15.01.2025

Horasan/Azerbaycan havzası siyasi idaresi

1990’lardan sonra Azerbaycan Cumhuriyetinin ikinci kurucu Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey’in Türkiye’ye yönelik kullandığı “İki Devlet Bir Millet” fikrinin kurucu babası ve ilk gündeme getireni Gacar padişahı Muzaffereddin Şah (1853-1907) olmuştur


Önceki yazımızda İslam sonrası Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının merkez siyasi iradesini Hazarlardan başlayarak sıralamıştık. Kaldığımız yerden devam edelim.

7. Büyük Timurlular Devleti (1370-1507)

İlhanlılardan sonra günümüz Azerbaycan ve İran arazisinin çeşitli bölgelerinde, kısa süreli bazı Türk devletleri de egemen olmuştur. İlhanlılardan sonra Çobanlılar (1335-1357), Celayirliler (1336-1432), Karakoyunlular (1380-1469), Akkoyunlular (1378-1501) ve diğer bazı bölgesel yöneticiler de egemen olmuşlardır. Timurlular, kaydedilen tarihler arasında bölgeyi tam egemenlikleri altına almışlardır. Bu nedenle de o dönem Timurlular dönemi olarak bilinir ve Timurlular o dönem için Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının siyasi iradesini resmen temsil etmiştir.

Emir Timur, istenilen açıdan Türk ve İslam dünyası için oldukça büyük önem taşımaktadır. Öyle büyük bir önem taşımış ki, kendisinden sonra İslam dünyasında kurulan Türk devletlerinin azami çoğunluğunda Ağ Sakallar –Ağ Saçlılar Keneşi (Meclisi) ve Devlet Şuraları hep Cengiz Han ve Melik-i Turan, Kağan’i İran ve Emîr-i Türkistan Sahipkıran Sultan’i Afkhem Emir Timur’un adlarının zikri ile geçirilmiştir. Özellikle bu gelenek İran’da en temel devlet geleneği olarak 1925’e kadar devam ettirilmiştir. Bunun devam ettirilmesinin temel nedenlerinden biri de İlhanlı devletinin yanı sıra Timurluların devlet varisliğinin Safevî devletine devredilmesidir.

8. Karakoyunlu Devleti (1380-1469)

Kara Yusuf, Sa’dlı, Baharlı, Duharlı, Karamanlı, Alpagut, Çakırlı, Ayınlı, Bayramlı, Ağaceri ve Hacılı oymaklarının önderliğinde, Celayirli’leri yenerek 1380 tarihinde, Karakoyunlu devletini kurmuştur. Karakoyunlu, başkenti Tebriz olan ve 1380-1469 yılları arasında bugünkü Doğu Anadolu, Güney Kafkasya, Azerbaycan ve tüm güney batı İran ve Kuzey Irak arazilerinde egemenlik kurmuş bir Türk devletidir.

9. Akkoyunlu Devleti (1378-1501)

Akkoyunlu Devleti’nin kurucusu, Kutlu Bey’in küçük oğlu Kara Yölük Osman’dır. 1400’de büyük Emir Timur’un Anadolu’ya girişine destek verdi ve bu hizmetine karşılık Malatya’yı, 1402’de Ankara Savaşı’ndaki desteğine karşılık da Diyarbakır bölgesinin yönetimini aldı. 1403’te de Diyarbakır’da hükümdarlığını ilan etti.

Kara Yölük Osman Bey’in ölümünden sonra, oğulları arasında iktidar kavgası başladı ve Akkoyunlu devleti, eski gücünü yitirdi. Kara Yülük Osman Bey’in torunu Sultan Hasan (Uzun Hasan), 1453’te Diyarbakır’ı alarak iktidar kavgalarına son verdi. Akkoyunlu devletini, sınırları doğuda Horasan’dan, batıda Fırat Irmağı’na, kuzeyde Kafkasya’dan güneyde Umman Denizi’ne kadar uzanan büyük bir devlete dönüştürdü. Karakoyunluları yenerek bu devleti ortadan kaldırdı ve başkenti yeniden Türk kenti Diyarbakır’dan tarihi başkent olan Tebriz’e taşıdı.

Akkoyunlu devletini daha çok değerli kılan mesele, Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının merkez siyasi iradesini o buhranlı dönemde temsil etme iktidarıdır. Başka bir ifade ile III. İvan döneminden Moskova Knyazı Sezar-i Rum ve İstanbul üzerinden Kayser-i Rum’un Türklerin hâkim ve asli kurucu unsur olduğu Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasına karşı başlatmış oldukları kanlı savaşlara karşı masum Türklerin sığınak noktası olan merkez siyasi iradenin çökmesini engellemesi, durumu kontrol altına alması, buhranı yönetmesi ve nihayet merkez siyasi irade temsiliyetini Timurlulardan Safevilere bağlaya bilmesi ve merkez siyasi iradenin sürekli temsiliyetini temin etmesi olmuştur. Bu açıdan Akkoyunlu devleti, özellikle Uzun Hasan padişah, Horasan/Azerbaycan medeniyet havzası için oldukça büyük önem arz eder.

Uzun Hasan Padişah’ın ve Akkoyunlu devletinin o dönem Horasan/Azerbaycan medeniyet havzası için ne kadar hayati önem taşıdığını anlamamız için iki konuya değinmemiz yeterli olur diye düşünüyorum; yayınlanacak eserimizde de geniş biçimde değinildiği gibi Anadolu Selçuklularının yerinde izhar-i vücut eden Karamanoğulları başta olmakla Osmanoğulları, Ramazanoğulları, Menteşeoğulları, Aydınoğulları, Candaroğulları, Dulkadiroğulları, Eretna, Germiyanoğulları, Hamitoğulları gibi bütün Anadolu Türk beylikleri, Kuzey Afrika’da Tolunoğulları (868-905), İhşîdîler Devleti/Akşitoğulları (935-969), Eyyubiler Devleti (1171-1250), Memluk devleti (1250-1517), Halep-Şam dahil kuzey Afrika’daki Zengiler / الزنگيون (1127-1233), 10. yüzyıldan itibaren Şiraz’dan gidip Doğu Afrika’daki Tanzanya’ya bağlı Zengibar Adalarına yerleşen Zengi Türklerinin kurmuş oldukları bütün beylik ve devletler dahil Hindistan yarımadasındaki Türk İslam devletleri ve Deşti Kıpçak’ta ki Altın Orda devleti (1242-1502) tamamen Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının yöresel ve bölgesel siyasi iradesini temsil eden beylikler ve devletler olmuştur. Akkoyunlular döneminde bu kültür havzasında iki cephede devrimsel nitelikte medeniyetçe eksen değişimi yaşanmıştır. Bunun biri Osmanoğulları’nın 1453’ten itibaren Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasından imtina ederek Rum Bizans varisliğine soyunması olmuştur, ikincisi ise Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının bölgesel cihetten siyasi iradesini temsil eden Altın Orda devletinin birer subjekti olan Moskova Knyazı/Rus Çarı III. İvan’ın 1472’de Bizans Şehzadesi Zoi Palaiologina/Sofia Palaiologina ile evlenerek, kendisini Ortodoks Rum/Bizans varisi – Sezar-i Rum ilan etmesi olmuştur. Osmanoğulları’nın Kayser-i Rum olarak Anadolu Türk beyliklerini ve onu müteakiben Irak-i Arap, Halep-Şam ve Memluk devletlerini 1502’de ele geçirip, Rum medeniyet havzasına tabi etmiştir, diğer taraftan Kuzeyden ise Rus Çarlarının Sezar-i Rum olarak Altın Orda topraklarını birer birer işgal edip, Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasını sekteye uğratarak Rum medeniyet havzasına tabi etmiştir. Her iki cephede sekteye uğrayan ve katliama tabi tutulan masum Türkler merkez-Ana topraklara sığınmaya başlamıştır. Böyle bir dönemde Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının siyasi iradesini temsil eden Akkoyunlu devleti özellikle uzun Hasan padişah, kültür havzasının siyasi iradesinin temsiliyetinin sürekliliğinin korunmasında müstesna rol oynamıştır. O dönem II. Mehmet, Rum medeniyet havzasının siyasi iradesini temsilen Kayser-i Rum olarak ilan zuhur ettikten hemen sonra kabul ettiği ve ilelebet payidar kalacağına ve her daim yürürlükte olacağına vurgu yaptığı Kanunname ile Türklerin asli kurucu unsur olduğu Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasına ait kültürel açıdan hayati önem arz eden bazı resmi ayin ve merasimleri o cümleden Nevruz Bayramını yasaklamıştır. Bugün İran başta olmakla bütün Türk dünyasında kutlanan Nevruz Bayramı, Türkiye’de Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının yöresel unsuru sayılan Kırmancılar dışında içtenlikle kutlanmaması bundan kaynaklanmaktadır.

10. Safevî Devleti (1501-1722)

Tarihen Avrasya’yı kapsayan Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının dönem itibarıyla en büyük edebi, siyasi ve askeri dehası sayılan, Avrasya’da Türklerin başına ant içtikleri, “Şah Dede” olarak hitap ettikleri Şah İsmail, 16. asrın başlarından itibaren Sultan Hasan’la olan kan bağına ve Timurluların hukuki devlet vârisliğine dayanarak, büyük devlet yapılanmasına gitmiş ve Safevî devleti’nin esasını koymuştur. Safevi’lerin devlet ve fikri yapılanması, 1925 tarihine kadar, Avşar ve Gacar devletleriyle sürdürülmüştür. Safevî devletinin kurucusu Şah İsmail Hatayi, son padişahı ise Şah Sultan Hüseyin olmuştur. Safevî’ler de diğer merkez siyasi iradeyi temsil eden Türk devletleri gibi Tebriz’i kendi başkentleri yapmışlardır. Safevî-Osmanlı (Kayser-i Rum) savaşları ve Moskova Knyazı Sezar-i Rum ile devam eden soğuk savaş tehditleri karşısında başkentin Kazvine, daha sonra ise İsfahan’a intikal ettirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Başka bir ifade ile Tebriz’in başkent olmaktan çıkarılmasının en önemli sebebi, Batıdan Osmanlı Rum Kayserinin ve kuzeyden Türk toprakları hesabına büyüyerek gelen Sezar-i Rum’un – Çar Rusya’sının tehditleri karşısında Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının merkez siyasi iradesinin korunup devam ettirilmesi için İsfahan’a taşınması zorunluluğu doğmuştur. Kayser-i Rum (Osmanlı) ile Sezar-i Rum’un (Çar Rusya’sı) Rum medeniyet havzasının bayraktarları olarak birbiri ile büyük rekabet içinde olsalar da Türklerin hâkim ve asli kurucu unsur oldukları Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının merkez siyasi iradesinin ortadan kaldırılması ortak hedefleri olmuştur. Bunun içinde hem kuzeyden Sezar-i Rum -Çar Rusya’sı hem de batıdan Kayser-i Rum – Osmanlı, masum Türklere karşı amansız bir siyaset tatbik etmiştir.

Modern Türk tarihçilerinin özellikle Atatürk’ün Türk tarih tezinden imtina eden, Türk İslam Sentezini çalışan, onu ön plana alan tarihçiler ve siyasilerin Türklüğün merkezi olan İran’ın, Fars denilen uydurulmuş millet adına mal etmesi ve Türkleri yok saymasının en esas nedeni, bu tarihi gerçeklikleri çarpıtmaktır. Türk’ün merkezi konumunda olduğu İran’ı, Farsa mal etmekle Türklerin hâkim ve asli kurucu unsur olduğu Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasına karşı Kayser-i Rum olarak ilan-i vücut eden ve yaklaşık 350 yıl Türkler için amansız düşmanlık eden Osmanlıları Türk ve Türklüğün merkezi olarak dikte etmektir. Buda açık şekilde İran ve Azerbaycan Türklüğüne en hafif halde saygısızlık, yok saymak ve arka çevirmektir. Büyük, müreffeh ve güçlü Türk Birliği istiyoruzsa, bütün bu tarihi konular, birincil tarihi kaynaklar esasında yeniden objektif şekilde ele alınarak çalışılmalıdır ve çalışılacaktır, çünkü biz güçlü, müreffeh ve büyük Türk birliğinden vaz geçecek değiliz…

11. Avşar Devleti (1736-1802)

Nâdir Şah Avşar’ın, Şiî-Sünnî olarak lanse edilen kavgalara yaklaşımı ve bunun çözümü için yapmış olduğu girişimler, günümüz açısından da oldukça büyük önem arz etmektedir. İran ve Osmanlı uleması arasında 1159’da (1746) Necef’te müzakereler yapılmış, bir mutabakat metni imzalanarak mezhep üzerinden yürütülen davanın ortadan kalkması için Nâdir Şah Avşar tarafından önemli ve ciddi adımlar atılmıştır.

Nâdir Şah Avşar’in I. Mahmud’a yazmış olduğu mektupları birer birer gözden geçirdiğimizde ilginç bir faktı tespit ediyoruz; Nâdir Şah Avşar, I. Mahmud’un Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının 15. yüzyılın ortalarına kadarki resmi evraklarında geçen Osmanoğulları’nın “Gemici Türkmen Tayfası” olduğunu, II. Murad’ın emri üzerine Ali Yazıcızade tarafından iktibas yolu ile yazılan “Selçuk Name” eserinde “Kayı Boyundan olan Türkmen” ve Ahmedi’in ise “Türkmen” olarak kaydettiğini göz önünde bulundurarak, Osmanlıları kardeş olarak hitap etmiş ve Türk/Türkmen’lik üzerinden güçlü bir birliğin oluşturulması için oldukça büyük enerji sarf etmiştir. Maalesef I. Mahmud ve çevresindeki Rum kökenli gayri Türk bürokratlar ve Arap kökenli ulemalar buna karşı olmuşlardır.

Nâdir Şah Avşar’ın Türk-İslam Anlayışı, günümüz Türk dünyasının birlik ve bütünlüğü için en önemli örnek teşkil etmektedir.

12. Zendiye Hükumeti (1750-1794)

Kerim Han Zend, tarafından esası koyulan hükumet, büyümede yetersiz kalmış ve Şiraz merkezli bölgesel yapı da olmuştur. Kerim Han Zend’in Şiraz’da hâkimiyeti ele almasına rağmen sonuna kadar Horasan, Avşar sülalesinin egemenliği altında devam etmiştir.

Kerim Han Zend dönemi en önemli devlet sorunu, Kerim Han Zend’in soy itibarıyla halis Türk ve asilzade olmaması olmuştur. Baba tarafından Lor kökenli Zend ailesine mensup olduğuna dair ileri sürülen iddialar, onun İran’da halk tarafından bir Hakan ve Padişah gibi kabul edilmesine mâni oldu. Devlet Keneşi ve Ağ Sakallar Şurası’nın esas dilinin Türkçe olmasına ve resmi diyalogların esasen Türkçe yapılmasına bakılmaksızın, halis Türk olmadığına dair yayılmış fikirlerin hâkim olması yüzünden “İnak Oğlu Çoban Kerim” hitap edilerek aşağılanmıştır. Sonunda Kerim Han Zend, kendisini Büyük Han veya Padişah olarak ilan etmekten imtina etmek zorunda kalmış ve tebaaların vekili anlamında kullanılan Vekil-ül-Rüeya lakabını benimsemiştir. Yeri gelmişken kaydedilmelidir ki, Kerim Han Zend, Lor kökenli olarak kaleme verilmiş olsa da aile üyelerinin adları hep Türkçe olduğunu tarihi metinlerden öğreniyoruz, o cümleden babasının adı İnak, amcasının adı Budak, annesinin adı Beyimağa ve eşi Hadice beyim Ağa Muhammed Han Gacar’ın teyzesi olmuştur.

Kerim Han Zend döneminin kültür havzası ve devlet açısından en önemli beceriksizliği, ülkenin güney sularında İngilizlerin ve kuzeydeki Hazar denizinde Rusların etkinliklerinin artmasına neden olan antlaşmaları imzalaması olmuştur. Rusların kuzeyden, İngilizlerin güneyden nüfuzlarını artırması bu dönemden itibaren başlar ve bu mesele Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının tamamen sekteye uğramasında ve devlet olarak çöküşe sürüklenmenin esasını teşkil eder.

13. Qacar/Qecer/Kaçar Devleti (1794-1925)

Türklüğün ön planda olduğu, Cengiz Han, Emir Timur ve Safevi devlet varisliğine dayanan Devlet’i-Aliye-i Gacar, Büyük Ağa Muhammed Han Gacar tarafından esası koyulmuş ve en son padişahı ise 1925’de azledilen Ahmet Şah Gacar olmuştur. Gacar sülalesi, resmi devlet kaynaklarına göre Büyük Cengiz Hanın sağ cenah ordu komutanı Garacar Noyan neslindendir. Garacar Noyan adı zamanla Gacar olarak telaffuz edilmiştir. Bizim şahsi mülahazalarımıza göre Gacarların kendilerini Cengiz Hanın sağ cenah ordu komutanı Garacar Noyana bağlamaları esasen siyasi yaklaşım olmuştur, çünkü Cengiz Han ve Emir Timur Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının siyasi iradesini temsil eden ve ona tabi olan toplum için İslam sonrası en büyük siyasi ve nizami/askeri şahsiyetler olarak kabul görülüyordu. Aslında Gacar sülalesi, Azerbaycan ve Horasan kökenli Hazar tayfasına mensup olmuşlardır. Bu fikri daha sonralar İran’ın en önemli tarihçilerinden sayılan hürmetli Şirazlı Abdullah Şahbazi de kabul eder.

Yeri gelmişken kaydedilmelidir ki, Gacar’ların Türkiye tarihçiliğinde Kaçar olarak yazılması oldukça yanlıştır ve doğrusu Garacar Noyan adından ortaya çıktığı ve Gacar olarak kaydedildiğini göz önünde bulundurarak Gacar gibi telaffuz edilmeli ve yazılmalıdır. Birde unutulmamalıdır ki, 1990’lardan sonra Azerbaycan Cumhuriyetinin ikinci kurucu Cumhurbaşkanı Ebulfezl Elçibey’in Türkiye’ye yönelik kullandığı “İki Devlet Bir Millet” fikrinin kurucu babası ve ilk gündeme getireni Gacar padişahı Muzaffereddin Şah (1853-1907) olmuştur. Gacar devleti, kenar müdahalelere karşı Osmanlı ile stratejik ittifak oluşturmayı her daim devlet siyaseti olarak ön planda tutmuştur, maalesef Osmanlı böyle ciddi bir ittifakın kurulmasına yönelik ciddi adım atmaktan çekinmiştir. Gacar-Osmanlı ittifak stratejisi Muzaffereddin Şah döneminde daha çok gündeme gelmiştir. Hatta Gacarların son padişahı Ahmet Şah Gacar ile son Osmanlı Padişahının kızlarından birinin evlendirilmesi bile Gacar devleti tarafından gündeme getirilmiş ve ciddiyetle takip edilmiştir. Kan birliğinin oluşturulması ve Türklük üzerinden güçlü bir birliğin teşkil edilmesi Gacar devleti için stratejik bir hedefti, ancak Osmanlı zümresinde böyle bir irade yoktu…

Nitekim Gacar devletinin tahmil edilen korkunç bir soykırım sürecinin ardından 1925’de ortadan kalkması ile Horasan/Azerbaycan medeniyet havzası hem De Facto hem de De Jure olarak ortadan kalkmıştır. Tarihen Avrasya’yı kapsayan Horasan/Azerbaycan medeniyet havzası, tahmil ve tahkim edilen yeni modern ulus-devlet dönemi ile tamamen çökmüş ve onlar birbirine karşı oluşan kültürel ve siyasal birimlere parçalanmıştır.

Yazar

Rahim Cavadbeyli

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

1 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.