Yükleniyor...
Memleket yangın yeri. Yangını çıkaran biziz.
Yaşadıklarımız âfet ama tabiî âfet değil. Âfetlere karşı tedbir düşünmek insanlığın savunma refleksinin gereğidir. Hayret ki bizi o tedbirlerden de alıkoyan âfet yaratıcılığın fren mekanizmaları var. Derin düşüncelere gerek yok. Yüzünden bakınca bile yaradılışa ters bir durum var. Nehrin suyu tersine akıyor.
Savunmasız görünüşümüzün sebeplerini düşünmek zorundayız. Ne oldu da böyle oldu? Sözü doğrudan söylemenin zamanıdır diyorum ya, benim senin üslubumla söylenmesi yetmez. Ne yaşadığımızın anlaşılması ve topluma en kısa yollardan anlatılması lazım.
Şimdiki hipnozcuların kullandığı üstün güç dindir. Dikkatinizi isterim, korkuya dayanan bir dinden geçinenler tam bir korku iklimi yarattılar. Cehennem ve zebani dini ancak cehennemler yaratabilirdi. Dünyada da bizde de öyle oldu. Bunu konuşmadık, tartışmadık. Beşerî bilimlerin binlerce akademisyeni, aydınlar olanı biteni analiz etmediler. Taraf olduk. Ya orada ya burada saf tuttuk.
Kör taraftarlıklar canımıza okuyor. Bakın şimdi Cumhuriyet kutlamalarına, kamplardan sloganlar bağırılıyor. Ya Atatürk’ü ve getirdiği Cumhuriyet rejimini kutsuyoruz ya da karşısında lanetleyen bir yerde duruyoruz. İkisi de yanlışın yanlışı. Olumlu düşünceye yer kalmıyor. Yalnız kısır çekişme doğuruyor. Cumhuriyetçiler de dinciler gibi aynı dar kafada donup kalmışlarsa ilerilik bunun neresinde? Bu toplum düzelebilir mi? Burada hak hakikat yeşerir mi?
Birbirini besleyen ve katıksız zarar doğuran bakışlarla çevriliyiz. Erdoğan devrinde olanlar yakın tarihlerde hiç görülmedi, diyoruz. Evet, bu derecesi hiç yaşanmadı. Doğru da neden böyle olduğuna bakacaksınız. Görünen ilk sebep belli: Kendi din anlayışlarını dayatanlar Türk devletinde hiç başa geçmedi de ondan yaşanmadı.
Hemen “Ya Osmanlı?” diyecekler olacak biliyorum. Bir kere Osmanlı din devleti değildi. Şeriat devleti de değildi. Dinin belirleyici olduğu Ortaçağ devletlerinin en akılcısıydı. Onun için en az üç yüz yıl dünyanın açık ara en büyük gücü oldu. Evet dinin ağırlığı vardı ama asıl olan devlet geleneğiydi. Düşünün, devlet fikrine dayanarak evlatlarını boğazlayanlar başka bir otoriteyi dinler mi? Türk tarihinin en büyük ismi Fatih’in, devleti bir ve bütün tutma kanunu bu kadar katıydı. Devlet, aykırı hareketleri isterse dinden gelsin, çiğner geçerdi. Türkiye bunları da bilmiyor.
Dinin toptancılığı diğer bağlılıklara benzemez. İnsafın ve vicdanın askıya alınması da din emri ve Tanrı buyruğu gibi sunulursa orada her şey mubahtır. Elkaide’den İşid’e o kafalar böyle çıktı. Bizdeki cemaat yapılanmalarının ve diğer dinden yürüyenler, onların bir tık gerisinde.
Yaşadık, yaşıyoruz. Tanrı’ya dayandığını söyleyenlere her alanda kandık, kanıyoruz. Cami cemaat derken sosyal ağlarını kurdular. Hedefleri din iman, iyi insan olma ve toplumda iyiliği yayma değil, devlete hâkim olmaktı. Siyasete girdiler, bizden güç istediler ve buyurun dedik. Uzun yıllar etkili, yetkili ve sorumsuz halde başımızdalar. Evet, sonsuz yetki sıfır sorumlulukla. Saltanat devirlerinde de böyle bir idare yoktu. Türk sultanları kanunlarla sınırlıydılar. Bunlara kurallar işlemiyor. Böylesi görülmüş şey değildi. Bu sorumsuzlukla insanın düz yolu şaşırması mukadderdi ve halkını sefil hallere düşürmesi kaçınılmaz sonuçtu. Şimdi oradayız.
Halk günlük yaşar. Davranışları günlük hayatın ihtiyaçlarıyla sınırlıdır. Fizik ihtiyaçlarını da aşan ve kontrol eden bir üst değer adına harekete geçirilirse iş değişir. Din ve devlet onlardandır. Doğrusuna yanlışına bakılmaz. Yeter ki inanılsın. Peşinden gidilir. Türk toplumunun karakteri budur. İşte başımıza iş açan da bu üstün meziyet sayılacak tâbî olma duygumuzun kullanılmasıdır.
Bu millî karakter özelliğimiz yüzünden tapınmaya varan bağlanmaların getirdiği körlüklerin kıskacındayız. İyi ki tarihte iyi değerlendiren büyük isimlerle var olduk. En son Gâzî Paşa örneğini gördük. Kendisi için yapmadı ve kendisi için yaşamadı. Onun çok yönlü dehasıyla büyük bâdireler atlattığımız gün günden daha çok anlaşılıyor.
Gâzî Paşa böyle de Paşacılar değişiyor. Türk’ün bağlanma özelliğini yanlış anlayarak, yanlış kurgulayarak başımıza işler açılmasına sebep olanları çok. Osmanlı Türkiyesinde bile katı dinciliğin devlet hayatına egemen olması söz konusu değilken şimdi merkeze gelip oturdularsa Kemal’i anlamayan Kemalizm’in rolü büyüktür. Dinden geçinenleri, yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla, Atatürkçü olduğunu sananların açtığı yolla, bela ise başımıza biz bela ettik.
İstiklâl Harbi’ni Osmanlıya karşı vermişiz gibi gösterenler onlardandır. Akla ziyan iştir. Dikkat edin, İngiliz’i, Fransız’ı, diğer büyükleri ve Yunan’ı anan yok. Varsa yoksa işgal dönemindeki İstanbul’un zavallı padişahına ve Osmanlı’ya saldırı. Tarih bu mudur ve tarihe böyle mi bakılır? Kendi tarihini doğru anlamak tamam. Ama nefret üzerine kurulu bir kafadan iftihar duygusu ve zafer neşesi çıkmaz. Çıkmaz.
İktidar uman CHP öncelikle bu kafayı düzeltirse Türkiye’de çok şey değişir.