Türkü dinlemek

Cemal Kurnaz ne güzel ifade etmiş: “Kendimi bildim bileli türkü dinlerim. El zanneder türkü dinlerim, ben aslında Türk’ü dinlerim. ”Evet Türk’ü anlamak için türkü dinlemek gerekir.


Paylaşın:

Bu yazı, Gazi Üniversitesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sacit Turanlı’nın konuşmacı olarak yer aldığı Kabakçı Konağı Sohbetlerinin metinleştirilmiş hâlidir.

Gülten Alp, “Neyimiz var ki bu dünyada? Bir efkârlı ömrümüz, bir demli çayımız, bir de yanık türkümüz.” der.

Ahmet Hamdi Tanpınar bir yazısında, “Türküler kendilerini yaratan insanların malıdır; bize toprağı, iklimi, hayatı, insanı, onun tarihini ve acılarını verirler.” diyor ve ilave ediyor: “Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona mutlaka türkülerden gitmelidir.”

Biz derdimizi, sevincimizi, sevdamızı, kavgamızı, türkülerle anlatmışız.

Hâkim zihniyetin bu ülkede Türk’ü görmemek, görmezden gelmek gibi bir tavrı var, bu tavır Türk’e ait olan her şeyde olduğu gibi Türk’ten bahseden türkülerimizde de görülür.

Bir küçük dünyam var benim içimde.

Mihnetim, ziynetim bana kâfidir.

Bilirsen Türklüğüm var kıymetini.

Vatanım milletim bana kâfidir.

(Sanki Atsız “Bin cihana değişmem şu öksüz Türklüğümü.” der gibi.)

Bu Âşık Veysel’in bir türküsüdür ama bu türküyü nedense kimse söylemez, ben sadece Veysel Usta’nın kendisinden dinledim.

Yine Veysel’den:

Türk’üz Türküler yoldaşımız.

Hesaba gelmez yaşımız.

Nerde olsa savaşırız.

Türk’üz türkü çağırırız.

Türklerdir bizim atamız.

Halis Türk’üz kanı temiz.

Şarkı gazeldir hatamız.

Türk’üz türkü çağırırız.

Tatyan, Erzurum yöresinde söylenen bir türkü formudur. Şimdi sözlerini okuyacağım bu tatyan havası da Veysel’in türkülerinin akıbetine uğramıştır.

“Vardım eşiğine yüzümü sürdüm

Etrafını bütün dikenler almış

Yüksek mihrabında yazılar gördüm

Kimbilir ne mutlu zamandan kalmış

Türklüğün en parlak bir zamanında

Ab-ı hayat varmış şadırvanında

Şimdi harap olan öz Turan’ında

Dem çeken kuşların ömrü azalmış

Batan güneşlerin baygın nigahı

Karartıp bırakmış o kıblegahı

Mazlum öztürklüğün bahtı siyahı

Viran kubbesini gölgeler sarmış”

Söz: Rıza Tevfik Bölükbaşı, Beste: Hafız Hakkı (Feryadi)

Nevzat Köseoğlu bir yazısında gençlere şöyle bir tavsiyede bulunuyor: “Gençler millî kültürümüzü tanımak adına hiçbir şey yapamıyorsanız türkü dinleyin yeter.” diyor.

Bu kadar güçlü olan türkülerimizi nasıl dinlemeliyiz?

“Kırmızı gül demet demet

Sevda değil bir alamet

Gitti gelmez o muhannet

Şol revande balam kaldı”

Veya:

“İrevan’ın dik yokuşu

Oraya giden değilim”

Bu türküleri dinlediğimiz zaman Revan’ın bugünkü Ermenistan’ın başkenti olduğunu bilmeliyiz. 19. yy başlarına kadar Revan’ın bir Türk şehri olduğunu, Rusların bölgeye hâkimiyetinden sonra Ermeni nüfusunun artırıldığını üzülerek hatırlamalıyız.

Topkapı Sarayı’nı gezerken beğeni ile seyrettiğimiz Revan Köşkü’nün IV. Murat’ın Revan’ı fethinden sonra ona armağan edildiğini bilmeliyiz. IV. Murat Revan’ı Ermenilerden değil Azerbaycan Türklerinden almıştır.

Revan Emiri Tahmasb kulu Emir Gune’yi İstanbul’a beraberinde getirmiş ve ona bir arazi bağışlamıştır. Emirgüne’nin köyü bugünkü Emirgandır. Emir’in aşçısının yaptığı bir tatlı önce İstanbul’da sonra bütün Türkiye’de çok sevilmiştir. Revan’dan gelenlerin yaptığı tatlı revanidir.

Türküleri böyle dinlersek millî kültürümüzü öğreniriz.

Bizim türkülerimiz düne kadar bizim coğrafyamızda olup da bugün gurbet olan diyarları bize anlatmaya, unutturmamaya devam ediyor. Tıpkı Revan gibi.

“Kerkük’ün Zindanında Vurdular Beni” türküsünü bizim gençliğimizde Cem Karaca söylerdi. Sonra Kıraç söyleyince daha meşhur oldu. Gerçekte vurulan bizdik, Kerkük türküleri bizi bir kurşun gibi yüreğimizden vurur.

Mehmet Özbek hocanın havalandırdığı türkü olayı özetliyor:

“Mum kimin yanan Kerkük.

Yıktılar kalamızı

Sürdüler balamızı

Daha can boğazdayken

Çektiler selamızı

Ah Kerkük yüz ak Kerkük

Her zaman yüz ak Kerkük

Ölseydim düşmeseydim

Men senden uzak Kerkük

Elinde yad elinde

Öt bülbül yad elinde

Bir diyar mezar olsun

Kalmasın yad elinde

Can Kerkük, canan Kerkük

Her söze kanan Kerkük

Kalıptı yardan uzak

Mum kimin yanan Kerkük”

Bir Elazığ türküsünde şöyle diyor:

“Lütfi geçsin telgrafın başına

Bir tel vursun Musul’da kardaşına”

Bu türkü yakıldığında Musul bizim sınırlarımız içindeymiş.

Bir Urfa türküsü:

“Ben bir Yakup idim kendi halimde

Mevla’nın kelamı vardı dilimde

Yusuf’u kaybettim Kenan ilinde”

Kenan ili? Bu türküyü havalandıran âşık tasavvuf kadar coğrafya bilgisine de hâkim. Kenan ili bugünkü Filistin.

“Yandı Kumanova Tutuştu Priştova”

Bu Balkanlardan derlenen türküyü duyduğumuzda öncelikle “Balkan” kelimesinin “dağlık bölge” anlamında Türkçe bir kelime olduğunu bilmeliyiz. Kumanova isminin Kuman-Kıpçak Türklerinin gelip yerleştiği ve isim verdiği bir Türk yurdu olduğunu bilmeliyiz ve düşünmeliyiz. Osmanlının iskân politikası o coğrafyayı Türkleştirmemiştir, o bölgedeki Türk nüfus yoğunluğunu artırmıştır.

“Drama köprüsü dardır geçilmez. Soğuktur suları bir tas içilmez” derken, “Arda boyları kırmızı erik” türküsünü dinlerken “Maya dağdan kalkan kazlar”ı duyduğumuzda nasıl bir Türk coğrafyasını kaybettiğimizi düşünüp hüzünlenmeliyiz. “Selanik içinde selam verilir” türküsü mesela,  40.000 kişilik ordu ile tek kurşun atmadan Selanik’i terk ettiğimizde aslında o bölgede bizim selamız verilmişti.

“Kalk gidelim yar seninle Nemse’ye

Ah sarı kahkül yar düşüvermiş enseye

Sen benimsin vermem seni kimseye

Gel gülüm gel gör ne hal oldu yar yar beni

Şimden sonra yar haram olsun şu yerler bana.”

Nemse veya Nemçe bugünkü Avusturya ve Almanya’nın bir kısmını içeren bölge. Viyana kapılarından dönmüş olsak bile o bölgenin bir kısmını anlatır.

Dünyadaki tek Tomris heykelinin Dresden kentindeki bir hastanenin bahçesinde olması düşündürücüdür, ayrıca Saksonya kelimesinin Saka’nın oğlu anlamına geldiği düşünülürse Nemçe türküsünün ne ifade ettiği daha iyi anlaşılır.

Şaire hak vermemek mümkün mü?

“Aras niçin, Fırat niçin, Dicle niçin

Benden doğar bana dökülmez?”

“Aras Aras Han Aras

Bingölden kalkan aras

Al başımdan sevdayı

Hazar’da çalkan Aras…”

(Erzurum türküsü)

Bizde nazlı nazlı akan Aras, Azerbaycan Türkleri için özellikle Güney Azerbaycan’da nazlı bir nehri değil ayrılık ve bölünmeyi ifade eder. Azerbaycan Türkmen Çayı anlaşması ile bölündü ve sınır Aras nehri oldu. Karabağ zaferinden sonra Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Azerbaycan’da bu türkünün orada söylenen şeklini okudu;

“Araz’ı ayırdılar

Mil ile doyurdular

Men senden ayrılmazdım

Zülm ile ayırdılar”

Bu mahnıyı duyunca İran yönetimi telaşlandı. İran gazetelerinde Türkiye’nin İran’ı bölmek istediği yazıldı. Telaşın sebebi farklı idi, çünkü bu Türkü Güney Azerbaycan’da bir olay sonucu, bir Köroğlu, bir Dadaloğlu türküsü gibi başkaldırı türküsü halini almıştı. Samed Behrengi (Küçük Siyah Balık hikâyesinin yazarı) Güney Azerbaycan’da son derece etkili, ülkücü-devrimci hikâyeler yazan ve çocuklara Türkçe öğreten bir Türk öğretmen. Hikâyeleri Şahlık rejimini tedirgin ediyor ve bir gün Aras kenarında cesedi bulunuyor. Bu olay üzerine türkünün sözleri âşıkların dilinde başkaldırı bayrağı oluyor. Mehmet Ferzane bakalım ne diyor: “Araz Araz Han Araz. Ben bunda bir hanlık görmedim, bunda zalimlik gördüm, zulüm gördüm, hiyanet gördüm, ayrılık gördüm, katillik gördüm, hanlık göremedim.”

“Araz Araz Han Araz, Sultan Araz, Han araz

Görüm seni yanasın bir derdime kan Araz

Araz’ı ayırdılar su ile doyurdular.

Men senden ayrılmazdım zulm ile ayırdılar.

Narınca bak narınca dermezem sararınca

O kadar ölmeyeydim arzum yerin alınca

Araz senden kim geçti, kim gark oldu, kim geçti

Felek gel sabit eyle hangi günüm hoş geçti

Araz üste buz üste kebap yanar köz üste

Koy beni öldürsünler danıştığım söz üste.

Samed gelir güle güle döşünde bak kızıl gülle

Her elinde dört kitap döndürdü bizim dile

Samed elin sırdaşı çocukların yoldaşı.”

Sağlığımıza ait ögeler de türkülerimizde anlatılır. Bir Elazığ türküsü, kalp krizinin en önemli belirtisini çok güzel tarif ediyor:

“Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna

Can ağrısı tesir etti koluma”

Bir Ege türküsü de enfeksiyon belirtisini tanımlıyor: “Sobalarında kuru da meşe yanıyor, yanıyor da Memed efem üşümüş de donuyor.”

Bir Karadeniz türküsü de şöyle diyor: “Atmacayı vurdular bir damla kanı için.”

Hiç düşündünüz mü bir damla atmaca kanı ne işe yarar? Halk tababetinde kulak ağrılarına iyi geldiği söylenir.

Türküler de hayata dair her şey sorgulanır, ifade edilir demiştik:

“Yanan ağlar

Derde dayanan ağlar

İki baş bir yastıkta

Erken uyanan ağlar.”

Sevdiğimizin ölümü ve acısı başka nasıl ifade edilir?

Bu da çaresizliğin çok duygulu bir ifadesidir:

“Bu dağlar demirdendir

Geçen gün ömürdendir

Feleğin bir kuşu var

Pençesi demirdendir”

“Yiğitler silkinip ata binende” diye başlayan türkünün söylenmeyen bir dörtlüğü şöyledir:

“Köroğlu da derki kalmayın naçar

Serçenin gönlünden şahinlik geçer

Şahini görünce ormana kaçar

Gider tenhalarda kahraman olur.”

Bugünkü kahramanları ne güzel anlatıyor.

Karacaoğlan’ın bir türküsünde,

“Bizden selam olsun evvel gidene

Kim var imiş biz burada yoğ iken” diyor.

Cemal Kafadar Amerika’da yaşayan ünlü bir tarihçimiz.

“İki Cihan Aresinde” isimli kitabında bunu aforizma olarak kullanmış. “Kim var imiş biz burada yoğ iken” diyerek bir yerde bulunan kavim katmanlarını çok güzel ifade etmiştir.

“Gökteki yıldızları sayarım elli elli

Bu dünyadan fayda yok öteki de şüpheli.”

Bu Karadeniz türküsünü dinledikçe hep kendi hâl-i pür melalim, günüm ve akıbetim aklıma gelir.

“Bundan sonra selam yok kuri kuri merhaba.”

Gönül kırgınlığının güzel bir ifade şekli.

“Dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi

Altım çamur üstüm yağmur yine gönlüm hoş idi.”

Sevginin maddeye esir olmadığı zamanlarda…

Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nu şairliğinden utandıran türkülerimizin bu saflığı, temizliği, duyguların ifade gücüdür.

“Şairim şair olmasına

Canım kurban şiirin gerçeğine hasına

İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum

Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter

Eğri büğrü, kör topal kabulüm

Şairim

Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası

Ayak seslerinden tanırım

Ne zaman bir köy türküsü duysam

Şairliğimden utanırım.

Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum

Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim

Onlarla ağlamış onlarla duymuşum.” 

Cemal Kurnaz ne güzel ifade etmiş: “Kendimi bildim bileli türkü dinlerim. El zanneder türkü dinlerim, ben aslında Türk’ü dinlerim.”

Evet Türk’ü anlamak için türkü dinlemek gerekir.

Yazar

MDM

1 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar