti kalkınmanın da şartı olarak gördüğünü, bunları insanî değerler olarak benimsemenin ötesinde refah için de gerekli bulduğunu okuyoruz: “İslâm dünyasının birçok bölgesi tarihin bağlamı dışında yaşadı; başka milletlerin ve demokratik sistemlerin eriştiği ve ancak siyasî çoğulculuk, hukukun üstünlüğü, güvenilirlik ve şeffaflık prensiplerinin yerleştirilmesiyle sağlanabilecek olan refahın gerisinde kaldı.” (Aynı eser, sayfa 12).
Bu fikirlerin cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasıyla ilgisi yoktur, bu satırlar, adaylık hiç mi hiç söz konusu değilken yazılmıştır.
* * *
Nihat Genç’i ve beni rahatsız eden ifadeler, Taha Akyol ile yapılan konuşmada sözde “açılım”la ilgili olarak sarfedilmişti: “Bakın İngiltere Kuzey İrlanda problemini çözdü… Bu işler mahremiyet içinde yürütülmelidir… Barıştan yana olmayan ölümden yanadır…” ve “…insanları falakaya yatırdık…”.
İngiltere’nin, en başta bir din ayrılığına ve asırlara uzanan kültür ve devlet ayrılığına dayanan İrlanda meselesi ile bizim PKK problemimizin bir benzerliği olamazdı. İşlerin mahremiyet içinde yürütülmesi ise iktidarın yıllarca yaptığı, “iyi şeyler olacak ama ne olacağını söylemem”, “akil adamlar halkı yatıştırsın ama ne yapacağımızı onlara da söylemeyelim, tepki doğar”, “teröristlerle konuşan şerefsizdir ama devlet konuştu” gibi hem yapıp hem de milletten gizleme tutumuna çağrıştırıyordu. Nihayet, “bu iş bir güvenlik meselesi değildir” tezini hatırlatan son cümleler, güzellik müsabakası adaylarının, “en çok ne istersiniz?” sorusuna vermeleri adet olan “dünya barışı” cevabı gibiydi. Bir nevi Noel yortusu “fikriyatı”. Hâlbuki bizim güneydoğuda tutsak edilmiş, ne zaman dükkânını açıp ne zaman kapayacağı, ne zaman sokağa çıkıp ne zaman evde oturacağı, kime oy vereceği terörce belirlenen bir halkımız vardı. Ne acıdır ki bu tesbite iktidar mensupları da katılıyor, oradaki oyların zorla alındığını söylüyorlardı. O halde devletin birinci görevi önce oraya devleti götürmekti. Sosyolog Weber devleti “bir coğrafyadaki şiddet tekeli” diye tarif eder. Bizim Güneydoğu coğrafyasında şiddet tekeli PKK’nın elindeydi.
İktidarın milliyet düşmanı, mütecaviz tavrından o derece hassaslaşmıştım ki, bu endişelerin panzehiri olan sözlerin sarfedildiğini görmezden gelmiştim: “Daha çok hürriyet ve demokrasi ama BİREYSEL bazda…”
Bu ifade, üniter ulus devleti, onun egemenliğini korumanın garantisidir. Bu yüzden PKK, “Kürtlere statü”den bahseder. İnsanlarımıza eşit hürriyet, eşit haklar çağdaş devlet ve demokrasinin şartıdır. Fakat gruplara ayrı haklar egemenliğin paylaşılması, bölücülüğe/bölünmeye gidiş demektir.
“Bu işler mahremiyet içinde yürütülmelidir”i de hemen “…fakat meclis konuya dâhil edilmelidir” ve millî mutabakatla yapılmalıdır” uyarısı izliyordu. Şu anda yapılan, her kese sus, sus deyip ne yaptığını, ne yapacağını bir türlü açıklamamaktı. Bir tutumun, “hikmet-i hükümet var susun”, “ben hesap vermem, haddinizi bilin” düşüncesi ancak PKK kadar demokratiktir.
“Ne bahasına olursa olsun değil; faturası ne olursa olsun değil…” sözü içimi rahatlatan bir başka ifadeydi ve mevcudun nerede duracağı bilinmez yuvarlanışından farklıydı. Fakat en kuvvetlisi, anayasaya saygı ve ona uyma sözü ile edeceği Cumhurbaşkanı yeminine sadakatti. O yemine tekrar tekrar yapılan kuvvetli göndermeydi.
Ne hale gelmişiz! Birisi “anayasaya uyacağım” deyince hayret içinde seviniyoruz. “Yeminime sadık kalacağım” dediğinde ayağa kalkıp alkışlayacağımız geliyor…
Çünkü biz “nasıl olsa değiştireceğim” deyip, gözümüzün içine baka baka anayasayı ihlal eden diktatör tutuma alışmışız. Hâlbuki “nasıl olsa değişecek” deyip anayasayı yok saymak, “nasıl olsa ceza kanununu değiştireceğim deyip cinayet işlemeye” benziyor.
“Nasıl olsa değiştirilecek” anayasamızdaki Cumhurbaşkanı’nın andı nedir?
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim”
Hiçbir aday bu andı “büyük Türk Milleti” huzurunda içip de ona uymayacak namussuz ve şerefsizlerden değildir… Değildir değil mi?
İşte İhsanoğlu’nun hemen her konuşmasında bu anda vurgu yapması bütün şüpheleri izaleye kâfidir.
* * *
Başınızı iki elimizin arasına alıp düşünelim. Bu anda uyacağından emin olmadığımız adaya oy vermeyelim; bu bir. Mevcut şartlarda seçimi boykot da aynı kapıya çıkar; bu iki…
Benim oyum Ekmeleddin İhsanoğlu’na.