Teröre karşıyız. Ya, terörün fikrine?

Fikirleri, kavramları bir yana bırakıp sırf insanlarla uğraşmak ve bu uğraşmayı da “Bana itaat ediyor.”, “Bana muhalefet ediyor.” diye iki basit kritere dayandırmak hastalığı, sadece iktidarda yok. Katiyen demokratik olmayan partiler kanununun izin verdiği, hemen bütün liderliklerimizde bu illet var. 


Paylaşın:

Çok tekrarlayıp sizi sıkmış olabilirim: Küçük zekâlar insanları, orta zekâlar olayları, büyük zekâlar kavramları tartışır.

Türkiye hangi terör örgütleriyle mücadele ediyor? PKK ve FETÖ değil mi? Nasıl mücadele ediyor? Bunların mensuplarını teşhis edip, yakalayarak… Peki, siz hiç bizim PKK’nın veya FETÖ’nün fikriyle, yani bu örgütlerin piyasaya sürdükleri kavramlarla mücadele ettiğimizi duydunuz mu?

Bu tespiti ilk defa rahmetli bakanım, sevgili kadim dostum Sadi Somuncuoğlu’ndan duymuştum: “Ne PKK’nın ne de FETÖ’nün fikriyle mücadele ediliyor. Sadece mensuplarının peşine düşülüyor.”

Fikirle mücadele karşı fikirle olur; eğer varsa.

Menzilimiz bir mi ne

Çözüm süreci sırasında gerçekten silah bıraksalardı, bizim PKK ile veya PKK’nın yapmak istediğiyle, PKK’nın fikri ve PKK’ya ait kavramlarla bir sıkıntımız olmayacaktı anlaşılan. O günleri hatırlayınız. Davet üzerine sınırın öbür tarafından, bir fetih havasıyla, gelen PKK’lıları çadır mahkemelerine çıkarmıştık. “Pişman mısınız?” diye sormuştuk. “Hayır, pişman değilim!” diyenlere, “Yok yok pişmansınızdır, vallahi. Yaz kızım, ‘Pişmanım!’ dedi.” diye salıvermiştik. “Size engel olan, güçlük çıkaran devlet görevlileri varsa bildirin, icabına bakalım.” demiştik. Bütün mesele, insanlar ve olaylardı. Hedefleri, propagandaları, iddiaları, fikirleri ne olursa olsun.

Ya FETÖ? İktidarı devirmeye kalkışana kadar onun ismi FETÖ değil, “Muhterem Hocaefendi” idi. Biliyorsunuz “Ne istedilerse vermiştik.” ve “Menzilimiz birdi.”

“Menzilimiz birdi.” ne demektir? Aynı hedefe yürüyorduk demektir. Menzil, ev, yuva, gidilecek, varılacak yer, velhasıl hedef demektir. Demek ki FETÖ’nün fikirleriyle bir sorunumuz yoktu. İktidarı önce yolsuzluk ithamıyla hırpalayıp sonra da darbe ile devirmeye kalkışmasalardı, bu sorunsuz gidiş sürüp gidecekti herhâlde. Hatırlayın: Suç örgütünün, suç örgütü oluşunun miladı var: 17- 25 Aralık. Bu milat ne? İktidara muhalefet ediş tarihi.

Tahakküm ve itibar liderliği

Zekâlarla ilgili özdeyişte, kendi kendimden kopya çekiyorum. Hadi biraz daha çekeyim ve eski yazılarımdan birinden aktarayım: İki tarzı riyasetten bahsetmiştim. Hükmetmeye, tahakküme dayanan bir liderlik. Buna “tahakküm lideri” demiştim. Bir de fikirleriyle, entelektüel birikimi ve etrafında yarattığı sevgi halesiyle liderlik edenden. Buna da “itibar lideri”, “saygın lider” demiştim. Bu iki riyaset tarzının en önemli farkı şuydu:

“Tahakküm liderinde önemli olan, fikir veya sevgi değil, kendisine tâbi olunmasıdır. Onun için bugün bir fikri, yarın bambaşka bir fikri savunabilir. Muhaliflerine fikirlerinden dolayı değil, kendisine tâbi olmadıklarından dolayı düşmandır. Fikri zıt da olsa boyun eğeni kabullenir, fikri aynı da olsa muhalifi reddeder. Saygın tipi fikre, sevgiye dayanır. Onun için fikirlerinin tutarlı olması, davranışlarının fikirlerini nakzetmemesi gerekir. Zavallı saygın, bugün ak dediğine yarın kara diyebilme hürriyetinden mahrumdur.”

Fikirleri, kavramları bir yana bırakıp sırf insanlarla uğraşmak ve bu uğraşmayı da “Bana itaat ediyor.”, “Bana muhalefet ediyor.” diye iki basit kritere dayandırmak hastalığı, sadece iktidarda yok. Katiyen demokratik olmayan partiler kanununun izin verdiği, hemen bütün liderliklerimizde bu illet var.

Merkez partisi ne demek?

Bir partinin ileri gelenleriyle, gayrı resmî bir buluşmadaydım. Bir kahvehanede konuşuyorduk. İçlerinden biri, partisinin merkeze çekilmesi gerektiğini söyledi. Ben öteden beri bu “merkezci” fikri anlamam. Sağcı, solcu, muhafazakâr, demokrat, diktatörcü, komünist, faşist… Hepsini kavrayabiliyorum. Fakat “merkezci”nin ne demek olduğunu anlayamıyorum. Belki bir tarifi, “Yukarıda sayılanların hiçbiri.” diye yapılabilir. Bu da pek tarif sayılmaz. Fikir veya kavram, hiç mi hiç sayılmaz. Onun için sordum: Partiyi merkeze çekmenin yolu nedir? Bu merkeze çekme işini nasıl yapacaksınız? Aldığım cevap şöyleydi: Merkezdeki arkadaşların kimler olduğu biliniyor. Onları yönetim mevkilerine getirirseniz, partiyi merkeze çekmiş olursunuz.

O tarihte, bunun, “Onu seçme beni seç.” anlamına geldiğini düşünüp susmuştum. O anlama geliyordu tabii, fakat bu tutumun bir başka anlamı daha vardı: Önemli olan fikirler değil, kişilerdir. Kişi ne kadar fikirsizse o kadar makbuldür. Öyle ya, merkezde demek, “yukarıdakilerden hiçbiri” demektir. Yukarıya başka fikirler de ekleseniz, merkez ondan olmamalıdır. Yoksa ocu, bucu, şucu olur. Merkez hiçbir şeyci olmak zorundadır.

____________________________

Sansür rubaisi

Bu yazıyla ilgisi yok gerçi… Bir dostum, ismiyle müsemma İrfan Yalçın Bey kardeşim, rahmetli dev şairimiz Arif Nihat Asya’dan bir rubai hatırlamış. Niye hatırlamış bilmiyorum ama şu işe bakın ki ben de hatırladım ve hatırlatmak istedim:

Sessizce düşünsek duyacaklar bir gün.

Olmazları olmuş sayacaklar bir gün.

Onlar bu vehimle ellerinden gelse

Rüyalara sansür koyacaklar bir gün.

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar