Yükleniyor...
Geçen haftaki yazımda 1876 anayasasını ve 1900 tarihli Kamûs-ı Türkî’yi tanık göstererek Türk ve Türkçe sözlerinin dar ve geniş olmak üzere iki anlam taşıdığını, iki anlamlılığın Cumhuriyet döneminin bir yönlendirmesi olmadığını belirtmiştim.
Doğru bilgiye ulaşmak ve doğru bilgiyi yaymaya çalışmak bilim adamlarının sorumluluğudur. Bir sorumluluk, hatta bir gereklilik de bilim yöntemlerine uymaktır. Bilim yöntemlerinden biri de kanıt göstermektir. 1900 yılında, yani Osmanlı döneminde yazılmış bir sözlük, Türk sözünü, “bütün dünya Türkleri” anlamında veriyorsa bu, geniş anlamın Cumhuriyet döneminde ortaya çıkmadığının kanıtıdır. Bilim adamları, sosyal medyada da bilimin gerektirdiği sorumluluğa uymak zorundadırlar.
Türk ve Türkçe sözlerine İkinci Meşrutiyet ve özellikle Cumhuriyet dönemlerinde daha çok vurgu yapıldığı doğrudur. Ancak bu durum, kavramların tarihîliğini ve Cumhuriyet’ten önceki anlamlarını ortadan kaldırmaz. Türk sözünün anlamları hakkında daha geniş bilgi için misak.millidusunce.com sitesindeki “Türk Sözündeki Çok Anlamlılık” başlıklı yazıma bakılabilir.
Geçen haftaki yazımı bir soruyla bitirmiştim. Türk Dünyası’ndaki Türklerin, Türk ve Türkçe sözlerini, Sovyet dönemindeki dil politikalarının sonucu olarak sadece Türkiye için kullandıklarını belirtmiş ve sormuştum:
Peki, şimdi biz ne yapacağız? Kendi dilimizdeki tabii kullanımları mı devam ettireceğiz yoksa Sovyet idaresinde yaşamadığımız hâlde o idarede ortaya çıkarılan terimleri mi kullanacağız?
Sorudaki “biz” kelimesi, Türkiye Türklerini, aydınlarını, özellikle Türk bilimcilerini ifade ediyor. Sorunun içinde cevabın da var olduğunu biliyorum. Elbette biz, Türkiye’deki tabii kullanıma devam edeceğiz. Sovyet egemenliği döneminde Moskova tarafından yürütülen dil politikalarına bizim de uymamız beklenmemelidir. Türkiye Türkleri olarak biz, Sovyet hâkimiyetinde yaşamadık ki o hâkimiyetin yürüttüğü dil politikalarına uyalım.
Evet ama Türk Dünyası’nın da bir gerçeği var. Onlar Türk ve Türkçe sözlerini sadece Türkiye Türkleri için kullanıyorlar. Sözlüklerinde de öyle yazıyor. Çocukluklarından beri de öyle öğrendiler. Bu bilgilerine göre bir Özbek, Kazak veya Tatar’a “Sen Türk’sün.” dediğimiz zaman itiraz ediyorlar; “Hayır ben Türk değilim; Özbek’im, Kazak’ım, Tatar’ım.” diyorlar.
Hiç şüphesiz, haklıdırlar; çünkü Türk ve Türkçe sözleri onların bugünkü dillerinde “Türkiye Türk’ü, Türkiye Türkçesi” anlamlarını taşıyor. Pek çoğu da bu anlamların Sovyet dil politikasının bir sonucu olduğunu bilmiyor. Bilenler varsa bile bu bilgi zihinlerinde pek belirgin değil.
Bu durumda tutumumuz ne olmalı? Üç tutum söz konusu olabilir.
1.”Madem öyle, biz de size saygı gösterelim, sizi üzmeyelim ve Türkiye’de de size Türk, dilinize Türkçe demeyelim.” Bir tutum, böyle olabilir. Bu takdirde biz de, Sovyet yönlendirmesini bildiğimiz hâlde onların dil politikasını kabul etmiş, o politikaya teslim olmuş oluruz.
Sonuncu tutum elbette sabır ve zaman isteyen bir iştir. Ama kendilerine Türkçü / milliyetçi diyenler gerçekten bir ülküye inanıyorlarsa ülkülerin de öyle kolayca ve çabucak ulaşılacak hedefler olmadığını bilmelidirler. Tarihin gidişini sabırlı, planlı, bilgili, donanımlı ülkücüler belirler.