Yükleniyor...
AKP Genel Başkanı Erdoğan adını Türkiye Yüzyılı koydukları yeni programını açıkladı. Bu programla da yeni seçim dönemine girildiği anlaşılıyor. Geçmişte kullandığı çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemi kavramının yerini Türkiye Yüzyılı almış görünüyor.
Türkiye Yüzyılı hedefi aynı zamanda menzil (!) yolculuğundaki son adım gibi. Bu açıdan açıklamalar özel bir ilgiyi hak ediyor. Yirmi yıllık AKP iktidarının yaptıkları ve yaşattıkları bunu mecbur kılıyor. Dolayısıyla bu uzun konuşmanın satır aralarına bakmak gerekiyor.
Geçen haftaki yazımın başlığı Muhafazakâr Devrimcilik ve Türkiye Yüzyılı idi. Türk Devrimine karşı yeni bir hareketin başladığını belirtiyordum. Arkasına saklanılan hedefi de çok güzel: Türkiye Yüzyılı demiştim. Bu sefer de arka plana bakmaya çalışacağım.
Aslında çok güzel ve ilk bakışta karşı çıkılması zor bir kavram gibi görünüyor. Ondan dolayı bakış açısı biraz daha farklılaşmalı. Farklılaşmalı ki yapılmak istenen daha iyi anlaşılabilsin. Bu açıdan kullanılan kavramlar kadar kullanılmayanlara da dikkat etmek gerekiyor.
Ayrıca; ekonomi, eğitim, sağlık, güvenlik veya savunma gibi sahalardaki hedefler doğru olmakla birlikte bunlar her yönetim kadrosunun hedefleridir. Doğrudur ve haklıdır ama sıradandır. Yüzyılı üzerinde mühür vurabilmek için başka hedefler olmalıdır. Bu açıdan da konuşmaya başka pencereden bakılmalıdır. Ki bu bakışta yirmi yılda yaşadıklarımız kılavuz olacaktır.
Konuşma yaklaşık bir buçuk saat kadardı. Merak edip baktım, 6108 kelime. Bir kere Türk geçiyor. O da Türk Silahlı Kuvvetleri derken. Bu da bize egemenliğin sahibi mi değişiyor dedirtiyor.
Bunu düşündüren başka ifadeler de var. Konuşmanın sonuna doğru yeni bir millî mutabakat zemini çağrısı var. Peki, Türk Milleti arasında millî bir mutabakat yok mu da bu çağrı yapılıyor? Elbette var. Son yirmi yılda bir hayli zayıfla(tıl)mış olsa da var. Zayıflamış olanın güçlendirilmesi arzu ediliyorsa, bozan nasıl düzeltecek? Bu sorunun cevabı seçim sandığında.
Bizim sorumuzsa, başka bir millî mutabakat mı aranıyor? Cevabın ipuçları da konuşmada.
Konuşmanın başlarında “Cumhuriyetimiz … geçmişinin önemli bir kısmında, kendi içinde barışık yaşayamadı.” hükmü var. Siyasi ideolojisini bu kabul üzerine kuran bir düşünce, suçu Cumhuriyet’in üzerine atamaz. Zaten varlığı bu küslük üzerine. Hep Cumhuriyet’in yanlış temeller üzerine kurulduğunu söyleyegeldi. Cumhuriyet’in yanlışlığı da, “Red, inkâr ve asimalasyon politikaları” uygulaması ve “tek bir etnisite üzerine kurulmuş” olmasıydı(!) “Hâlbuki Türk, Kürt, Çerkez, Laz… yaşıyor” sözlerini hep duyduk. Bu sayı bazen 27’ye bazen de 36’ya çıktı.
Türkiye Yüzyılı konuşmasında da var. “Türkiye Yüzyılı; Kimlik siyaseti yerine birlik siyasetini, Kutuplaştırma siyaseti yerine bütünleştirme siyasetini… İnkâr siyaseti yerine kucaklama siyasetini… Tahakküm siyaseti yerine özgürlük siyasetini… Nefret siyaseti yerine sevgi siyasetini ikame etmenin adıdır.”
Türkiye Cumhuriyeti kimlik siyaseti gütmedi. Ama egemenliğin sahibini de çok açık ortaya koydu. İtiraz da egemenliğin sahibine edilmekte. Yani itiraz -aynı zamanda inkâr- Türk adına. Kimliğe. Bu itirazla da tam bir kimlik siyaseti yapılıyor. Eşit yurttaşlardan oluşan Türk Milleti yerine grupların eşitliği getirilmek isteniyor. Türkiye Yüzyılı açıklamalarında da tam olarak bu var.
(İronik olanı da ‘nefret siyaseti yerine sevgi…’ den bahseden Erdoğan, daha iki hafta önce gençlere; “‘Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.’ Bu anlayışla bu yolda yürüyoruz.” demişti.)
AKP Genel Başkanı, “Yönetim sistemini değiştirerek, iki asırlık arayışa cevap verecek bir büyük reformu hayata geçirdik” derken de bu tartışmanın Tanzimat’ın başlangıcında olduğunu işaret ediyor. Bu sözler, 16 Nisan 2017 referandum günü akşamında yaptığı açıklamayla aynı. Yani değişen bir şey olmadığının da başka bir göstergesi.
Konuşmanın başında ahidleşmek ve “Cumhuriyetimize adını veren cumhurun, yani halkımızın, siyasetin de, yönetimin de, ekonominin de asli öznesi olma konumunu güçlendirmenin kavli için bir araya geldik.” ifadeleri vardı. Öncelikle bu halkın adı Türk’tür. Türk halkı siyasetin de, yönetimin de ekonominin de zaten asli öznesidir. Bunun aksini söylemek ırkçılıktır. Kimlik siyasetidir. Millî mutabakatımızın zayıflamasının sebeplerinin en başında bu anlayış gelmektedir.
Türkiye Yüzyılı konuşmasının sonunda “Bu vatan, bu ülke, bu bayrak, bu devlet hepimizin” dendi. Ve bitiş cümlesi daha özeldi: “Bu gelecek hepimizin ortak geleceği.” İki kelime, hepimizin ve ortak çok önemli. Özellikle seçildiği anlaşılıyor. ‘Hepimizin’ adı ne, kimler dahil ortaya konmuş değil. ‘Ortaklık’ kiminle ve nasıl olacak, bu da belli değil. Fakat açık bir husus var ki Türk, ‘hepimizin’ içindeki unsurlardan sadece birisi. Türkiye Yüzyılı’nda yeni anayasa için çağrı da yapılıyor. Görülen, yeni anayasadan Türk adını çıkarma planları yeniden ısıtılıyor.
Konuşmanın sonunda her zamanki gibi “Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak, hep birlikte Türkiye’yiz” kavilleşmesi ve ahidleşmesi vardı. Bu ahidleşme ve kavilleşmeye MHP Genel Başkanı da ayakta iştirak etti. Cumhurbaşkanı’nın bizzat daveti üzerine ayağa kalkması protokol gereğidir elbette. Ama Türkiye Yüzyılı hakkındaki düşüncelerinin kamuoyuna açıklanması da bir zarurettir.
Son sözler Türk tarihinin tartışmasız en büyüklerinden birisi olan Atatürk’e aittir. “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez … Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır.”