Yükleniyor...
Şairdi, düşünürdü, siyasetçiydi. Karakteri sağlamdı. Sadeliğiyle büyüktü. Menfaatsiz-isteksiz-ihtirassız oluşuyla bilindi ve sevildi. Düz görünen dalgalı hayatında ıstırabı derindi. Bu derinliğin ağır sonuçlarını yaşayacak, gösterecek ve anlatacaktı.
Onu aydın yalnızlığı içinde yalnız gördük. Hâlbuki akıp giden hayatın içindeydi ve oradan konuşurdu. Kendince bir gerçekliği yakalar, söyler ve yaşardı. Hayatın her alanına girmek isteyişinin hududu yoktu. Parti kurmasını böyle anlamak lazım. Derdini siyasî etiket altında da söylemek isteyen sancılı bir ruhun giriştiği iştir. Üç yıl içindeki birkaç siyasi konuşmasını okudum, dinledim. Her biri bir entelektüel bildiri gibiydi. “İslâm dünyasında idareciler fena, bizdekiler en fenası…” diyecek kadar net cümleleri bugünü söylüyordu. İslamcı görünen bir idare var deyip susmuyor, dini tutamak edinmelerinden rahatsızlığını da açıklıyordu. Tıpkı Diriliş dergilerinde ve kitaplarında yaptığı gibi, tıpkı şiirleri ve fikir yazıları gibi bu siyasi konuşmaları da, düşündüğünü söyleyen namuslu aydın tavrının örnekleriydi.
Aydın dediğin düşündüğünü söyler. Anladığınız kadarıyla değerlendirir, katılır veya katılmazsınız. Yok sayamazsınız. Etiketi önemlidir ama düşünceleri kadar söyleyişlerine, diline ve üslubuna bakarsınız. Mesela ben, Sezai Karakoç’un insan ve toplum tasavvurunu anlarım ama katılmam. Dolayısıyla din görüşüne de mesafeliyim. Ondan alacaklarımı alırım. Zaman en iyi ölçücüdür. Ölçü belli: Dinlisine dinsizine bakılmaz, ne dediğine bakılır. Âkif ve Fikret örneğindeki gibi hepsi bizimdir. Ne iyi ki edebiyat derslerinde ikisini de okutuyoruz.
Sezai Karakoç, yolunda değilse de izinde yetiştiği Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü’nden büsbütün farklı bir fikir kurgusu içinde görünür. İkisinin benzerliği aransa zor bulunur. Üslup şehvetiyle güzel söyleyen-bağıran bir Necip Fazıl’la, kendince anladığı dinin mesajlarını üslubunca söyleyen Sezai arasında ruh benzerliği yoktur. Onu bu tarafıyla Âkif’e yakın görürüz. Sağlam inanışla, dünyaya, makama-mevkiye, kadına-paraya iltifat etmeyen bu ikisidir. Aynı şekilde düşünmeyenlerin de saygı duyacakları şahsiyetlerdir. Fikirleri tartışılır ama neredeyse defosuz yaşamışlardır. Beni Sezai Bey’e çeken, şiiri ve düşünüşü yanında Mehmet Âkif’i hatırlatan bu yüksek karakteridir.
Sezai Bey iyi şairdir. Yedi Güzel Adam vitrinlemesi onun için bir değer ifade etmez. Diğerleri vasata yakın, en fazla vasata kadar çıkabilen isimlerdir. Sezai Bey, vasatın üstündedir ve dikkatle inceleyince bugünün dünyasında zor yetişebilecek değerdir. Ergani’den, kale dizdarlarının torunudur. Bereketli Diyarbakır toprağının, Türklüğü temsil kudretindeki Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Ali Emîrî, Câhit Sıtkı Tarancı gibi büyükleri silsilesinde yeri olacak adamdır.
Şiirde tuttuğu yol bellidir. Tatsız tuzsuz, köksüzlüğüyle eskiyi görmeyen, bilmeyen, üstelik bu cehaleti meziyet sayan İkinci Yeni akımındandır. Yalnız, şiiri ve düşünüşü İkinci Yeni içinde ayrışır. Farkı, Fransız Edebiyatı üzerinden Batı yanında Türk edebiyatını bilmesidir. Türk şiirini tanımayan, özellikle aruz bilmeyen ve Divan şiirinin zevkine varmayan Türk şairi olamaz. Evet olamaz. Sezai Karakoç’un şiirinde ses ve istif özellikleri şiirimizin-edebiyatımızın geçmiş dönemlerini bilmesinden gelir. Attila İlhan gibi o kaynaktan da beslenir. Gelenekten kopuk bir yeni değildir.
Kültürde, dilde devam fikri milletler için önemlidir. Sezai Bey’in, bu devam fikrini baltalayan, üstelik Arapça, Farsça derken dinî kavramlara da savaş açan Arı Türkçecilik taraftarı olmasına şaşanlar haklıdırlar. Bu tavrından ve İkinci Yeni mensubiyetinden dolayı sol kesim tarafından yok sayılmamış hatta benimsenmiş bir şair ve yazardır. Pakdil ve diğer İslamcı görünen takipçileri de öyledir. Bu tür paradoksları da zaman çözer.
Sezai karakoç’un çok sevildiği vefatından sonra herkesçe görüldü. Bu sevginin belki bir yarısı Mona Roza ve Ey Sevgili şiirleri üzerindendir. Niçin güzelim Türkçesiyle Gülüm demek varken Mona Roza dediği benim için önemli bir ipucudur. Konuşulacak bir meseledir. Bir dikkatimi daha söylemezsem olmaz: Dilinde İkinci Yeni kekreliği vardır. Düşünce yoğunluğuyla birleşen nesirlerinin dili böyledir. Güzel ve akıcı bir Türkçe’yle yazdığı da olur.
Kültürü geniştir. Diriliş dediği aydın hareketidir, kalabalıklarla uğraşmaz, seçkinler yetiştirmek ister. Şairliği yanında öne çıkarılacak tarafı budur. Her idealist gibi bugünden çok geleceğe konuşur. İslâm Milleti gibi ütopik bir kurgu üzerinden yürümesinin uygulanacak bir model olmayacağı açık.
Dediğim şudur: Neye inandıysa sağlam inanan, neyi söylediyse içten söyleyen bu çok yönlü şahsiyete ben karakteri itibariyle saygı duyarım. Bundan sonra onu yaşama prensipleriyle anlayacak derinliği göreceğimizi ümid edebiliriz. Tabii, içi boş, cehalette yüzen, maddeye düşkün, uçkuru ile midesi arasına sıkışan, ahlak tanımayan İslamcılığın ideolojik darlığına onu da kurban vermezsek.