Türk Milletinin büyük evladı ATATÜRK

Yirminci Yüzyılın dahisi, Türk Tarihinin en büyüklerinden birisi olan Atatürk, bütün kararları isabetli çıkan komutan, iyi bir insan, vefalı ve ilgili bir dost idi. Çevresindeki garibanları da gözetti. Hep Türk Milletinin içinde oldu ve onu gözetti. Ve bunları sessiz sedasız yaptı.


Paylaşın:
Türk Milletinin büyük dahisi Atatürk

Türk Milletinin hep içinde olan Atatürk, Gölbaşı’nda (Ankara) çobanlarla sohbet ederken.

Atatürk’ün üstün nitelikleri vardı. Zekâsı yüksek, çok iyi eğitim görmüş insanların çoğunda bu vasıfları göremeyiz.

1909 yılında Selanik’te görevlidir. Henüz kolağası yani kıdemli yüzbaşıdır.

Alman Mareşali Colmar von der Goltz Osmanlı hizmetindedir. Goltz Paşa Makedonya’daki Türk ordusuna tatbikat yaptıracaktır. Selanik’e gelmek üzeredir.

Üçüncü Ordu’nun Kurmay Kurulu’nda görevli olan Mustafa Kemal, Mareşal gelmeden önce ona sunulmak üzere Selanik civarında yapılması düşünülen tatbikatın planlarını hazırlar.

Üstü olan paşaları tatbikatın planını hazırladığından haberdar eder. Paşalar “Buraya gelecek olan Goltz Paşa, bizden ders almak için değil, bize ders vermek için geliyor” derler. Hayretlerini bildirirler.

İlber Ortaylı, Mustafa Kemal’in sert karakterli olduğunu, karşısındaki kim olursa olsun düşüncelerini açıkça söylediğini yazar. Paşalara “Büyük bir asker olan Mareşal Goltz’den istifade etmek, üzerinde durulacak bir husustur. Ancak Türk Erkan-ı Harbiye Kumanda heyetinin kendi vatandaşlarını nasıl müdafaa etmek lazım geleceğini gösterebilmeleri, elbette ondan çok daha mühimdir. Bir de buraya yorgun gelecek Mareşal’e fazla külfet yüklememek de münasip olacaktır kanaatindeyim” der.

Komutanlar düşüncelerini değiştirmemişlerdir. Mustafa Kemal bastırır. “Benim hazırlayacağım tatbikat planını Mareşal’e götürmek ayıp değildir. Bunun aksi ayıptır. Benim planım Mareşal’in fikrine uygun düşmez, Mareşal benim eserime ilgi göstermezse, kendi istediğini tatbik ettirmek onun elindedir. Fakat bütün Makedonya’ya şamil olan Türk kumanda heyetinin hiçbir şey düşünmez ve hiçbir savunma tedbiri almaz insanlardan oluştuğu zannını onda uyandırırsak işte Türklüğe ve Türk askerliğine yakışmayacak hareket bu olur” diyerek ısrar eder.

Mustafa Kemal’in hazırladığı tatbikat planı, Mareşal Goltz’a sunulur. Mareşal planı çok beğenir. Tatbikatı bu plana göre yaptırır.

Makedonya’nın savunması ile ilgili yapılacak tatbikatın planlarını üstlerinin muhalefetine rağmen hazırladığı tarihte Mustafa Kemal önyüzbaşıydı.

Dahi bir asker Atatürk

Birinci Cihan Savaşı’nda İtilaf Devletleri donanması Çanakkale Boğazı’nı geçememiş, önemli gemilerini boğazı savunan topçularımız batırmış, kalan gemilerini boğazdan çekmek zorunda kalmışlardı.

Denizden İstanbul’a ulaşamayacaklarını anlayan İtilaf Devletleri Kumandanları bu defa karadan İstanbul’a ulaşmayı düşünmüş, karaya asker çıkarmışlardı. Çanakkale’ye savunan ordunun komutanı Alman generali Liman Von Sanders Paşa, çıkarmanın Saros Körfezinden yapılacağını düşünüyordu. Savunma planının düşmanın Saros Körfezi’nden çıkarma yapacağı düşüncesiyle hazırlamıştı.

Arıburnu koyu ve Kabatepe’den karaya düşman asker çıkarmaya başlamıştı. Bu noktadaki Türk kuvvetleri yetersizdi. İtilaf Devletleri kuvvetleri ilerliyordu. Düşmanın ilerlemesi durdurulmazsa, savunma yarılır, Çanakkale düşer, İstanbul yolu açılırdı.

Mustafa Kemal, başkumandan Liman Von Sanders’e ve bağlı olduğu, kolordu komutanına ulaşamadı. İnisiyatifini kullandı hemen kararını verdi. Emrindeki 19. Tümenin 2 alayını, karaya çıkan ve tepeye doğru ilerlemesine devam eden İtilaf Devletleri kuvvetlerinin üzerine taarruza kaldırdı.

Bu tarihte henüz yarbaydı. Onun tam zamanında verdiği taarruz emri savaşın kaderini değiştirmiş, sonuçta düşman Çanakkale önünden tamamen çekilmiştir.

Atatürk’ün askeri dehası, ileri görüşlü devlet adamı olduğu dünyaca kabul edilmiştir.

Hasan Kundakçı Paşa’dan dinlemiştim: Şahap Gürler bir tarihte Tokyo’ya General Mc Arthur’u ziyarete gider. Mc Arthur Şahap Gürler Paşa’ya “Yüzyılımızın en büyük komutanı kimdir?” diye sorar.

Şahap Gürler Paşa tereddüt eder, birden cevap veremez.

Mc Arthur; “Yüzyılımızın en büyük askeri dehası, komutanı Atatürk’tür” der.

Atatürk deha sahibi bir komutan, çağını aşmış ve dünyanın nereye gittiğini gören ileri görüşlü bir devlet adamıydı. Fakat öyle bazı vasıfları vardır ki, devlet adamlarının çoğunda bu vasıfları göremeyiz.

Şimdi yazacaklarımın çoğunu Yılmaz Özdil’in “Mustafa Kemal” kitabından aldım.

Vefalı Atatürk

Milletine hizmet edenleri hiç unutmaz Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey Ermenilere soykırım yaptığı gerekçesiyle Nemrut Mustafa Mahkemesi’nce idama mahkûm edildi ve idam gerçekleşmişti. Ancak Kemal Bey suçsuzdu. Haksız yere idam edilmişti.

Atatürk Kemal Bey’i unutmadı. Şehit Kemal Bey’in çocuklarına aylık bağlattı. Çanakkale şehitlerimiz için, her yıl devrin en iyi mevlithanlarına Çanakkale’de mevlit okuturdu.

Atatürk Seyit onbaşıyı belki Çanakkale’de görmemişti. Seyit Onbaşı topçuydu. 18 Mart günü Çanakkale boğazına saldıran İtilaf Devletleri birleşik donanmasının Çanakkale Boğazı’nı geçme, İstanbul’a ulaşma ümitlerini suya gömen kahramanlardan birisi de oydu. Çanakkale’ye gittiğinde onunla özel ilgilenir, aratır, buldurur ihtiyaçlarını sorar, ihtiyaçları varsa karşılardı.

Etrafı ile ilgilenen Atatürk

Bir gün Ulus’a giderken Saman Pazarı’nda Kitapçı Ali Efendi’nin dükkânına uğradı. Dükkânın kepenklerinde çok güzel bir halının asılı olduğunu gördü.

“Bu kadar kıymetli bir halının burada ne işi var, kaç para kimin bu?” diye sordu.

Kitapçı Ali: “Emanet bırakanlar özellikle rica ettiler, müsaade buyurursanız isim bende kalsın, 40 lira istemişlerdi” diye cevap verince Atatürk ısrar eder, “kimin bu?” Ali Efendi açıklamak zorunda kalır. “Abdülhalim Çelebi Efendinindir”.

Abdülhalim Çelebi Efendi Mevlana soyundandır. Konya Mevlevi Dergâhı Postnişiniydi. Konya milletvekiliydi, Milli Mücadele kahramanıydı ve istiklâl madalyası vardı. Evindeki halıyı satacak kadar parasız kalmıştı, ama kapısı açıktı, geleni gideni ağırlamaya devam ediyordu.

Atatürk hüzünlenir, Yaverine “40 lira bırakın” diye emir verir. Ali Efendi’ye “Halıyı Abdülhalim Efendi’nin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Bu akşam evine kahve içmeye gideceğim bunu da bildiriniz” der.

Akşamüstü Abdülhalim Efendi’nin evine gider. Abdülhalim Efendi halıyı paketiyle kapının yanına koymuştur.

Kahveler içilir. Bu arada Abdülhalim Efendi “Paşam halıyı almışsınız, evime yeni geldi, müsaade buyurursanız, arabanıza koydurayım” der.

Atatürk elini kaldırır. Abdülhalim Efendi’nin sözünü keser. “Halı yine bizim olsun, sana emaneten bırakıyoruz, arada kahveye geldiğimizde onu seyrederek içeriz” diyerek halıyı odaya serdirir.

Abdülhalim Efendi halıya gözü gibi bakar. Rahmetli olduktan sonra halı mirasçıları tarafından Mevlâna Müzesine bağışlanır.

1931 yılında Mareşal Fevzi Çakmak’ın kızı Muazzez hanıma 10 bin lira düğün hediyesi verir. O gün için 10 bin lira büyük paraydı. Atatürk’ün de o günü kadar düğünlerde abartılı hediye verdiği görülmemiştir.

Mareşal Fevzi Çakmak paranın veriliş sebebini anlamıştı. Kızı Muazzez Hanım ciğerlerinden hastaydı. Yurtdışında uzun süre tedavi görmesi gerekiyordu. Fevzi Çakmak’ın bu masrafın altından kalkması mümkün değildi. Damadından da yardım isteyemezdi.

Mareşalin sıkıntısından haberdar olan Atatürk doğrudan kendisine verse reddedileceğini biliyordu. Bu sebeple yardımını düğün takısı olarak yapmıştı. Fevzi Çakmak, kızı Muazzez Hanım öldükten sonra olayın iç yüzünü ağlayarak anlatmıştı.

Hüseyin Cahit Yalçın Saltanatın kıldırılmasına ve Cumhuriyetin ilan edilmesine karşı çıkmıştı. Atatürk’e suikast girişimlerine adı karışmış, Çorum’a sürgüne gönderilmişti. Maddi sıkıntıya düştü. Milletvekili arkadaşlarını devreye soktu. Yazdığı romanların ve hikâye kitaplarının Milli Eğitim Bakanlığı tarafından satın alınmasını istedi.

Atatürk Hüseyin Cahit’in maddi sıkıntıya düştüğünü duyunca üzülür, “Maddi ıstırap çektirmeye hakkımız yok. Bakanlığın tahsisatı yeterli değilse, İş Bankası’ndaki paramdan bu kitapları satın alın” diyecektir.

Gariban dostu Atatürk

Nesip Efendi.

Nesip Efendi Sudan asıllıydı. Abdülhamid döneminde saraya seyis olarak girmiş, Meclis-i Mebusan’da müstahdem olarak çalışmıştı. Ankara’ya Meclis-i Mebusan’dan gelen milletvekillerinin tavsiyesiyle Çankaya Köşkü’ne kapıcı olarak alındı. Çalışkandı, işini yapar, kimsenin dedikodusunu yapmazdı. Riya nedir bilmez, olduğu gibi görünürdü. Atatürk’ün ilgisini çekti, eve alındı.

Kusur sayılırsa akşamcıydı. Akşamları kulübesinde tek başına demlenirdi.

Bir gece içkiyi fazla kaçırınca sızdı. Sigarası yere düştü. Kulübesi alev aldı. Polisler kulübenin yandığını gördü, koşarak yetiştiler, yangını zorlukla söndürdüler. Nesip Efendi’yi diri diri yanmaktan kurtardılar.

Başyaver Rusuhi Bey, kulübenin yanmasına sebebiyet verdiği için çok kızmıştı. Nesip Efendiyi Çankaya köşkünden kovdu.

Atatürk her gün görmeye alışık olduğu Nesip Efendiyi göremeyince sordu:

“Nerede bizim Nesip Efendi?”

Olayı anlattılar ve Nesip Efendinin kovulduğunu söylediler.

Atatürk öfkelenir ve “Adamı kovarken hiç düşünmediniz mi, nereye gider bu yaşta, ne evladı var ne kimsesi var, nerede yatıp kalkar? Çabuk bulup getirin onu buraya” diye bağırır.

Nesip Efendi bulunur, getirilir. 10 Kasım 1938’de Atatürk vefat edince Nesip Efendi’nin Çankaya Köşkündeki işine son verilir. Merkez Bankası’nın bodrum katında küçük bir oda tahsis edilir. Orada rahmetli olur.

Ferahşan Hanım

10 yıl Atatürk’ün yanında çalışmıştı Ferahşan Hanım.

“Ben Atatürk’ü insan olarak tanıma fırsatı buldum… Çok asil ince ruhlu bir insandı. Etrafında bulunanları daima kendinden çok düşünürdü. Bir seyahate çıkıldığı zaman hepimizin nerede yatacağımıza, ne yediğimize istirahatimizin yerinde olup olmadığına bizzat bakardı. Çalışma odasında saatlerce mütalaaya daldığı geceler, kimsenin kendisini bekleyip rahatsız olmasına razı olmazdı. Geç vakit acıkacak olsa hususi dairesi civarındaki mutfağa girer, yemeğini bizzat ısıtır. Tek başına yerdi” demiştir.

Rukiye Hanım

Atatürk’ün evlat edindiği kızlardan biridir. Evlat edindiklerinin her biriyle ilgilenmiş, onları okutmuştur. Burada her birini anlatmayacağım. Bana ilginç geldiği için Rukiye’nin hikâyesini anlatacağım ve yazımı bitireceğim.

Rukiye’nin babası Kurtuluş Savaşı’nda karargâhta emir eriydi. Cumhuriyet ilan edilince Atatürk’ten yardım istedi. Üç kızı olduğunu, okutamadığını kızlarından birine Atatürk’ün sahip çıkmasını istedi. Atatürk Rukiye’yi evlat edindi.

Rukiye Çankaya Köşkünde Atatürk’ün diğer evlatlıklarıyla beraber büyüdü. Rukiye ramazanda oruç tutardı.

Atatürk iftarı yalnız açmasın diye ramazan yemeklerini iftar saatine göre hazırlattı. Oruç tutan tutmayan herkes Rukiye’yle birlikte yemeye başladı.

Bir ramazan günü Rukiye’ye gümüş muhafaza içinde küçük el yazması Kuran-ı Kerim hediye etti.

Rukiye Gazi Orman Çiftliği koruma birliği komutanı Yüzbaşı Hüsnü Erkin ile evlendi. Bir oğlu oldu. 84 yaşında İstanbul’da öldü.

Ve kaçınılamaz son…

Atatürk’ün askeri deha sahibi bir kumandan, ileri görüşlü çağını aşmış büyük bir devlet adamı olduğu, zamanında ve zamanından sonra yaşayan ünlü devlet adamaları ve askerleri tarafından kabul edilir.

Atatürk’ün bir de insan tarafı vardır. İnsan tarafı herkesçe bilinmez. Yazdıklarımdan Atatürk’ün insanlık yönünün de çok üstün olduğu anlaşılır.

Atatürk seçkinler arasından seçilmiş büyük bir insandı.

Uzun yıllar Atatürk’ün özel kalem müdürlüğünü yapan ölüm anında da yanında bulunan Hasan Rıza Soyak anlatır.

Atatürk son anlarını yaşamaktadır. Bir ara döner “ve aleyküm selâm” der. Az sonra da ruhunu teslim eder.

En büyük eseri

Dandanakan Savaşı’nda sonra İran’da, Malazgirt Savaşı’nda sonra Anadolu’da kurulan Selçuklu Devletleri, üç kıta üzerine yayılan Osmanlı Cihan Devleti Türk Devletleriydi. Bu Devletler, kurucu hanedanların isimlerini taşıyorlardı.

Göktürk Kağanlığı son bulduktan sonra kurduğumuz bütün devletler kurucu hanedanın adını taşıyordu. Bugün devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.

Tarihçi İlber Ortaylı “Atatürk” kitabında: “23 Nisan 1920 önemli bir tarihti, zira bu tarihte milletimizin adı devletin adı olarak konmuştur. Bu isim “Birleşik Devletler” tarzında bir isim değildir, bilâkis tarih boyunca var olan bir kavmin adının bir devlete verilmesidir.”

Milletimizin adının devletimizin adı olmasını da Atatürk’e borçluyuz.

19 Mayıs 2019 Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 100. Yılı olacaktır. Atatürk’ün Samsun’a çıkışı İstiklâl Savaşı’mızın başlangıç tarihidir. Önemli bir tarihtir.

Türkiye’mizin, bütün üniversitelerinin, bu önemli yıldönümü için büyük hazırlıklar yapacaklarını, milletimize, İstiklâl Savaşı’mızın, Atatürk’ün önemini anlatan eserler hazırlayacaklarını, tebliğler yayınlayacaklarını umuyorum.

Yazar

Talat Şalk

1 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar