Yükleniyor...
Yıllardır tüm partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları “ücret politikası”ndan, “ücret adaletsizliği”nden, “ücret dengesizliği”nden bahsederler. Ve her iktidar; “ücretlerdeki adaletsizliğin önleneceğini, kademeler arasındaki ücret dengesizliğinin kaldırılacağını, çalışanlar arasındaki (açılan) ücret makasının daraltılacağını ve ‘eşit işe eşit ücret’ verileceğini” anlatır dururlar. Bu vaadleri çok işitmişsinizdir. Ancak, maalesef! hep tersini yapmışlardır. Alt kademede çalışanların maaşlarını iyileştirecekleri yerde, üst kademedekilerin maaşlarını artırarak ücret dengesini iyice bozmuşlardır. Örneğin; ücret adaletini sağlamak amacıyla 2001 yılında çıkarılan 631 sayılı KHK ile Bakanlar Kurulu’na verilen yetki; bu iktidarın 17 yıllık döneminde, üst kademeden başlayarak daire başkanlarına kadar uygulanmış ve ücretleri / tazminatları artırılmıştır. Ancak, -şube müdürleri dahil- alt kademeye geldiğinde durdurulmuştur. İşin ilginç tarafı; maaş ve tazminatların iyileştirilmesi, alt personel yerine -tam tersi- yüksek maaş ve tazminat alanlardan, yani aylık ücreti fazla olanlardan başlatılmıştır.
Eskiden devletin işyerlerinde çalışanlar, toplumun orta direği sayılırlardı: Çünkü aylık belli bir gelirleri vardı ve o gün ki şartlarda geçimleri de iyiydi. Bu yüzden herkes çocuklarının “devlet kapısı”na girmesi için çabalardı. Hatta eskiden aileler, kızlarını devlet memurları ile evlendirmek isterlerdi. Zaman içinde maalesef ücret politikasındaki yanlışlıklar yüzünden devlette çalışanların geçimi zorlaşmaya başlamıştır.
Bu yanlış ücret politikası aynen devam etmekte ve alt kademe personelin ücretlerinin iyileştirilmesi yönünde hiç bir çaba gösterilmemektedir. Yetkililer; genelde bu duruma, “sayılarının çok olması sebebiyle bütçeye aşırı yük getirdiği” savunmasını ileri sürmektedirler. Bütçe imkânsızlıkları sebebiyle eğer alt kademeden bir fedakârlık bekleniyorsa, o zaman üst kademenin aylıkları niye artırılmaktadır? Onlar da fedakârlık yapmalıdır.
Bugün her masrafı devlet tarafından karşılanan Cumhurbaşkanının maaşı 75.000 TL’dir. “Fazladır veya değildir” onu tartışmıyorum. Devletin en tepesinde olarak en fazla maaşı alması gerekir. Ama ülkemizde başka bir garip durum vardır: Cumhurbaşkanından daha fazla ücret alan kurum bürokratları bulunmaktadır. SPK, BDDK, RTÜK vs. benzeri özerk kuruluşlarla kooperatiflerde fazla aylık alan personel çalışmaktadır. Yine, devletin çeşitli kademelerinde görev alan bazı personel, çeşitli kuruluşlarda yönetim kurulu üyelikleri verilerek fazla ücret almaları sağlanmakta, aylık gelirleri kat kat artırılmaktadır.
Devletin üst kademelerinde çalışan makam sahiplerinin, bu makamlarda bulundukları sürece görevlerinin önemi, riski, sorumluluğu düşünülerek fazla maaş ve tazminat (ki kurumlara göre değişmekte ve çok farklı adlar altında tazminat ödenmektedir) almaları bir derece uygun görülebilir. Zaten liyakat sahibi, ehliyetli ve görevine hak ederek gelmişse mesele yoktur. Mevcut yasalar çerçevesinde diyeceğimiz bir söz de yoktur. Ancak, 150.000 – 200.000 TL aylık geliri olan bürokratlardan bahsediliyorsa tartışılması da normaldir. Onun için bir “taban ücret” ve “tavan ücret” standardı getirilmelidir. Devlette çalışanların ücretleri, kurumların inisiyatifine bırakılmamalıdır.
Ayrıca bu bürokratlar; muhtemelen çalışırken evini (evlerini), arabasını (arabalarını), yazlığını almıştır. Çocuklarını okutmuş, ev-bark sahibi yapmış, işe yerleştirmiş ve evlendirmiştir. (Yanlış anlaşılmasın “yükünü tutmuştur”) Çalışırken “refah seviyeleri” alt kademe çalışanlara göre çok çok iyidir. Emekli olunca neden fazla aylık almaktadır? Diğer çalışanlardan veya vatandaşlardan hayat şartları açısından, geçinme şartları açısından ne farkı vardır ki emekliliğinde de “refah durumu” devam ettirilmektedir? Bu sorularım kıskandığım için değil; ama diğer emeklilerin de -refah içinde olmasa da- rahat yaşaması, geçimini sağlaması gerekmez mi? O halde öyle bir ücret politikası uygulayalım ki, onlar da kimseye muhtaç olmadan geçinebilsinler. Astlarla üstler arasında -eşitlik değilse de- aşırı bir fark olmasın. Hepimiz aynı şekilde besleniyor, barınıyor ve başka harcamalar yapıyoruz; hayat şartları herkes için aynı. Bu nedenle, bu durum bir sisteme bağlanmalı, emekliler arasındaki eşitsizlikler giderilmelidir. İnsanlar en azından emekli olunca birbirine yakın emekli maaşı alabilmelidir.
Sosyal devlet olmanın ve sosyal adaleti sağlamanın gerekliliği ortadadır. Aslında sadece çalışanların emekliliği meselesi de değildir: Tüm vatandaşları kapsayacak bir çalışma içine girilmelidir. İktidarlar popülist yaklaşımlardan uzak durmalı, tüm vatandaşlara göre politika uygulamalıdır. Fedakârlıklar hep dar gelirlilerden beklenmemelidir. Herkesin “hayat standardı” iyileştirilmelidir.
Sendikalar ve STK’lar; “açlık ve yoksulluk sınırı”na ilişkin açıklamalar yapmaktadırlar. Bunların açıkladıkları rakamlar arasında çok da (bariz) bir fark bulunmamaktadır. Prof. Dr. Esfendar Korkmaz; “Halen en düşük emekli maaşları ise; 2000 öncesi emekli olan SGK maaşları 983 TL; SSK 1268 TL, Bağkur emekli maaşları 1775 TL; Tarım bağ kur emekli maaşları 1250 TL ve memur emekli maaşları 2552 liradır. TÜİK verilerini bile dikkate alsak; 2019 yılı için dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2.067 TL, yoksulluk sınırı 6.733 TL, bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyetini 2.559 TL’dir. Emeklilerin çoğunun maaşı, TÜİK’in açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı altındadır.” demektedir. (Yeniçağ, 31/10/2019)
İktidar yetkilileri; zaman zaman “emekli aylıklarının kendi dönemlerinde fazlasıyla artırıldığını” dillendirmektedirler. Doğru olabilir! Ama, artışların “piyasadaki zamları ve enflasyonu karşılamadığı, her geçen gün alım gücünün düştüğü” söylenmemektedir. Maaşlar günbegün erimektedir. Geçenlerde geçmişte birlikte çalıştığım öğretmenlikten emekli bir ağabeyimle konuşuyordum. Dedi ki: “Ben 2005 yılında emekli olduğumda 1.100 TL maaş alıyordum ve bu maaşla 28 adet çeyrek altın alabiliyordum. Şimdi 3.200 TL maaş alıyorum, alabileceğim çeyrek altın 7 (8) adettir, 21 adet çeyrek altınım nerede? Eskiden çalışanla emeklinin maaşı arasında 25 TL fark vardı, bugün bir asgari ücretten daha fazla fark var.” Sorunu halka nasıl yansıttığınız önemli ve iktidar bu algı işini çok iyi biliyor. Havuz medyası kanalıyla da olguyu algıya çevirebiliyor: Yani gerçeklerin ters-yüz edilmesi…
Biliyorsunuz, her yıl memur maaş artışları, (güya sendikalarla pazarlık yapılarak) yüzdelik oranlara göre artırılıyor. Memur maaş artışı veya asgari ücret tespiti yapılacağı zaman, öyle bir enflasyon hesaplaması yapıyorlar ki düşük çıkarıyorlar; arkasından memur maaş zam oranını açıklıyorlar. Açıklanan oranla hesap yapılınca, alt memurda 100-150 TL artıyorsa, üstte doğru artarak en üst memurda 2.000-3.000 ve daha fazla artıyor. Yani bu sistem yukarıdakilere yarıyor. Bürokratlar, milletvekilleri, bakanlar vs. için dert değil, umurlarında da değil.
Benim teklifim: Asgari ücret veya açlık / yoksulluk sınırı baz alınarak (veya “geçim standardı” gibi farklı bir değer oluşturarak) “taban ücret” tespit edilmelidir. Bu taban ücret tespit edildikten sonra, bunun “3 katı mı veya 4 katı mı olur” aşmayacak şekilde -yasal çalışma yapılarak- “tavan ücret” de tespit edilmelidir. Emekli olan hiç kimseye “taban ücret”in altında ve “tavan ücret”in üstünde aylık bağlanmamalıdır. Emekli kişinin eşi çalışmıyorsa veya bakmakla yükümlü olduğu kişi / kişiler varsa ilave yapılabilir. Diğer yandan; çeşitli kesimlere uygulanan ayrıcalıklar (özellikle sağlıkta) ya tümden kaldırılmalı veya tüm vatandaşlara da uygulanmalıdır.
Bu durumda daha güzel ve mutlu millet oluruz: Çünkü, milletin bir tanımı da; kaderde, kıvançta ve tasada ortak ve bir olan halktır.