Yükleniyor...
Geçtiğimiz günlerde Millî Düşünce Merkezinin genel başkanı Hakan Paksoy hocamın bir telefonuyla irkildim. Telefonu açar açmaz;
-Emirhan, sen Ahmet Bican hocaya ne yaptın?
sorusuyla karşılaşmayı hiç beklemediğimden, saniyenin onda biri kadar bir anda buz kesildiğimi hissettim. “Ben Türkolojinin Pîri Ahmet Bican hocama ne yapmış olabilirim?” sorusuna zihnimde hızla yanıt ararken telefondaki ses, “Her ne yaptıysan yapmaya devam et! Hoca yeni romanında seni ana karakterlerden biri yapmış, tebrik ederim.” deyince rahatladım. Hocama teşekkürlerimi iletip hemen kitabı sipariş ettim. Millî Düşünce Merkezinin çevrim içi toplantısında hocamla sohbet ederken bu durumdan ne kadar etkilendiğimi ve onore olduğumu dile getirdim. Hocam, her zamanki tok sesiyle, “Kitabı oku! Sana bir talimatım da var o talimatı yerine getir.” buyurunca kitabın elime ulaşmasını iple çekmeye başladım. İşte bu yazının başlığı, hatta bu yazının kendisi bile romandaki o talimatın neticesidir. Uzun zamandır yazı yazmadığımı fark eden hocamı, sırf yazı yazayım diye romanında bunu belirtmek zorunda bıraktığım için mahcubiyetimi ifade etmek istiyorum. Hikâyenin akışında hafifçe üstü kapalı olarak ifade edilen imalarla hocamla aynı aile nesebine bağlandığım bu romanda, Emirhan karakterinin kullandığı ifadelerle ve davranışlarla bu denli ayniyet kesp edeceğimi tahmin etmiyordum. Lâkin hocamın Türk dilini ustalıkla kullandığı kadar iyi bir karakter gözlemcisi olduğuna kendim üzerinden şahit oldum. Romandaki Emirhan ne zaman ağzını açsa hakikaten o durumda bende aynı sözleri söyler aynı tepkileri verirdim diye düşündüm. Zaten naçizane beni en çok etkileyen de romanın ana karakterlerinden biri olmak değil, hocamın beni tecessüs ederek bir roman karakterine dönüştürmesi oldu.
Ahmet Bican hocamın “Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata” romanının devamı niteliğindeki bu kitap, Kıbrıs’tan Türkistan coğrafyasına uzanan bir macera novellası olma özelliğini taşıyor. Kitap, Doğu Türkistan davamıza vurgu yaptığı kadar medyada adlarını duyup işitmediğimiz Afganistan Türklerine de olay akışı içinde hayati görevler vermiş. Sadece Afganistan değil Rusya Federasyonu içindeki Türklere de temas eden olaylar zinciri, okuyucuya, Turan coğrafyasının bağımsız Türk devletlerinden ibaret olmadığı bilincini aşılıyor. Turan bilinciyle beraber Türkçe’nin derinlerine inerek lehçeler arasındaki ortak kökleri hatırlatan diyaloglar, okuyucuya hem maceralı hadiselerle Türkçe aşkı aşılıyor hem de Turan’ı gezdiren bir âleme sokuyor. Nevai’den Fuzuli’den, Yetik Ozan’a Türkçe’nin güzel sesleri, şairlerinin bercesteleriyle tatlanan roman akışı, çeşitli Türk lehçelerinden ödünç alınan kelimelerin kullanımıyla okuyucuyu bir Türk dili şölenini içinde yaşatıyor. Daha fazla ayrıntı keşfederek Kıbrıs’tan Hawaii’ye Altın Taç’ın peşine düşüp bir Turan seyahatine çıkmak isteyenler, kitabı sipariş ederek geldiği gün okuyup bitirebilir ve hatta o gece rüyalarında bir bozkurtun peşinde yürüyebilirler. Öyle bir durumla karşılaşırsanız mühim olan “Börü börü kut börü/ Meni koy, unut börü/ Börü börü kut börü/ Yagılarını tut börü[1]”demektir. Tüm okuyucuların aklında bulunsun…
Son olarak kalemiyle tüm Türk dünyasını birleştiren Ali Şir Nevai’nin varisi Ahmet Bican Ercilasun hocama haddim olmayarak yazdığım bir Nevai naziremsisiyle teşekkür etmek istiyorum.
Nevai açmış lisan-ı Türk’tür rahlem
Bican Nevai giyinip olup bastı kadem
“Türk nazmıda çü min tartıp alem
Eyledim ol memleketni yek kalem”
….
O rahle ki ayağı Kıbrıs’tan Türkistan’a dır
Açıldı bilim ile, anahtarı Ercilasun’dadır
“Dehr ara şeh çü Türk vakidür
İl ara Türk lafzı şayidür”…
[1] Börü(bozkurt) börü mübarek börü/ Beni bırak, unut börü/ Börü börü mübarek börü/ Düşmanları tut börü!