Yarım asırlık bir muhafazakârlık hikâyesi

Galiba muhafazakârlığın sağ veya solla ilişkisi yok. Aslolan otoriterlik.


Paylaşın:

Yarım asır kadar önce bir kurultayda bir konuşmacı, televizyon felaketinden bahsediyordu. Televizyonun ahlâk ve gençlik üzerindeki tahribatından. Televizyonu bitirince eklemişti, “Şimdi daha beteri geliyor: Video!”. Herhalde artık durum ümitsizdi. Televizyon felaketken video da tabuta son çiviyi çakacak ve bir daha geri dönülmez bir uçuruma yuvarlanıp gidecektik.

Sağ –sol değil otoriterlik

Bu “sağcı” bir yorumdu her halde. Soldan da benzer yakınmalar geliyordu. Kuzey Kore, yabancı televizyonların izlenmesini yasaklamıştı. Çanak antenler henüz pek yeniydi ve damına, penceresine çanak takmak her babayiğidin harcı değildi her halde. Üstelik alıcı, çanak falan bulmak gerekiyordu ki o zamanın uydu alıcılar bugünküler gibi pantolon cebine sığan cinsten değildi. Daha kolayı, Güney menşeli videokaset kaçırmaktı. Güney Kore menşeli haber ve görüntüler rejimin bayağı canını sıkıyordu. Filmler de korkulan, bozguncu listeye dâhildi. Çünkü bunlar Kuzey Kore’nin “demokratik” şartlarında yaşayan insanlara, millettaşlarının ne kadar zengin, kendilerinin ne kadar fakir olduğunu hatırlatabilirdi. Güney menşeli videolar yasaktı… Polis bazen ihbar alırdı. Falan sokakta, falan evde Güney menşeli video seyrediliyor! Derhal basılır ve hainlere günleri gösterilirdi ama halk da hazırlıklıydı. Bir kere kasetleri iyice saklıyorlardı. Suçüstü iken kapı çalınırsa, “Kim o, buyurun” falan diyene kadar kaset oynatıcıdan çıkarılıp zulaya atılıyordu. Fakat sosyalist polise böyle şeyler sökmezdi. Baskından önce mahallenin elektriğini keserler ve kasetin öyle kolayca makineden çıkmasını engellerlerdi.

Benzer kedi-fare oyunu bir ara İran İslam Cumhuriyeti’nde de oynandı. Burada asıl hedef uydu antenleriydi. Geceleri damlardan “Allahuekber!” diye bağırarak şahı deviren insanlar şimdi aynı damlara çanak anten gizlemeye uğraşıyordu.

Galiba muhafazakârlığın sağ veya solla ilişkisi yok. Aslolan otoriterlik.

Televizyon geldi geçti. Video, geldi geçti. Her halde ahlakımız çökeceği kadar çökmüş, yerin en dibine batmıştır artık. Derken felaketin en büyüğü zuhur etti: İnternet! Şimdi “demokratik” ülkeler onu sansürleme muharebesi veriyor. (Demokratik diyerek kinaye yapıyorum haaa. Bir arkadaşım böyle kinayeler yapmamamı, yanlış anlaşıldığımı söyledi. Ben de kinaye yaptığımda yanına açıklama yazayım dedim. (!) kullanmayı sevmiyorum. Bu işareti çok sağcı buluyorum.)

İşin şaka tarafını genç nesillerdeki tahribat ve ahlakın çöküşü hakkında son bir şaka ile bitireyim: Hazreti Adem babamız, Hazreti Havva anamıza ne demiş biliyor musunuz? “Nesil Bozuldu!”,demiş.

Ne ekersen onu biçersin

Televizyon da video da İnternet’te kendiliğinden iyi veya kendiliğinden kötü şeyler değildir. Bunlar, insanlık olarak bizim bulduğumuz, bize sunulan araçlardır; aletlerdir. Her araç ve alet gibi bunlar da kullananın maksadına, maharetine göre iş görür. Bunların içine iyi şeyler koyarsanız iyiye alet olur; kötü şeyler koyarsanız, kötüye vasıta olur. Tıpkı ne gibi biliyor musunuz? İnsanlığın daha önce kullandığı iletişim aletleri gibi. En başta lisan. Sonra yazı. Sonra matbaa. En son da film, radyo, televizyon ve İnternet. Hatırlayacaksınız, ahlak bozulmasın diye okuma- yazma öğretilmesin tezinin savunulduğu devirler de oldu. Matbaanın yasaklandığı yüzyıllar da. Belki hâlâ böyle düşünüp, bunu savunanlar vardır. Öyle ya; kıza okuma yazma öğretirseniz bohçacıya mektup verir, oğlanlara gönderir; geleni de kendi okur. Ahlak batar, aile ve cemiyet mahvolur!

Hâlbuki insan, iletişim ile insan oldu. Baş döndürücü atılılımlar yapan yeni iletişim araçlarıyla daha da insan olabiliriz.

Eylem yok, ağlamak var

Yeni iletişim araçlarına fırsat diye bakmalıyız. Hoş eskiler de hâlâ fırsattır. Matbaalar düşüncenizi, merakınızı, sanatınızı basmak için bekliyor. Yeniler de, ses ve görüntü ilavesiyle onlar da insanlara derdinizi, duygunuzu anlatma vasıtalarınız. İnsanlara güzel ve haklı duygu ve düşüncelerinizle ulaşın ki kötülüklere yer kalmasın. Yasaklamayı değil, üretmeyi düşünün.

Benim yakın zamanlarda şahit olduğum muhafazakâr yakınmalar daha çok bu sonuncu “felaket”le, İnternet’le ve onun da çok belirgin bir parçasıyla, sosyal medyayla ilgili. “Kontrol altına alamadık şu sosyal medya felaketini!” veya “Girmeyin şu sosyal medyaya!” Peki ne yapalım? Bu soru sorulmaz. Yakınmak yeterlidir. Bir de gücünüz varsa sansürlemek.

Sevgili okuyucularımın yeni yılını kutlarım. Güzel, mutlu, hayırlı bir yıl olsun inşallah.

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar